Kur’an’ın delil talebine verdiği önem
Asrımızın mühim bir hastalığı, imani hakikatlere karşı lakayıtlık ve iman hakikatlerini ispat eden delillerden yüz çevirmektir. Maalesef bu hastalık sadece ehl-i gafleti değil, manevi âlemde yol almak ve terakki etmek için ciddi çalışan Müslümanları dahi kuşatmıştır. Hatta bir kısım Müslümanlar daha da ileriye giderek, imani konularda delil aramayı malayani kabul etmekte “Şüphemiz yok ki delile ihtiyacımız olsun.” demektedirler. Yani onlara göre iman hakikatlerini ispat eden delillerle uğraşmak, kalbî hastalıkların emaresidir ve şüphesi olmayanlar için gereksiz bir iştir. Bu görüş ve itikat, tamamen İslamî bilgi eksikliğinden ve cehalettendir. Bu sözü ancak, İslam’ın delile verdiği kıymeti bilmeyenler ve imanın mahiyetinden habersiz olanlar söyleyebilir.
İşte bu eserdeki amacımız: İslam’ın delile verdiği kıymeti beyan etmek, imanın kısımlarını izah ederek taklidi ve tahkiki imanın farklarını ortaya koymak ve bu sayede Müslümanları iman hakikatlerinin delillerini öğrenmeye teşvik etmektir. Şimdi meselemizi maddeler hâlinde incelemeye geçiyoruz.
Bu bölümde, Kur’an’ın delil talebine verdiği önemi ve delillerden yüz çevirmenin zemmini işleyeceğiz. Aslında bu konu hakkında hususi bir kitap yazılabilir. Zira Kur’an, baştan sona iman hakikatlerinin ispatından bahseder. Kim Kur’an’ı eline alarak sadece mealini bile okusa bu sözümüzü tasdik edecektir. Çünkü Kur’an, kâinatı iman hakikatlerine delil yapar. Güneş’ten, yıldızlardan, bulutlardan, yağan yağmurdan, esen rüzgârdan ve daha birçok eşyadan bahseder. Daha sonra da bunlardan iman hakikatlerine pencereler açar. Zikrettiği eşya ile Allah’ın varlığını, ahiretin tahakkukunu, Kur’an’ın hak kelam olduğunu ve diğer iman hakikatlerini ispat eder. Dolayısıyla “Delile ihtiyacım yok.” demek, bütün bu ayetleri manasızlıkla itham etmek olur. Bilakis delile çok ihtiyacımız var ki, Cenab-ı Hak, kelamında baştan sona iman hakikatlerinin delillerinden bahsediyor. Elbette bu, bir ihtiyaca binaendir.
Şimdi delillerden yüz çevirmeyi zem eden ve delilin imanı ziyadeleştirdiğine işaret eden ayetlerden bir kısmını beraber inceleyelim.
1. Ayet: “Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, onlardan yüz çevirerek üzerinden geçerler.” (Yusuf 105)
Bu ayet-i celiledeki “ayetten” maksat; Allah’ın varlığına, birliğine, isim ve sıfatlarına ait olan delillerdir. Zira çiçeklerden ağaçlara, karıncadan yıldızlara kadar her şey Allah’ın varlığına bir delildir ve O’nun birliğine şehadet ederler. Mezkûr ayette, bu delillerden yüz çevirerek üzerinden geçenler kınanmıştır. Acaba “Delile ihtiyacımız yok.” diyenler bu zemmin şümulüne dâhil değil midirler? Yani üzerine bastığı ot bile elli beş lisan ile Cenab-ı Hakk’ın varlığını haykırmakta iken, bu haykırışa kulak kapayanlar ve bu kulak kapamayı da sözde imanlarının kuvvetine verenler bu ayetteki zemden hissedar değil midirler? Allah-u Teâlâ bu ayette açık bir şekilde, yerde ve gökte bulunan delilleri okumamızı bizden istemekte ve yüz çevirmemizi de kınamaktadır. O hâlde bir Müslüman’ın ilk işi, bu delilleri okumayı öğrenmek, delillerden yüz çevirme fiilini terk etmek ve bu sayede ayetteki zemme muhatap olmaktan kaçınmaktır.
2. Ayet: “Onların gözleri üzerinde bir perde vardır.” (Bakara 7)
Ayette geçen “gözdeki perde” tabirini İmam-ı Maturidi şöyle izah eder: Bu perde, hakiki bir perde değildir. Kişi, âlemdeki delilleri görüp medlule yani kendisine delalet edilen Allah’a intikal edemediği için, gözünde bir perdenin olduğu kabul edilmiştir.
