Kalplerin mühürlenmesi açısından kader
Allah Teâlâ, Bakara suresinin beşinci ayetinde, Efendimiz (asv)’e hitaben şöyle buyurmaktadır:
“Sen inkâr edenleri korkutsan da, korkutmasan da birdir. Onlar iman etmezler. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Ve gözlerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara Suresi, 2/6-7)
Bu ayet-i kerimeyi, sathi bir anlayışla ele alan bazı kimseler: “Allah bu kişilerin kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerine de perde çekmiştir. Bunlar nasıl iman ve ibadet etsinler, hakikatleri nasıl görsünler ve nasıl işitsinler?” demektedirler. Hâlbuki meseleyi, “Allah’ın ezeliyeti” ve “İlmin maluma tabi olması” kaidesi çerçevesinde ele alan bir insan için, böyle bir iddia çok yersizdir.
Evvela, ayet-i kerimenin ifadesinde; “inkâr etme” fiili insanlara, mühürleme ve perde çekme fiilleri ise; Allah’a hamledilmiştir. Demek insan, inkârı kendi tercih etmekte ve bunda ısrar etmekte, bunun neticesi olarak da Allah kalbini mühürlemektedir.
İman etmezler” manasını ifade eden “la-yü’minun” dan sonra “mühürlendi” manasını ifade eden “hateme” tabirinin gelmesi, mühürlenmenin sebebini açıkça göstermektedir. Yani onlar iman etmediler ve kalplerini mühürlenmesi ile cezalandırıldılar
Bilindiği gibi, ihtiyari fiillerde, Cenab-ı Hakk’ın külli iradesi, kulun cüz’i iradesine tabidir. Yani kul, neyin yaratılmasını isterse, Allah onu yaratır. Burada da inkâra insanlar sapmakta, inkârlarının bir neticesi olarak da kalplerini ve kulaklarını Allah mühürlemektedir. Bu hakikati, şu misal ile anlayabiliriz:
Belediye zabıtalarının, fırınları teftiş ettiğini ve fırınların sağlıklı üretim yapıp yapmadıklarını kontrol ettiklerini farz ediyoruz. Zabıtalar, birçok temiz ve kanunlara uygun üretim yapan fırını gezdikten sonra, son derece pis, içinde böceklerin yuva yaptığı ve son derece sağlıksız şartlarda üretim yapan bir fırına girmiş olsunlar. Belediye memurlarının burada yapacağı iş; üretim yapmaya elverişli olmayan bu fırını kapatmak ve mühürlemektir.
Acaba zabıtalar fırını mühürlediğinde, fırın sahibi diyebilir mi ki; “Fırını mı zabıtalar mühürledi, ekmek çıkaramama suçum onlara aittir.” Elbette diyemez. Evet, fırını zabıtalar mühürlemiştir, bu doğrudur, ancak fırının mühürlenmesine sebep olacak işleri kendisi işlemiştir. Fırınını temizlememiş ve sağlık şartlarını yerine getirmemiştir. Yani zabıtaların mühürleme fiili, fırıncının kötü ahlakına bağlıdır. Eğer fırıncı dükkânını temiz tutsaydı bu mühürleme olmayacaktı. Zaten zabıtaların da fırıncılara bir garezi yok, zira birçok fırın mühürlenmemiş bir şekilde işlerini yapmaktadır.
Sözün özü; fırını her ne kadar zabıtalar mühürlemiş olsa da, suçlu ve sorumlu fırıncıdır.
Aynen bunun gibi, fırıncı hükmünde olan insan da, fırını hükmünde olan kalbini, küfür, şirk, günah, isyan gibi kirlerden temizlemediği takdirde, Allah onun fırınını, yani kalbini mühürleyecektir. Ve mühürlenmiş bir fırından ekmeklerin çıkamayacağı gibi, mühürlenmiş bir kalpten de iman, muhabbet, marifet gibi olgular çıkamaz.
Cenab-ı Hakk’ın, insanın nefsinde ve kâinatta sergilediği nihayetsiz lütuf ve ihsanları imanın nuru ile görülür. Başta küfür olmak üzere günahlar ve isyanlar bu seyre perde olurlar. İnsan günah ve isyana devam ettikçe, Rabbi ile arasındaki perdeler kalınlaşır.
Bir insan işlediği günahlara tövbe ederek mahcubiyetini, huzura çevirmediği takdirde, nefsinin hükmetmesiyle, kalbine, iman nuru yerine, gurur, riya, şehvet ve en nihayette küfür yerleşir. Bu hâl ise onun kör olmasına ve netice olarak kalbinin mühürlenmesine yol açar.
Yoksa Allah Teâlâ, iman ve sâlih amel üzere bulunan bir insanın kalbini mühürlemez. Demek, küfür yolunda yürüyen kimseler, kâinatta, Allah’ın varlığına, birliğine, rahmet ve keremine şehadet eden sayısız delilleri okumamakla ve nihayetsiz sedâları işitmemekle, kalplerinin ve kulaklarının mühürlenmesine ve gözlerine perde çekilmesine kendileri sebep olurlar.
“Kalbe mühür vurulduktan sonra kişi nasıl hidayeti bulacak?” sorusuna, “İlim maluma tabiidir.” kaidesince bakıldığında şu netice ortaya çıkacaktır: Cenab-ı Hak ezeli ilmiyle onların küfrü seçeceklerini ve cüz-i iradelerini şirk ve küfür yolunda kullanacaklarını bildiği için, küllî iradesiyle onların kalplerini mühürlenmiştir. Eğer onlar cüz-i iradelerini hidayet üzerinde kullanacak olsalardı, elbette Allah-u Teâlâ külli iradesiyle onların kalplerini mühürlemez ve hidayet yollarını onlara açardı. Zira iradî fiillerde Cenab-ı Hakk’ın külli iradesi kulun cüz-i iradesine bağlıdır.
Burada “onlar asla iman etmezler” sözü ilmin neticesinde ortaya çıkan bir tespittir. Yani Allah’ın ezeli ilmi onların gelecekte de imana gelmeyeceklerini bildiği için onların kalplerini mühürlemiştir. Yoksa onlar iradeleriyle iman etmek isteseler de iman edemezler manasında değildir. İman etmeyecekleri bilindiği için iman etmezler denilmiştir. Yoksa iradeleri ellerinden alıp küfre mahkûm edilmiş değillerdir. Daha öncede ifade edildiği gibi ilim sıfatı zorlayıcı değildir.
Diğer taraftan, sözü edilen âyet-i kerime, Allah Resûlüne (asm.) cephe alan, onunla mücadele eden müşrikler hakkında nâzil olmuştur. Ve o müşriklerin kalplerinde şirkin tam hâkimiyet kurması ve tevhide yer kalmaması, “kalp mühürlenmesi” şeklinde ifade edilmiştir. İşte kendilerine hidayet kapısı kapananlar, bu noktaya varan müşriklerdir. Yoksa günah işleyen, zulüm eden yahut şirke giren her kişi için hidayet kapısının kapanması söz konusu değil. Aksi halde Hz. Peygamber(a.s.m)’in tebliğine devam etmesini ve daha önce putlara tapan on binlerce insanın İslâm’a girmelerini nasıl izah edeceğiz?! Şirke giren her insanın kalbi mühürlenseydi, hiçbir müşrikin Müslüman olamaması gerekirdi. Demek ki, kalbi mühürlenenler, tevhide dönmeleri imkânsız hâle gelenlerdir. Ve onlar, bu çukura kendi iradelerini yanlış kullanarak düşüyorlar.