Kâinat kitabının kaderin varlığına olan şehadeti
Allah’ın iki farklı kitabı vardır. Birincisi, kelam sıfatından gelen Kur’an-ı Kerim’dir. İkincisi ise kudret sıfatından gelen kâinat kitabıdır.
Evet, kâinat bir kitaptır. Dünya, bu kitabın sadece küçük bir bölümüdür. Bahar mevsimi, bu kitabın sadece bir sayfasıdır. Her bir nev, mesela bir ağaç cinsi bu kitabın bir satırıdır. O cinsin tek bir ferdi, mesela bir incir ağacı bu kitabın bir kelimesidir. O ağacın meyvesi ise, bu kitabın bir harfidir. Meyvenin çekirdeği ise kâinat kitabının bir noktasıdır ki, bu noktada bütün kâinat yazılmıştır. Başka bir ifade ile okumasını bilenler için koca kâinat, bir noktada özetlenmiştir.
Her iki kitap da, kendilerine mahsus lisanlarla Hakk’ı ve hakikati anlatır. Hatta kâinat kitabı, Kur’an’ın güzel bir tefsiri ve izahıdır. Kur’an’da anlatılan bütün hakikatler, kâinat kitabında göze gösterilmiştir. Âdeta hakikatler tecessüm etmiş, yani vücut bulmuştur. Bizler bu makamda sadece kâinat kitabının, Kur’anî bir hakikat olan kaderin varlığına yaptığı şehadetten bahsedeceğiz.
Şöyle ki: Bu kâinat, kudret kalemiyle yazılmış ilahî bir kitaptır. Atomlar, bu kitabın mürekkebi hükmündedir. Bir binanın inşasında kullanılan maddi kalıplar, içlerine dökülen harcın taşmasına mâni olduğu gibi, kaderin manevi kalıpları da bu âlemde maddeyi ve eşyayı aynı şekilde sınırlandırmış, en faydalı bir şekle sokmuştur. Bu hakikati şu şekilde izaha çalışalım: Elimize aldığımız kalem ve onun içindeki mürekkep emre hazır bir vaziyette beklemekte, ne yazmak istersek kalemin ucundan o dökülmektedir.
Mesela “meyve” kelimesini yazmak istediğimizde, harflerin şekli, sıraları ve büyüklükleri hep takdir ettiğimiz tarzda teşekkül etmektedir. Bu şuursuz mürekkep maddesi ve iradeden mahrum olan kalem, o yazının kâtibi olamayacağı gibi, mürekkebin bir kâtibin zihninde tesbit edilen programa göre döküldüğünü her akıl sahibi rahatlıkla anlayabilir. İşte “meyve” kelimesinin yazılmasında zihnî bir plan ve program esas olduğu gibi, hakiki meyvenin yaratılmasında da Cenab-ı Hakk’ın ilminde takdir edilen şekil ve özellikler esas olmaktadır. Bu misal ile mukayese edersek her bir insan, hayvan, ağaç, yıldız, dağ bir kudret kelimesidir. Kaderin programına göre yazılmış ve yaratılmıştır.
Ya da bahar mevsiminin temsil edildiği bir yağlı boya resmi düşünelim. Bu resimdeki güzellik, ressamın takdirinden, tanziminden gelmektedir. Ressam; o resme koyacağı her şeyi şekli, büyüklüğü, rengi ve resimdeki alacağı yer ile önce zihninde planlamış, daha sonra o programa göre fırçasını çalıştırmış ve resmi yapmıştır.
Aynen bunun gibi, şu kâinat da kudret kalemiyle çizilmiş, rengârenk muhteşem bir tablodur. Fakat bu tablo canlıdır. Güneş’i ışık vermektedir, ağaçlarından gıdalı meyveler dökülmekte, insanları düşünmekte, konuşmakta, yürümektedir. Koyunları ise süt vermekte, toprağından da hayat fışkırmaktadır.
Her şeyi ile cansız olan bir tabloya baktığında, ressamın ilmini ve takdirini aklıyla görebilen ve bu ilmin ve takdirin resimden önce var olduğunu idrak eden bir insan; elbette ki bu hayat dolu kâinat tablosunu seyrettiğinde, her şeyin Allah’ın takdir ettiği bir plan ve programa yani kadere göre yaratıldığını anlayabilir.
O hâlde, bu kâinatta tecelli eden sanat, ilim, hikmet ve rahmet gibi hakikatleri aklıyla seyreden her insan, bu hakikatlerin Cenab-ı Hakk’ın ilahî kaderine, Rabbani plan ve programına dayandığına iman etmek zorundadır.