Şeytanın yüzler delille ispat edilen bir iman hakikatini bir şüphe ile inkâr ettirmek istemesi
Bir saray farz ediyoruz. Bu sarayın 100 kapısı olsun. Ve bu yüz kapının 99 tanesi açık ve sadece biri kapalı olsun. Bizler saraya davet ediliyoruz ve oraya girmek istiyoruz.
Acaba yapmamız gereken şey açık 99 kapıdan birisini mi kullanmaktır?
Yoksa kapalı olan kapının önünde bekleyerek, “Bu kapı kapalı, bu saraya girilmez.” diyerek saraya girmekten vazgeçmek midir?
Elbette yapmamız gereken şey açık olan bir kapıdan içeriye girmektir. Zaten içeriye girdiğimizde kapalı olan kapıyı da içeriden açmamız mümkündür. Şimdi biz açık bir kapıdan saraya girerken birisi gelse ve dese ki, “Bu saraya girilmez, bak bu kapı kapalı.”; siz elbette o kişiye derdiniz ki, “Evet, bir kapı kapalı gibi gözüküyor; ama bak bu sarayın 99 kapısı ağzına kadar açık. Kapalı bir kapı ile meşgul olup açık kapıları görmemezlikten gelmek insaf ehlinin işi olamaz. Hem ben bu saraya şu açık kapılardan bir gireyim, o zaman kapalı zannedilen kapıda kendiliğinden bana açılır.”
Misalimizdeki saray bir iman hakikatidir. Açık olan kapılar ise o iman hakikatini ispat eden delillerdir. Kapalı kapı ise o iman hakikatinde anlayamadığımız ve kavrayamadığımız meseledir. Açık bir kapıdan saraya girerken gelen ve “Bu saraya girilmez, bak bu kapı kapalı.” diyen kimse de şeytandır.
Evet, şeytanın mühim bir desisesi insanın fikir selametini ve iman hakikatlerine karşı sıhhatli muhakemesini bozmaktır. Şeytan bir iman hakikatini ispat eden yüzlerce delilin hükmünü o iman hakikatinin yokluğuna delalet eden bir emare ile kırmak ister.
Mesela muhteşem bir saray farz ediyoruz. Öyle bir saray ki, içinde yüzlerce odası var. Her bir odası son derece hikmetle inşa edilmiş. Ve sarayın her bir taşında da saray kadar nakışlar var. Bu saray yoktan yapılmasıyla, içindeki nakışlarla, intizamlı idaresiyle, hikmetli tedbiriyle ve daha birçok hâlleriyle bir padişahın ve sultanın varlığına delalet etmekte iken şeytan insana sarayın görünüşte intizamsız ve hikmetsiz gibi gözüken bir taşını gösterir. Âdeta bu taşı onun gözüne sokar ve der ki: “Eğer bu sarayın bir padişahı olsaydı bu taş böyle hikmetsiz, nakışsız ve intizamsız kalmazdı. Demek bu saray tesadüfün işi, kendi kendine olmuş.”
Bu vesveseye kapılan zavallı kişi de sarayda sultanın varlığını ispat eden onlarca hâli, tavrı ve delili bir kenara bırakarak küçük bir emareyi binler delil kuvvetinde bir delilmiş gibi kabul eder; şeytanın sözünü dinler ve sarayın sultanını inkâr eder.
Misalimizdeki saray şu kâinattır. Bu kâinat sarayının odaları ise yıldızlar ve gezegenlerdir. Dünyamız ise bu sarayın sadece küçük bir odasıdır. Evet, kâinat öyle bir saraydır ki, yıldızlar bu sarayın kandilleridir, kocaman güneş bu saraydaki dünya odasının sobası ve lambasıdır. Ay bu odanın gece lambası ve takvimidir.
İşte şeytan her hâliyle ve her şeyiyle sahibi, maliki ve sultanı olan Allah’a işaret eden bu kâinat sarayındaki küçücük bir intizamsızlığı göze göstererek Allah’ın varlığından şüpheye düşürmek hatta Allah’ı inkâr ettirmek ister. Ve bazen de başarılı olur. Sizler şeytanın Allah’ın varlığı hakkındaki bu vesvesesini diğer iman hakikatlerine kıyas ediniz.
Bu vesveseden kurtulmanın çaresi şunu bilmektir: Bir tek kapının açılmasıyla iman sarayına girilebilir. Ve saraya girilince de kapalı zannedilen diğer kapılar açılır. Sarayın 99 kapısı açık olsa, bir iki tanesi kapalı gibi gözükse kimse o saraya girilemeyeceğini söyleyemez. İman hakikatleri bu saraydır. O iman hakikatini ispat eden her bir delil ise anahtardır, hakikati ispat ediyor. Kapıyı açıyor. Bir tek kapının kapalı kalmasıyla o iman hakikatinden vazgeçilmez ve o iman hakikati inkâr edilemez.