Şeytanın amelin sahih olup olmadığında şüpheye düşürerek vesvese vermesi
Şeytanın amel cihetinde en çok verdiği ve kişiyi en çok muzdarip ettiği vesvese, “Acaba amelim sahih oldu mu?” dedirtmek suretiyle verdiği vesvesedir.
Bu vesveseye yakalanan kişilerin saatler süren gusül abdesti aldıklarını, kıldıkları namazı defalarca tekrar ettiklerini, abdest alıp oturduktan sonra, “Acaba şu uzvumu yıkadım mı?” diyerek tekrar kalkıp abdest almaya gittiklerini çokça duymuşsunuzdur. Hatta namaza durup niyet ettiklerinde bile, “Acaba niyetim oldu mu?” diyerek defalarca niyeti tekrar ederler ve bir türlü namaza başlayamazlar.
Bu vesvesenin 3 merhemi vardır:
1. Merhem: Fıkıh ilmini bilmek ve bu sayede amelin ölçüsüne vâkıf olmaktır. Zira bu vesvesenin gelmesinin en büyük sebebi onun cehaletidir. Bu bölümde kişiyi en çok vesveseye düşüren amellerin ölçülerini nakil edeceğiz ki, şeytan amelinin sahih olup olmadığı hususundan ona vesvese veremesin.
- Hanefî mezhebinde bir elbiseye namaza mâni olacak bir necaset bulaşsa ama pisliğin yeri belirlenemese elbisenin tamamını yıkamaya gerek yoktur. Elbisenin bir bölümünü yıkamak kâfidir. Pislik başka yerde olsa ve yıkanmasa dahi artık bu elbise temiz sayılır ve onunla namaz kılınabilir.
- Bir kimse namazda 3. rekâtta mı yoksa 4. rekâtta mı olduğunu belirleyemese bakılır, eğer bu kişi böyle bir kararsızlığa çokça düşüyor ve bu tür vesvese ona çokça geliyorsa kuvvetli zannı hangi rekâtta olduğuna hükmediyorsa ona göre namazını tamamlar ve sehiv secdesi de yapmaz. Zannında yanılmış olsa ve namazı eksik ya da fazla kılsa bu, namazına zarar vermez. Çünkü insan, gücünün yettiği ile mükelleftir.
-
Bir insan tuvaletten çıktığında üstüne küçük abdest bulaştığını zannetse eğer bu zan bir delilden gelmiyorsa elbisesinin üstüne su serper. Bu sayede elbisesinde ıslak yer arama telaşından kurtulur. Elbisesinde gördüğü ıslaklığı serptiği suya hamleder. Bunu yapan kişinin gözünden elbisesine bulaşan küçük abdest izi kaçsa ve elbisesi hakikatte kirli olsa dahi bu ondan mesul değildir.
-
Bir kimse vakit namazını kılıp kılmadığından şüphe etse eğer vakit çıkmamışsa o namazı kılar. Ama eğer vakit çıkmışsa o namazı kılmaz. Çünkü Müslüman’ın namazını vaktinde kılması esastır. Böyle vakit çıktıktan sonra şüphe eden ve vakit çıktığı için namazı kılmayan kişi hakikatte o namazı kılmamış olsa dahi o bundan mesul değildir.
-
Bir kimse abdest aldıktan sonra bir uzvunu yıkayıp yıkamadığı hususunda şüphe etse bakılır, eğer o kişi bu tür bir şüpheye hiç düşmüyorsa döner ve şüphe ettiği uzvu yıkar. Hanefîlere göre abdesti baştan alması gerekmez, sadece yıkamadığını zannettiği uzvu yıkar. Ama bu tür şüpheye devamlı düşen birisi ise bu, vesvese kabul edilir ve o kişi şüphe ettiği uzvunu yıkamaz. Velev ki, abdest anında o uzvu yıkamamış olsa dahi o bundan mesul değildir ve abdesti öylece kabuldür.
-
Bir kimse namaz kılarken zamm-ı sureyi bitirdikten sonra ya da zamm-ı sureyi okurken Fatiha suresini okuyup okumadığından şüphe etse Fatiha süresini tekrar okuması gerekmez. Çünkü asıl olan Fatiha suresini namazın başında okumasıdır ve sadece şüphe onun okumadığını göstermez. Bu şüpheye düşenin yapacağı şey, Fatiha suresini okumuş kabul ederek namazını tamamlamaktır.
-
Gusül abdesti alan bir kişi gusülden sonra bir uzvunu yıkayıp yıkamadığından şüphe etse bakılır, bu tür şüphe her zaman kendisine gelmeyen biri ise döner ve kuşkulandığı uzvu yıkar. Ama bu vesvese her zaman kendine gelen birisi ise o uzvunu yıkanmış kabul eder. Hakikatte yıkanmamış olsa bile bu guslüne zarar vermez. Kuvvetli bir zan ile her tarafının yıkandığına hükmettiğinde abdestini tamamlamış olur. Gusül abdesti almak için saatlerce yıkananlara herhâlde bu fetva bir merhem olacaktır.
-
Bir kimse abdest aldığından emin olsa bozup bozmadığını ise hatırlayamasa abdestli kabul edilir. Çünkü abdest aldığı bilgisi yakîndir. Yani kesin bilgidir. Abdestini bozması ise şektir, yani şüphedir. Şüphe ise kesin bilgiyi hükümden düşüremez.
Eserimiz vesvese ile alakadar olup müstakil bir fıkıh eseri olmadığından bu kadar fetva ile yetinerek işin aslını ilgili fıkıh eserlerine havale ediyoruz. Burada naklettiğimiz fetvalardan özellikle şunu anlamalıyız ki, dinde zorluk yoktur. Din kolaylıktır. Dini kendisine zorluk yapanlar bu dinin hakikatini bilmeyenler ve fıkıh ilminden çok uzak olanlardır.
2. Merhem: Ehl-i Sünnet itikadında olan birisi bu vesveseye yakalanmaya layık değildir. Zira Ehl-i Sünnet itikadınca Cenab-ı Hakk bir şeyi emreder, o güzel olur. Bir şeyi de yasaklar, o çirkin olur. Yani emir ile güzellik, yasak ile de çirkinlik tahakkuk eder. Yoksa bir şeyin güzel veya çirkin olması o şeyin bizzat kendi zatına ait değildir.
Mesela içkinin pis olması Cenab-ı Hakk’ın onu yasaklaması ve ona pis demesinden ötürüdür. Suyun temiz olması ise Cenab-ı Hakk’ın ona temiz deyip helal etmesinden ötürüdür. Ya da inek etinin helal olması Allah’ın ona temiz deyip helal etmesinden, domuzun haram olması ise Allah’ın ona pis deyip yasaklamasından ötürüdür.
Bunlar gibi, kulun bilgisi olmadığı için hakikatte kusurlu ve eksik olan bir amele Allah güzel derse o amel güzelleşir ve kabul edilir. Zira ameldeki güzellik ve çirkinlik kulun bilgisine bakar ve ona göre şekillenir.
Mesela bir yolcu, eşyalarının arasında su olmadığını zannederek namaz kılmak için teyemmüm etse ve namazını kılsa, daha sonra eşyalarının içinde suyu bulsa bu kişi İmam-ı Azam ve İmam Muhammed’e göre namazı iade etmez. Zira bu kişinin suyun varlığına bilgisi yoktur. Bilgi olmazsa kudret de olmaz. Ve kudret olmazsa mesul de olunmaz… Görüldüğü gibi, su varken teyemmüm alınamazken kişinin suyun varlığından haberi olmadan teyemmüm ederek kıldığı namaz kabul edilmiştir. Bunun sebebi, güzellik ve çirkinliğin kulun bilgisine bağlı oluşudur. Kul suyun varlığını bilmediğinden hakikatte çirkin ve caiz olmayan bir amel onun için güzel ve caiz olmuştur. Zira güzellik veya çirkinlik amelin dünyaya bakan yüzünde değil, ahirete bakan yüzündedir.
Bu sırdandır ki, siz abdest alsanız ya da namaz kılsanız hâlbuki abdestiniz veya namazınız eksik olsa ya da abdest ve namazı bozacak bir durum meydana gelse ama siz bunu bilmeseniz hem namazınız hem de abdestiniz geçerlidir. O hâlde sözün özü: İslam’ın zahirine uygun olarak işlediğimiz amele “Acaba sahih oldu mu?” diyerek vesveseye kapılmamalıyız. Fakat, “Kabul olmuş mu?” diyerek gururlanmamalıyız.
3. Merhem: Madem dinde zorluk yoktur ve dört 4 mezhep haktır. O hâlde kişinin ameli bu 4 mezhepten birine uygun düşse yeterlidir. Zira amelden sonra taklit caizdir.
Mesela Hanefî olan bir kimsenin abdesti vücudundan kan çıkınca bozulur. Şimdi bir Hanefî namazını kılsa ve namazı tamamlandıktan sonra elinde kan görse namazını iade etmesi gerekmez. Çünkü kan Şafiîlere göre abdesti bozmaz ve amelden sonra taklit caizdir. Ancak bu kanı namaz kılarken görürse ya da daha evvel kanadığını gördüğü hâlde abdest almayı unutarak namazını kılmışsa o zaman iade eder. Çünkü birinci durumda kanın varlığından haberdar değildir ve namazını tamamlamıştır. İkinci durumda ise daha namazı bitmemiştir ve kanın varlığını namazdan önce bilmesine rağmen kendi kusuruyla abdesti unutmuştur. Demek asıl olan, kişinin kusurunun ve bilgisinin olup olmadığıdır.
Yine İmam Yusuf hamamda gusül abdesti alarak cumayı kılar. Sonra da kendisine hamamın kuyusunda ölü bir fare bulunduğunu haber verirler. Hanefî mezhebine göre, o büyüklükteki bir kuyuda ölü fare suyu kirletir ve onun ile abdest alınamaz. Yani hakikat-i hâlde İmam Yusuf cuma namazını abdestsiz kılmış gibi gözükmektedir. Buna karşı İmam Yusuf der ki, “Şafiî olan kardeşlerimizin görüşünü alırız. Onlara göre, su 15 teneke olursa pislik taşımaz.”
O hâlde biz artık ameldeki vesveseyi atalım ve şeytana diyelim ki, “Bizdeki bu vesvese hâli bir zorluktur, hakikatin kendisine vâkıf olarak amelin sahih olup olmadığını anlamak güçtür. Bu da dindeki kolaylığa zıt ve din kolaylıktır kaidesine uygun değildir. Elbette benim amelim bir hak mezhebe uygun gelir. O da bana kâfidir. Hem ben âczimi itiraf ediyorum ki, ibadeti layık-ı vechiyle eda edemiyorum, bundan dolayı da Allah’a yalvararak ve hatalarıma istiğfar ederek merhametine sığınıyorum. Benim bu hâlim kusurumun af ve kusurlu amelimin kabul olunmasına inşaallah bir vesiledir. Zira vesveseli kişi için tövbeyi netice veren kusurunu anlamak gurura kapı açan ameli güzel görmekten daha evladır.”
Yani böyle vesveseli adam amelini güzel görüp gurura düşmektense amelini kusurlu görüp istiğfar etmesi daha evladır.