Deizm-3- Deizme göre alem niçin yaratıldı?
Deizm hakkındaki bu 3. dersimizde, yine bir deistle konuşacak ve onu kendimize muhatap yapacağız. Şimdi deist olan kişiye soruyoruz: İnandığın yaratıcı -ki biz ona Allah diyoruz- şu âlemi niçin yaratmıştır? Yani şu nakış nakış süslenmiş kuşlar, kelebekler, çiçekler, ağaçlar ve diğer bütün varlıklar niçin yaratılmıştır?
Sakın, “Öylesine yaratmış, bir gayesi yok.” deme. Zira bu alemin yaratıcısı hikmet sahibidir. Baksana, şu dünyada her şeyin bir vazifesi var. Her şeye faydalar takılmış. Boş ve abes hiç bir şey yok. Bu da ispat eder ki, yaratıcımız hikmet sahibi bir yaratıcı. Hal böyleyken sen nasıl olur da “Şu âlemin yaratılmasının hiç bir gayesi yoktur. Boşuna yaratılmış.” diyorsun.
Madem sen yaratılışın gayesini bilmiyorsun, o halde biz sana öğretelim: Bu gaye şudur: Her kemal ve güzellik sahibi, kendi kemalini ve güzelliğini göstermek ister. Bu sırdan dolayı, Allah da kendi kemalini ve güzelliğini göstermek için bu alemi yarattı. İşte varlıkların renk renk boyanması; farklı şekillerde ve suretlerde yaratılması; hikmetle donatılması, hep bu sırdandır: Yaratıcımız kendisini tanıttırmak ve bildirmek istiyor.
Madem Yaratıcımız kendisini tanıttırmak ve bildirmek istiyor, o halde peygamberler ve kitaplar göndermeli. Aksi taktirde bizler onu tanıyamayız. Mesela bak, yaratıcıya “Allah” dedik. Onun isminin Allah olduğunu bize peygamberler öğretti. Bir düşünsene, peygamberler olmasaydı, yaratıcımızın adını bile bilemezdik.
Bilinmek için şu âlemi yaratan ve bu sebeple her varlığı nakış nakış süsleyen zatın, ismini bile bildirmediğini nasıl kabul edersin? Kendini bildirmek için bu kadar masraf yapan zat, nasıl olur da bilinmenin en kısa yolu olan peygamberleri göndermez ve kitapları indirmez?
Eğer Allah sadece kendi varlığını bilmemizi isteseydi, alemi ve eşyayı bu kadar süslemezdi. Zira bir çiçekle de yaratıcının varlığını biliriz. Ama Allah bir çiçekle yetinmemiş, adeta yeryüzünü bir sofra, baharı bu sofraya bir gül destesi yapmış. Demek sadece varlığının bilinmesini istemiyor. İsim ve sıfatlarıyla tanınmak istiyor. Bu da ancak peygamberlerin gönderilmesiyle, yani Allah’ın kendisini bizzat elçileri vasıtasıyla tanıtmasıyla mümkündür. Eğer elçileri olmazsa onu tanıyamaz, hatta yanlış tanırız.
Mesela sana sorsak, inandığın yaratıcı uyur mu? Yer mi? İçer mi? Eşi ve çocukları var mı? Bu ve benzeri sorulara “hayır” diyebilmek için, vahye mazhar peygamberlere ve Allah’ın kendisini tanıttığı kitaplara muhtaç değil misin? Sönük aklınla bu sorulara nasıl cevap vereceksin?
Sözün özü: Allah-u Teâla bu âlemi kendisini bilmemiz için yaratmış ve varlıkları nakış nakış süsleyerek, onlarda tecelli eden isim ve sıfatları düşünmemizi istemiştir. Bunun yerine gelmesi için de, mutlaka peygamberler gönderilmeli ve kitaplar nazil olmalıdır. Çünkü insanın aklı bir yaratıcıyı bulsa da, O’nun isim ve sıfatlarını hakkıyla keşfedemez. Hatta çoğu kez hata yapar. Ateşe tapan, ineğe tapan, yıldızlara ve diğer eşyaya tapan insanlar, bu sözümüzün şahididir. Bir peygamber gelmezse kişi böyle şaşırmakta, ineği kendi rabbi zannetmektedir. Elbette bu alemi yaratan zat, bu hataya düşmemize müsaade etmeyecek ve kendisini bizlere hakkıyla tanıtacak peygamberleri gönderecektir ve göndermiştir. Bunun inkârı, gündüzün ortasında Güneşi inkâr etmek kadar imkânsızdır.