Demek bu perde, başta Allah’ın varlığı ve birliği olmak üzere, iman hakikatlerini ispat eden delilleri okuyamamaktır. O hâlde kim “Delile ihtiyacım yok, şüphem yok ki delile ihtiyacım olsun.” diyerek eşyadaki delilleri okumaktan yüz çevirir ve bir çiçekten, kelebekten, kuştan veya herhangi bir eşyadan Allah’ın varlığına ve diğer iman hakikatlerine pencereler açamazsa “Onların gözünde bir perde vardır.” ayetiyle belirtilen zümreye dâhil olur. Allah bizi bu zümreye dâhil olmaktan muhafaza etsin! O hâlde bir Müslüman’ın ilk işi, gözündeki perdeyi kaldırmak ve yırtmaktır. Bu da ancak delilleri talep etmek ile olur.
3. Ayet: “Bir zamanlar İbrahim: ‘Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!’ demişti. Allah-u Teâlâ: ‘Yoksa inanmadın mı?’ buyurdu. İbrahim: ‘İnandım; fakat kalbimin mutmain olması için istiyorum.’ dedi.” (Bakara 260)
Acaba İbrahim (a.s.) gibi ulu-l azim bir peygamber bile kalbinin mutmain olması için, öldükten sonra dirilmeye dair bir delili Cenab-ı Hak’tan isterse bize ne oluyor da delil talep etmeyi terk ediyor ve “Şüphemiz yok ki delile ihtiyacımız olsun.” diyebiliyoruz. Acaba imanımız Hz. İbrahim’in imanından daha mı yüksek ki, o delile ihtiyaç duyarken biz delille uğraşmayı malayani biliyoruz?
Şık ikidir: Ya imanımız Hz. İbrahim’in imanından daha yüksek ki; o, delile ihtiyaç duyarken biz duymuyoruz. Ya da imanın mahiyetinden habersiz olarak nefsin maskarası olmuşuz, bizimle dilediği gibi oynuyor? Cevabı size bırakıyoruz!
4. Ayet: Bakara suresinin 260. ayetinde Üzeyir (a.s.)’ın bir kıssası zikredilir. Kıssanın özeti şöyledir: Üzeyir (a.s.) virane bir şehre gelir ve “Ölümünden sonra Allah bunu nasıl diriltecek?” der. Allah-u Teâlâ da ona bir delil göstermek için onu öldürür ve tam yüz sene bu hâl üzere bırakır ve daha sonra tekrar diriltir. Bu yüz senede yiyeceği ve içeceği bozulmamış, ama eşeğinin kemikleri çürümüştür. Geçen yüz sene, Üzeyir (a.s.)’a bir gün gibi gelmiştir. Ancak eşeğinin çürüyen kemiklerini gördüğünde yüz sene ölü olarak kaldığını anlamıştır. Allah-u Teâlâ Üzeyir (a.s.)’ın “Ölümünden sonra Allah bunu nasıl diriltecek?” sözüne bir cevap olması için, gözü önünde eşeğini tekrar diriltir. Kemikler, Allah’ın emriyle bir araya gelir ve ete bürünerek eski hâlini alır. Yüz sene önce “Ölümünden sonra Allah bunu nasıl diriltecek?” diyen Üzeyir (a.s.), eşeğinin gözü önündeki haşrini gördüğünde şöyle der: “Şimdi biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir.”
Kıssanın tafsilatını ilgili ayet-i kerimenin tefsirine bakarak öğrenebilirsiniz. Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz nokta şurasıdır: Üzeyir (a.s.) iki farklı söz söylemiştir. Birincisi, şehre girdiği an söylemiş olduğu “Ölümünden sonra Allah bunu nasıl diriltecek?” sözüdür. İkinci sözü ise, eşeğinin tekrar diriltilmesini gördüğü an söylediği “Şimdi biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir.” sözüdür. Birbirinden farklı bu iki söz, delilin kıymetini ve imanın delil ile ziyadeleştiğini ispat eder.
Zira “İşitmek, görmek gibi değildir.” Yani görmekte öyle bir kuvvet vardır ki, işitmekte bu kuvvet yoktur. Bunun gibi, deliller ile takviye edilmiş bir imandaki kuvvet de delilsiz imanda yoktur.
Başta dediğimiz gibi, Kur’an’ın delile verdiği önem ve delillerden yüz çevirmeye ait zemmi hakkında hususi bir kitap yazılabilir. Biz bu dört delille iktifa ederek meselenin detayını Kur’an’ın manasına havale ediyoruz.
Çok beĞeniyorum.
bir de bu sitede her şeyi sesli okumalı yapsanız çok daha güzel olacaktır İnşaAllah