Vesveseden Kurtuluş

İmani meselelerde şüphe suretinde gelen vesvese

Vesvesenin en çok gözüktüğü yerlerden biri; Allah’ın varlığı, meleklerin varlığı, ahiretin varlığı, Kur’an’ın hak kitap, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in de hak peygamber olması gibi iman ile ilgili meselelerde gelen vesvesedir.

Bu vesveseye yakalanmış kimselerden şu sözleri işitmişsinizdir: “Namaz kılarken aklıma, hep ya Allah yoksa o zaman kıldığın namaz boşuna gidiyor, sözü geliyor. Bu sesi susturmak için uğraşıyorum, ama ben susturmaya çalıştıkça ses büyüyor. Bu sesle uğraşmaktan namazın hangi rekâtında olduğumu bile  unutuyorum.”

İşte bu vesvese sahipleri devamlı şu tip sözleri içlerinden işitirler:

“Ya Allah yoksa… Ya ahiret yoksa… Ya Kur’an Allah’ın kitabı değilse… Ya Hz. Muhammed peygamber değilse… Hatta peygamberlik diye bir şey yoksa… Melekleri hiç görmedim, ya melekler de yoksa…”

Bunlar gibi bitmeyen vesveseler, susturulamayan sesler… Bu sesleri susturamayan biçare adam bazen çareyi Allah’ın huzurundan kaçmakta ve ibadetten uzaklaşmakta arar ve zarara düşer.

Bu vesveseye yakalanan kişi hayal etme ile akıl etmeyi birbirine karıştırmaktadır. Yani hayale gelen bir vesvese ve şüpheyi akla girmiş zannederek inancına ve itikadına zarar geldiğini zanneder. Hayalinde şekillendirdiği bu şüpheyi imana zarar veren, aklının tasdik ettiği ve doğruladığı bir şüphe kabul eder. Hâlbuki bu şüphe ne akıldadır, ne aklın tasdik ettiği bir şeydir, ne de onun imanına ve inancına zarar verebilir. Bu şüphe şeytanın hayale attığı bir vesvesedir.

Hem bazen, “Acaba Allah olmasaydı, bu âlem kendi kendine var olabilir miydi? Acaba Kur’an gibi bir kitabı bir beşerin yazması mümkün müdür?” gibi küfrü gerektiren bir şeyi tefekkür eder. Ve bu tefekkürü dinden çıkıp küfre girmek zanneder. Yani inkârın sebebini ve imandan başka hiçbir yolun doğru olmadığını anlamak için tefekkürü, tetkikatı, iman ve küfür ortasındaki tarafsızca muhakemeyi imanın zıttı ve küfre girmek zanneder.

Neticede şeytanın telkinlerinin bir eseri olan şu zanlardan ürkerek: “Eyvah, kalbim bozulmuş, inancıma zarar gelmiş, ben dinden çıkmışım!” der. Ve bu vesveseler genellikle onun iradesi dışında olduğundan ve iradesiyle bu vesveseleri ıslah edemediğinden ümitsizliğe düşer.

Bu vesveseden kurtulma çaresi

Bu yaranın merhemi şu hakikatleri bilmektir ki, küfrü gerektiren şeyleri hayal etmek insanı dinden çıkarmaz. Küfür tevehhüm etme yani inkârı farz etme ve vehmetme kişinin imanına zarar vermez. Küfrü zihnen düşünme ve olasılığını ölçmek için tefekkür etme kişiyi kâfir yapmaz.

Çünkü hem hayal etme, hem vehmetme, hem tasvir etme, hem de tefekkür etme aklın  tasdikinden ve kalbin kabulünden ayrı ve farklı şeylerdir. Hayal, vehim, tasvir ve tefekkür kabiliyetleri bir derece serbesttir. İnsanın cüz-i iradesine pek boyun eğmezler ve söz dinlemezler. Ve bunların insan iradesi dışındaki hareketlerinden dolayı insan mesul değildir ve onların yaptıklarından dolayı hesaba çekilmeyecektir. Bunun delili şu ayettir:

“Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.” (Bakara suresi 286. ayet). Demek günahların kalpten geçmesi affedilmiştir. Hatta yapılmasına karar verilip yapılmadan pişman olunarak tövbe edilen günahlar bile affedilmiştir.

Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Allah-u Teâlâ ümmetimden  her birinin gönüllerinin vesvese ettiği hatıraları kul onları işlemediği veya söylemediği müddetçe affeylemiştir.” Bu hadisten de anlaşılmaktadır ki, insanın iradesi dışında kalbinden geçen kötülükler ve içinden geçen vesveseler affedilmiştir.

Yine şu ayet:

“Dünya hayatının geçici menfaatlerini aramak için namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa şüphesiz Allah zorlanmalarından sonra onlar için bağışlayıcı ve ziyade acıyıcıdır.” (Nur suresi, 33. ayet)…

Bu ayetle ifade ediliyor ki, cariyeler fuhşa zorlandıkları ve bu işten kurtulmaya güçleri yetmediği takdirde Allah-u Teâlâ hiç kimseye gücünün yetmeyeceği şeyi yüklemediğinden dolayı onları bu işten mesul tutmayacağı gibi, üstelik mağfiret buyuracaktır. Demek teklif gücün yettiği iledir. Ve madem insanların iman hakikatleri ile ilgili içlerine gelen vesveseleri kovmaya güçleri yoktur, o hâlde onlar bu tür şüphe ve vesveselerin varlığından dolayı mesul değildir.

İbni Abbas ile İbni Amr bir kere karşılaştıklarında, İbni Abbas İbni Amra, “Sana göre Kur’an’da en ümit verici ayet hangisidir?” dedi. İbni Amr,

“Ey kendi nefisleri aleyhinde israf edip haddi aşan kullarım, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz! Çünkü şüphesiz ki, Allah bütün günahları bağışlar. Muhakkak ki, O çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.” (Zümer süresi 53. ayet) mealindeki ayettir deyince; İbni Abbas buyurdu ki, bana göre şu ayettir:

“Bir zaman İbrahim (a.s.) ‘Ey Rabb’im! Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster.’ dedi. Allah, ‘İnanmadın mı?’ buyurdu. O da ‘Evet inandım, fakat kalbimin mutmain olması ve yatışması için bunu istiyorum.’ dedi.” (Bakara suresi 260. ayet).

İşte benim en çok sevdiğim ayet budur. Zira İbrahim (a.s.), “Ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster!” dediğinde Allah kendisine, “Yoksa inanmadın mı?” buyurunca; “Tabi inandım, ama kalbimin mutmain olması için.” dedi. Allah-u Teâlâ İbrahimin bu sözünden razı oldu. Bundan da insanın içine gelen düşünce ve vesveselerin imana zarar vermeyeceği anlaşılmış olur.

Demek ki, tasdik ve kabul iradeye bakar ve bir ölçüye bağlıdır. Hayal etme, vehmetme, tasvir etme ve tefekkür etme ise tasdik ve kabul gibi değildirler. Bir ölçüye ve iradeye tabi olmazlar. O hâlde şüphe ve tereddüt sayılmazlar. Ancak bu vesveseler kişinin iradesi işin içine girerek lüzumsuz tekrar ederse ve her vakit cüzi iradesini bu meselelerde kullanır, “Allah olmayabilir mi? Ahiret olmayabilir mi?” gibi düşünce ve şüphelerle isteyerek uğraşırsa o vakit hakiki bir nevi şüphe meydana gelir. Ve sahibi zarar görür. İman hakikatlerine tarafsızca baka baka sonunda muhalif tarafı kabullenir, kendisine vacip olan hakkı kabullenmesi kırılır.

Mesela “Acaba Allah olmazsa bu âlem olabilir miydi?” der ve bu sorunun cevabını tarafsızca muhakemeye başlar. Bu kısa muhakeme, “Allah olmasaydı bu âlem asla var olamazdı ve madem var olmuş, o hâlde Allah var.” diyerek sonuçlanırsa sahibi bundan zarar görmez. Yok her vakit mesaisini bu tür meselelerde gereksizce harcar ve ilmî meselelere vukufiyeti de yoksa öyle bir hâle gelir ki, imansızlık cihetini kabullenir. O hâlde bu tür muhakemelere ihtiyarıyla girmek isteyen ve bu tip meseleleri tefekkür eden adam ilk önce iman tarafının o meseledeki delillerini öğrenmeli ve tefekküre öyle başlamalıdır.

Doğruyu öğrenmeden kıt anlayışı ile doğru ve yanlışı bulmaya çalışanlar yanlışın kucağına düşebilirler.

