Peygambere İman

3- Hz. Muhammed (s.a.v.) hakkında yabancı filozofların sözleri

Hem “Kemal odur ki, dost değil, düşman onu takdir etsin.” İşte bu bahiste Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve Kur’an’ın kemalini takdir eden yabancı filozofların ve dünya çapında binlerce ilim adamının görüşlerinden bazılarını beyan edeceğiz. Onlar bu sözler ile Kur’an’ın ve Hz. Muhammed (sav)’in hakkaniyetine canlı şahitler olmuşlardır.

“Tarihteki yüz büyük insan” adlı kitabıyla bütün dünyada yankılar uyandıran Amerikalı bilim adamı Prof. Michael Hart, kitabının ilk yayınlandığı tarihten on yıl sonra Kahire’de katıldığı bir ödül töreninde sorulan: “Kitabınızın yayınlanmasının üzerinden neredeyse 10 yıl geçti. “Tarihteki yüz ünlü adam” kitabınızda birinci yeri Hz. Muhammed’e ayırmıştınız. Hâlâ bu görüşünüzde ısrarlı mısınız?” şeklindeki soruya şu cevabı vermiştir:

“Bu, ünlülerin ilk listesi. Bu sayı 200-300’e bile çıkarılsa Hz. Muhammed’in listenin başındaki yeri sabittir. Ben ünlüleri incelerken bazı sabit kriterler ortaya koydum. Bunlardan biri de ünlülerin insanlık tarihinde bıraktıkları geniş ve derinlemesine izlerdir. Benim, ünlülerin en ünlüsü olarak Hz. Muhammed’i tercihim ise, O’nun hem peygamberliği, hem de dini ve dünyevî seviyede fevkalade başarılı olmasıdır. İnsanlık; ahlâki, felsefi ve hukuki olarak İslâm’dan daha mükemmel bir din görmemiştir. İnanıyorum ki, Hz. Muhammed gibi her yönüyle mükemmel bir insan bir daha gelmez.”

Amerikalı Prof. Bosworth Smith şöyle demiştir: Şöyle bir göz atmakla Hz. Muhammed’in bütün vasıflarını ve kahramanlıklarını görmek mümkündür. Bunlardan bazıları peygamberliğinin ilk günlerinde ve bazıları da peygamberliğinden sonra olmuştur. Eşsiz mucizelerini gördüğüm zaman, O’nu rütbe bakımından insanların en büyüğü ve en yücesi olarak mütalaa ediyorum. Hatta insanlık O’nun bir benzerini görmemiş ve görmeyecektir de…” (Mohammed and Mohammadanism, London 1874)

Almanya’nın güçlü bir imparatorluğa dönüşmesinde en önemli rolü oynayan ve ilk şansölyesi Prens Bismarc şöyle diyor: Muhtelif devirlerde, beşeriyeti idare etmek için Allah tarafından geldiği iddia olunan bütün indirilmiş semavî kitapları tam ve etrafıyla tetkik ettimse de tahrif olundukları için hiçbirisinde aradığım hikmet ve tam isabeti göremedim. Bu kanunlar değil bir cemiyet, bir hane halkının saadetini bile temin edecek mahiyetten pek uzaktır. Lâkin Muhammedîlerin Kur’an’ı bu kayıttan azadedir. Ben Kur’an’ı her cihetten tetkik ettim, her kelimesinde büyük hikmetler gördüm. Muhammedîlerin düşmanları, bu kitabın Muhammed’in zatının eseri olduğunu iddia ediyorlarsa da en mükemmel bir dimağdan böyle bir harikanın meydana gelebileceğini iddia etmek, hakikatlere göz kapayarak kin ve garaza âlet olmak manasını ifade eder ki, bu da ilim ve hikmetle izah edilemez.

Ben şunu iddia ediyorum ki: Muhammed mümtaz bir kuvvettir. İlahi kudretin böyle ikinci bir vücudu imkân sahasına getirmesi ihtimalden uzaktır. Seninle aynı asırda yaşayamadığımdan dolayı müteessirim ey Muhammed! Beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra göremeyecektir. Ben, heybetli huzurunda kemal-i hürmetle eğilirim.”

