Şeytanın hayalin bir özelliğinden yararlanarak vesvese vermesi
Şimdi size bazı kelimeler söyleyeceğim. Sizler kelimeyi işittiğinizde ilk aklınıza gelen şeye dikkat ediniz… Gece… Siyah… Doğu… Yaz…
Muhtemelen aklınıza geceyi işittiğinizde gündüz, siyahı işittiğinizde beyaz, doğuyu işittiğinizde batı ve yazı işittiğinizde de kış gelmiştir. Yani söylenen kelimelerin tam zıttını hatıra getirmişsinizdir.
Bunun sebebi şu kaidedir: Hariçte uzaklık sebebi olan zıtlık, hayalde yakınlık sebebidir. Yani hakikatte gece ile gündüz, siyah ile beyaz, doğu ile batı ve yaz ile kış arasında son derece uzaklık vardır. Ve bu zıtlar gerçekte asla bir araya gelemezler. Ama hayal zıtları bir araya getirmektedir ki, buna bir fikrin başka bir fikri çağrıştırması manasında “tedai-yi efkâr” denilir.
Tedai-yi efkârın sebebi, eşya arasında bazı gizli münasebetlerin var olmasıdır. Hatta hiç ümit etmediğimiz şeyler içinde bu münasebet ipleri bulunur. Bu münasebetler ya bizzat bulunur veya hayal meşgul olduğu sanata göre o ipleri yapmış ve onları birbirine bağlamıştır. İşte bu sebepten bazen mukaddes bir şeyi görmek veya düşünmek çirkin bir şeyi hatıra getirir. Kişi namazda iken veya dua ederken ya da ilahî huzurda bir ayeti tefekkür ederken şu tedai-yi efkâr kişiyi tutup en uzak maleyani ve rezil işlere sevk eder.
Hem bazen kalp yorulur, fikir kendini eğlendirmek için rastgele şeylerle meşgul olur. İşte şeytan bu anda fırsat bulur, pis şeyleri önüne serper ve sürer. Şeytan vesvesenin bu madenini çok işlettirir.
Bu vesveseden kurtulmanın çaresi ise asla telaş etmemek. “Ne kusur ettim?” diyerek araştırmayla meşgul olmamak ve hayalin pis şeylerle meşgul olduğunun farkına vardığımızda hemen tefekküre dönerek kaldığımız yerden devam etmektir. Zira üzüldükçe ve ehemmiyet verdikçe o zayıf hatırlama ve çağrışım artık kuvvetlenir ve hayalin bir hastalığı olur.
Hem bilmeliyiz ki, bu, kalbin bir hastalığı değildir. Ve bu nevi hatıralar genelde ihtiyarsızdır, kişinin iradesini pek dinlemez. Bu yüzden mesuliyeti de yoktur.
Hem tedai-yi efkârda sadece yakınlık vardır, temas ve birbirine karışmak yoktur. Onun için fikirlerin keyfiyetleri birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez. Nasıl ki, şeytan ile melek ilhamlarının kalpte yakınlığı var ve nasıl ki, iyiler ile kötülerin birbirine yakınlıkları ve bir meskende durmaları zarar vermez. Aynen öyle de fikirlerin birbirini çağrıştırması sebebiyle istemediğimiz pis hayallerin nezih fikirlerin içine girmesi de zarar vermez. Ancak kasten olursa veya zarar gördüğünü zannederek fazla meşgul olsa o zaman zarar görür.
Şimdi bu vesvesede şunları öğrendik:
1- Hariçte uzaklık sebebi olan zıtlık, hayalde yakınlık sebebidir.
2- Fikirlerin birbirini çağrıştırması sebebiyle mukaddes bir manayı tefekkür ederken bazen çirkin bir mana hayale gözükebilir.
3- Kalbin yorulduğu ve fikrin kendini eğlendirmek için rastgele şeylerle uğraştığı bir anda şeytan pis hatıraları önüne serebilir.
4- Bu hatıralar kalbin bir hastalığından dolayı değildir ve ihtiyarsız olarak akla gelir.
5- Kişi bu tür hatıralardan -kasten yapmadıkça- mesul olmaz.
6- Mukaddes manalar ile pis şeyler birbirine bulaşmaz, aralarında ne temas vardır ne de sirayet.
7- Eğer kişi bu pis hayallerden zarar gördüğünü zannederse ya da onlardan kurtulmak için uğraşırsa işte o zaman zarar görür. Zaten şeytanın istediği de budur. Zarar gördüğü zannı ile ümitsizliğe düşürmek ya da kurtulmaya çalıştırarak o zayıf hatırayı kuvvetlendirmektir.
8- Bu vesveseden kurtulmanın çaresi asla telaş etmemek. “Ne kusur ettim?” diyerek tetkikle meşgul olmamak ve hayalin pis şeylerle meşgul olduğunun farkına vardığımızda hemen tefekküre dönerek kaldığımız yerden devam etmektir.
Allah razı olsun