Bir zamanlar imam iken sonraları azılı bir din düşmanı olan bir bedbaht işte böyle bir muhakemenin neticesinde ebedî saadetini kaybetmiştir. Şöyle ki, bir gün yerleri süpürürken toz çıkmasın diye yere su serper. Yerden sıçrayan sular duvarda şehir şeklini alır ya da şeytan ona öyle gösterir. Bu bedbaht kendi kendine o anda der ki, “Acaba şu duvardaki şehir gibi, şu kâinatta tesadüfi olabilir mi?” ve bu muhakeme onun dinden çıkmasına hatta daha da ileri giderek azılı bir din düşmanı olmasına sebep olur. O bu muhakemeyi yapmadan önce iman hakikatlerinin ve Allahın varlığının delillerini öğrenseydi elbette tarafsızca muhakeme ona zarar veremezdi. O hâlde tarafsızca muhakeme edenleri yani “Ne var ne yok diyelim, öylece araştıralım; sonra neticeye varalım.” diyenleri mağlup eden şey, araştırdıkları meselenin delillerini bilmemektir.

Şeytanın bu hilesinden kurtulmak için bilhassa iman hakikatlerinin anlatıldığı eserleri ve bu eserlerin başında Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur külliyatını bol bol okumak gerekir.

İman hakikatleri hakkında gelen en mühim vesvese şudur ki: Vesveseli adam imkân-ı zati ile imkân-ı akliyi birbirine karıştır.

İmkân-ı zati bir şeyin aslında ve zatında mümkün olmasıdır.

İmkân-ı akli ise bir şeyin aklen mümkün görmektir ki, bu ikisi arasında dağlar kadar fark vardır.

İmkân-ı zati ile imkân-ı aklinin farklarını bilmeyen birisi bir şeyi zatında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen olabilir zanneder. Hâlbuki kelam ilminin bir kaidesidir ki, imkân-ı zati yani bir şeyin zatında mümkün olabilmesi kesin ve sağlam bilgiye zarar vermez ve onu hükümden düşürmez.  Mesela şu dakikada Karadenizin batması zatında mümkündür. Ve imkân-ı zati ile muhtemeldir. Hâlbuki bizler yakînen o denizin yerinde olduğunu şüphesiz biliyoruz ve böylece hükmediyoruz. Karadenizin zatında batmış olma ihtimali veya zihnen bu ihtimali düşünmemiz bize zarar ve şüphe vermemekte, Karadenizin hâlihazırda mevcut olduğu hususunda bizim yakîn ve inancımızı bozmamaktadır.

Yine mesela şu güneş zatında mümkündür ki, bugün batmasın veya yarın doğmasın. Bunlar imkân-ı zati ile mümkündür. Hâlbuki bu ihtimal güneşin bugün doğup yarın batacağı inancımıza zarar vermez, şüphe getirmez. İşte bunun gibi, mesela iman hakikatlerinden olan dünya hayatının batması ve ahiret hayatının doğmasına imkan-ı zati cihetinden gelen vehimler, vesveseler ve içimizde şeytanın seslendirdiği ya ahiret yoksa sözleri inancımıza, imanımıza zarar vermez.

Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki, “Bir delilden meydana gelmeyen ihtimalin hiçbir ehemmiyeti yoktur.” kaidesi fıkıh usulü ve din usulü ilminin sabit ve değişmez bir kuralıdır. Madem iman hakikatleri noktasında gelen vesvese ve şüpheler irademiz dışında ve bir delile dayanmadan gelmektedir, o hâlde bunların hiçbir ehemmiyeti yoktur.

Buraya kadar şunları öğrendik:

1- İman hakikatleri hakkındaki vesvese ve şüpheler imanımıza ve itikadımıza asla zarar veremez.

2- Küfrü gerektiren şeyleri hayal etmek insanı dinden çıkarmaz. Küfür tevehhüm etme yani inkârı farz etme ve vehmetme kişinin imanına zarar vermez. Küfrü zihnen düşünme ve olasılığını ölçmek için tefekkür etme kişiyi kâfir yapmaz. Çünkü hem hayal etme, hem vehmetme, hem tasvir etme, hem de tefekkür etme aklın tasdikinden ve kalbin kabulünden ayrı ve farklı şeylerdir.

3- Bu vesveseler kalbin tasdiki ve aklın kabulü değil, bir derece serbest ve söz dinlemeyen hayalin, vehmin, tasvirin ve tefekkürün meyvesidir.

4- İmkan-ı akli ve imkan-ı zihni kesin bilgiye zarar veremez.

5- Bir delilden meydana gelmeyen ihtimalin hiçbir ehemmiyeti yoktur.

6- Kuran-ı Kerim zikrettiğimiz ayetleriyle imani meselelerde vesvesenin bir günah olmadığını bildirmiştir.

7- Unutmamak gerekir ki, aynadaki yılanın sureti ısırmaz, ateşin misali yakmaz ve pis bir şeyin aksi aynayı kirletmez. Öyle de hayal ve fikir aynasında küfrün ve şirkin akisleri, dalaletin gölgeleri ve küfre benzer çirkin sözlerin hayalleri itikadı bozmaz; imana zarar vermez ve hürmetli edebi kırmaz.

14 Yorum

  1. Allah razı olsun bunu yazandan, içimde hep bir korku vardı neden eskiden olduğu gibi rahat olamıyorum, bu düşünceler gitmiyor diye… insan kendi düşüncesi zannedebiliyor bazen bu vesvese denen şeyi, yahu 100 delilim de olsa yine de vesvese ağır gelebiliyor..

    1. HZ ALİ NİN BİR SÖZÜNÜ YAZMAK İSTEDİM BOŞ EVE HIRSIZ GİRMEZ BU YÜZDEN ŞEYTAN AKLIMIZA GİRMEYE ÇALIŞACAKTIR ÖNEMLİ OLAN BİZLERİN ONLA BAŞETMEMİZ ALLAH YARDIMCIMIZ OLSUN İNŞALLAH…..

  2. Essalamun aleykum yazilarinizi okudun biraz rahatladim fakat benim durumum farkli
    Ben elhamdulillah inanan bir muslumanim yillardir namazlarimi kilarim son aylarda inancima daha fazla onem gostermeye basladim fakat nedense su son haftalarda namazdayken icimden rabbime kufur geciyor kendimi zor tutuyorum cok tovbe ediyorum uzuluyorum korkuyorum imanim gittimi diye kafir mi oldum diye beni kahrediyor normal hayatta bir sikintim yok taki namaza durdugum vakit nefsin zorluyor afedersiniz rabbim bagisladin icimden tastik etmedigim dusunce geciyor bizi yoktan var eden rabbimize inanin cok korkuyorum cehenmemlik oldum diye
    Lutfen allah rizasi icin beni aydinlatin ne yapmam lazim inanin bunlari dusunmektense intahari bile dusunuyorum yeterki bunlari yasamayim rabbimin azabini ugramayim diye

    1. s.a. kardesim

      zannimca en iyi tedavi, kelime-i tevhidi cok cekmen olacaktir.
      Allah buyuruyorki: “Siz beni zikredin, bende sizi zikredeyim” (bakara 152)
      O halde , o alemlerin sultani, yerin gögün yaraticisi, bizi zikrettiginde, insallah birseyimiz kalmaz.
      Cok analimki allahutealayi, oda bizi cok ansin.

      Allah insallah yar ve yardimicimiz olsun.

      Vesselam

  3. Allah razı olsun içimizi rahatlattığınız için benim halim biraz daha zor şimdilerde artık bunun vesvese olduğunu biliyorumda şimdide rabbin varda neden sana yartdım etmiyo istese bu düşüncelerden senjn kurtarmazmı dioo içimdeki ses .ben nasıl bu hale geldjm bjlmjyorum. Kendjmden nefret etmeye başladım. Neolur dualarınızda bjzlerjde unutmayın bu hayatta yapılacak en büyük dua allah imandan kurandan ayırmasın olmalıymış bunun farkına vardım çünkü en büyük dert en büyük hastalık bu bence.

  4. Allah binlerce kere razı olsun. bu yazıyı yazandan. Böyle bilgilere çok ihtiyacımız var. Allah razı olsun

  5. ALLAH binlerce kez sizden razı olsun. Diğer yorum yapan arkadaşlar gibi benimde içime bu tür vesveseler düşünceler geliyor, tam da aradığımı buldum.. O kadar dini bilgimin olduğunu sanıyordum, meğer en önemli konuda bilgisizmişim.. Tekrardan ALLAH razı olsun.

Başa dön tuşu