Bütün temiz vicdanlar ve selim fıtratlar Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Allah’ın elçisi olduğunu tasdik eder. Çünkü kalbin huzuru ve vicdanın tatmin olması ancak hakkın kabullenilmesiyle mümkündür. Vicdanı temiz olan insan, hakikati görünce ona karşı meyleder. Ve gerçeği söyler; batıla karşı bağlılık gösteremez. Zaten bu sıfattaki kişinin maksadı gerçeği bulmaktır. Bu insanlar başka dinlere mensup olsalar da insaf ile gerçeği konuşmaktan kaçınmazlar.

Annie Besant şöyle diyor: Arabistan’ın bu büyük Peygamberinin hayatını ve şahsiyetini inceleyen; nasıl öğrettiğini ve nasıl yaşadığını bilen herkesin bu güçlü Peygamber için ürpertici bir saygıyla dolmaması mümkün değildir. Kitabımda söyleyeceklerimin pek çoğu çoklarının bildiği şeyler olsa da ben onları ne zaman yeni baştan okusam, bu Arabistanlı muallim için hep yeni bir hayranlık ve yeni bir saygı duyuyorum. (The Life and Teachings of Muhammad, Madras, 1932)

İrlandalı dramatist, sosyalist düşünür ve 20.yüzyılın önde gelen tiyatro yazarlarından George Bernard Shaw şöyle diyor: İnsanlığın sorunlarının üst üste yığılarak neredeyse çözülmez hal aldığı günümüzde Hz. Muhammed’e her zamankinden daha fazla muhtacız. Eğer O aramızda olsaydı, bütün bunları oturup bir fincan kahve içme rahatlığı ile çözerdi.

Ben bu hayret uyandırıcı insanın hayatını inceledim. Benim görüşüme göre onu insanlığın kurtarıcısı olarak tanımamız lâzımdır. İnsan büyüklüğü, hangi ölçüyle ölçülürse ölçülsün acaba ondan daha büyük bir insan bulunur mu?

Meşhur İngiliz düşünür Thomas Carlyle şöyle diyor: Kral ve vezirler gibi azamet ve debdebe perdeleriyle gizlenmiş değildi. Kendi hırkasını kendi yamalar, kendi ayakkabısını kendi tamir ederdi. Harbe gider, ashabı ile istişare eder, emirlerini onlarla beraber verirdi. Nasıl bir insan olduğunu her yönü ile kavminin bilmesi için böyle yaptı. Ona artık, siz ne isterseniz öyle deyiniz. Dünyada taç ve ihtişam sahibi hiçbir imparatora, yamalı bir hırka içindeki bu insan kadar hürmet ve itaat edilmemiştir. 23 yıllık dünya imtihanı, gerçek bir kahraman için lüzumlu bütün unsurları taşımaktadır. İnsanlar her şeyden daha fazla Muhammed’e kulak vermelidir. Diğer bütün sözler, onun karşısında boş sözlerdir

1927 Hukuk Kongresi Başkanı Shebol şöyle diyor: Hz. Muhammed’in insan olması itibariyle bütün insanlık muhakkak iftihar eder. Çünkü O zat, okuma-yazma bilmemesiyle beraber, 13 asır evvel öyle kanunlar ve esaslar getirmiş ki, biz Avrupalılar 2.000 sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek en mesut ve en saadetli nesiller oluruz.

Fransız Tarihçisi Alphonse Marie Louis de Lamartine şöyle diyor: Şayet gayenin büyüklüğü, vasıtaların küçüklüğü ve neticenin azameti insan dehasının üç ölçüsü ise, modern tarihin en büyük şahsiyetlerini bile Hz. Muhammed’le kıyaslamaya kim cesaret edebilir! O şahsiyetlerin en meşhurları ancak maddi kuvvetler kurdular. Hâlbuki Hz. Muhammed maddi kuvveti olmaksızın; orduları, hukuk sistemlerini, imparatorlukları, kavimleri, hanedanları ve dünyanın üçte biri üzerindeki milyonlarca insanı harekete geçirdi. İnsan büyüklüğü hangi ölçüyle ölçülürse ölçülsün acaba ondan daha büyük bir insan bulunur mu?

Alman Şair ve Yazar Johann Wolfgang von Goethe şöyle diyor: Hiç kimse Hz. Muhammed’in prensiplerinden daha ileri bir adım atamaz. Avrupa’ya nasip olan bütün başarılara rağmen, bizim bütün kanunlarımız İslâm medeniyetine bakarak çok eksiktir. Biz Avrupa milletleri, büyük medenî imkânlarımıza rağmen, Hz. Muhammed’in son basamağına varmış olduğu merdivenin daha ilk basamağındayız.

Dr. Gustav Weil şöyle diyor: Muhammed, halkının parlak bir örneğiydi. Karakteri tertemiz ve saftı. Evi, yemeği, elbisesi nadir bulunan bir sadeliğin sembolüydü. Yani ne arkadaşlarından gördüğü özel bir saygı şekli vardı, ne de kölelerinin kendisi için yapabileceği bir hizmeti kabul etme iddiasındaydı. Her an herkes için ulaşılabilir bir insandı. Hastaları ziyaret ederdi ve herkese acırdı. Yardımseverliği, cömertliği ve toplumun refahı için çalışma isteği sınırsızdı. (History of the Islamic Peoples)

Mahatma Gandhi şöyle diyor: Milyonlarca insanın kalbine tartışmasız hâkim olmuş birinin hayatını öğrenmek istiyordum. Okuyunca kesin olarak inandım ki, o yıllarda İslam’ın bir yer kazanmasında kılıcın bir rolü yoktu. Peygamberin tam olarak kendini geri planda bırakması, sözüne sadakati, vicdanlılığı, onu takip edenlere ve dostlarına özverisi, yiğitliği, korkusuzluğu, üstlendiği görevde Allah’a tam güvenmesi kesin ve yalındı. Bu özelliklerle bir zorluğun üstesinden gelmek için ille de kılıç taşımak gerekmiyordu… Peygamberin hayatını anlatan kitabın ikinci cildini bitirdiğimde, bu muazzam hayata dair daha fazla okunacak bir şey olmayışından dolayı son derece üzgündüm.” (Young India, 1924)

Sizlere nakledebileceğimiz daha yüzlerce beyanat var. Ama sözü uzatmamak için bu kadar nakille yetiniyoruz. Ve diyoruz ki kemal odur ki dost değil düşman dahi tasdik etsin.

Bütün temiz vicdanlar ve selim fıtratlar Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Allah’ın elçisi olduğunu tasdik eder. Çünkü kalbin huzuru ve vicdanın tatmin olması ancak hakkın kabullenilmesiyle mümkündür. Vicdanı temiz olan insan, hakikati görünce ona karşı meyleder. Ve gerçeği söyler; batıla karşı bağlılık gösteremez. Zaten bu sıfattaki kişinin maksadı gerçeği bulmaktır. Bu insanlar başka dinlere mensup olsalar da insaf ile gerçeği konuşmaktan kaçınmazlar. Belki şu anda şöyle düşünebilirsiniz. Tamam, bazı bilim adamları ve filozoflar böyle güzel sözler söylemiş olabilir. Ama bu sözlerin tam tersini söyleyen yüzlerce bilim adamı da var. Siz bu bilim adamlarının sözlerine karşı ne diyeceksiniz?

Evet, Hz. Muhammed’i inkâr eden bilim adamları da var; ancak arada şöyle bir fark var: O’nu öven ve O’nu kabul edenler, O’nun hayatını araştırarak bu neticeye varıyorlar. O’nu inkâr edenler ise hiçbir araştırma yapmaksızın sadece zanlarıyla ve vehimleriyle konuşuyorlar. Yani bir grubun sözü ilimden ve araştırmaktan geliyor. Diğer grubun sözü ise, gözlerini kapamaktan ve cehaletten ileri geliyor. Bu iki gruptan sözü kabul edilecek olanlar, araştırma neticesinde konuşanlardır. Zanlarıyla hükmedenlerin sözü, hakikatte itibarsızdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu