15- Hz. Muhammed (s.a.v.)’in gönüllerde yaptığı fetih
Bu delilde, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in kalplerde ve ruhlarda yaptığı fetihlerden bahsedeceğiz. O’nun kalplerde ve ruhlarda yaptığı fetihler, maddi fetihlerinden çok daha harikadır.
Şunu unutmayınız ki: Maddi kuvvetle ve zorlamayla sadece bedenlere hâkim olunabilir; kalplere, ruhlara ve fikirlere hâkim olunamaz. Yani bir zorbanın büyük bir kuvveti varsa, bu kuvvetle insanları korkutarak sözüne itaat ettirebilir. Dilediği her şeyi onlara yaptırabilir. Ama kalpleri, ruhları ve fikirleri ele geçirmek; yani kalplerin sultanı, ruhların sevgilisi ve fikirlerin mürşidi olmak ve hâkimiyetini vicdanlar üzerinde kurmak, baskı ve zorlamayla ile mümkün değildir.
Bu kaideyi öğrendikten sonra, şimdi bu zatın yaptığı manevi fetihlere bakalım! Bakınız, nasıl kalpleri, ruhları, fikirleri ve vicdanları ele geçirmiş. Kalplerin sevgilisi, ruhların sultanı olmuş. Fikirlerin mürşidi ve vicdanların hâkimi olmuş. Şimdi size, bu zatın arkadaşları olan sahabelerin bu zatı nasıl sevdiğine dair örnekler vereceğiz. Bu örnekler sayesinde, en azından bu zatın kalplerin nasıl sevgilisi olduğunu anlar ve diğer manevi fetihlerini buna kıyas edebiliriz.
Hz. Ali’ (r.a.)’a: “Siz Resulullah’ı ne kadar seviyordunuz?” diye sorulduğunda, O şu cevabı vermiştir: “Resulullah bize, malımız mülkümüz, çoluk çocuğumuz, anamız ve babamızdan daha sevgili idi. Ona, susadığımızda soğuk suya duyduğumuz arzudan daha çok arzu duyar, daha çok severdik.”
Bedir Muharebesi öncesi Sa’d bin Muâz hazretleri şöyle diyordu: “Ya Resulullah! Biz sana iman ettik ve seni tasdik ettik. Getirdiklerinin hak olduğuna şehadet ettik. Dinlemek ve itaat etmek için de sana kesin söz verdik. Ya Resulullah! Nasıl isterseniz öyle yapınız. Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, bize denizi gösterip de dalsan, hiçbirimiz geri kalmaksızın seninle birlikte dalarız!”
Hz. Ebubekir’in babası Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olmuştu. Hz. Ebubekir babasının kolundan tutarak onu Hz. Muhammed’in yanına götürdü. Babası orada kelime-i şehadet getirdi. Hz. Ebubekir birden ağlamaya başladı. Peygamberimiz ona: “Neden ağlıyorsun? Hâlbuki baban iman etti. Bu gün senin en mutlu günün olması gerekmez mi?” dedi. Bunun üzerine Hz. Ebubekir şöyle dedi: “Ya Resulullah, keşke şu an iman eden benim babam değil de senin amcan Ebu Talib olsaydı. Şu an benim gönlüm hoşnut olacağına senin gönlün hoşnut olurdu.”
Şimdi bir düşünün! Hz. Ebubekir, Peygamberimizin, amcası Ebu Talib’e olan düşkünlüğünü ve Ebu Talib iman etmeden öldüğü için ona olan üzüntüsünü biliyor ve diyor ki: “Keşke benim babam yerine senin amcan Ebu Talib imana gelseydi de, benim yerime sen mutlu olsaydın…” Herhalde bir insan ancak bu kadar sevilebilir. Sahabeler, O’nun mutluluğunu bile kendi mutluluklarına tercih etmişler.
Şimdi de Abdullah b. Zeyd hazretlerinin Peygamber sevgisine bakalım: Bu zat, Peygamber Efendimiz vefat edince ellerini semaya kaldırır ve şöyle dua eder: “Ya Rabbi! Artık benim gözlerimi kör et! Kör et ki, artık ben O’nun olmadığı bu dünyada hiç bir şey görmeyeyim?” Bu zatın duası anında kabul edilir ve oracıkta kör olur.
Bu nasıl bir sevgidir ki, O’nun olmadığı bir dünyaya görmek istemiyor ve kör olmayı istiyor. Onsuz bir dünyaya bakmaktansa, O’nun olmadığı bir dünyada körlüğü tercih ediyor. Dünyada kimse böyle sevilmiş midir?
Şimdi de Hubeyb b. Adiyy hazretlerinin Peygamber sevgisine bakalım: Hz. Hubeyb düşmana esir düşmüştü. Mekkeli müşrikler belli bir süre onu esir ettikten sonra idamına karar verirler.
Müşrikler, Hz. Hubeyb’i tutup darağacına bağladılar. Yönünü ise Medine’ye çevirdiler. Belki ölümden korkar da inancından vazgeçer düşüncesiyle son olarak şu teklifte bulundular: “Muhammed’in dinini terk et, sana eman verip serbest bırakalım.”
Hz. Hubeyb, hiç böyle bir teklif beklemiyordu. Bunu kabul etmek, onun için ölümlerin en kötüsüydü. Vakur bir sesle gürledi: “Hayır, vallahi dinimden dönmem, hattâ bütün dünyayı da bana verseniz vazgeçmem!” Alay dolu bir teklif daha yaptılar: “Doğru söyle, şimdi senin yerine Muhammed’in öldürülmesini, senin de evinde çoluk çocuğunun arasında sağ salim yaşamanı isterdin, değil mi?”
Kalbi Peygamber sevgisiyle dolup taşan Hz. Hubeyb’in verdiği cevap, canileri ürkütmüştü: “Vallahi Peygamberimin ayağına bir diken batmaktansa, canımdan olmaya razıyım!” Daha sonra şöyle devam etti: “Allah yolunda olunca, hayatımın hiçbir ehemmiyeti yoktur. Vallahi ben imanımdan dolayı öldürülecek olduktan sonra, vurulup hangi yanım üzerine düşersem düşeyim, gam yemem. Çünkü bunların hepsi Allah uğrunadır.
Bu nasıl bir sevgidir! Kendi ölümüne razı oluyor, ama Peygamberinin ayağına diken batmasına razı olmuyor!
Şimdi de Zeyd bin Desine hazretlerine bakalım. Müşrikler onu idam etmeden önce
Ebû Süfyân yaklaşarak Hz. Zeyd’e sordu: “Ey Zeyd, Allah’ını seversen doğru söyle! Şimdi burada senin yerine Muhammed bulunup da, onun boynunu vurmamızı, sen de çoluk çocuğunun arasında sağ salim yaşamayı arzu etmez miydin?”
Hz. Zeyd şu cümleyle cevap verdi: “Vallahi ben ailem içinde rahatça oturup da Peygamberim Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, değil sizin yanınızda, hattâ şimdi bulunduğu yerde bile bir dikenin ayağına batıp incitmesine gönlüm razı olmaz!” Bu susturucu sözler karşısında şaşkına dönen Ebû Süfyân, “Ben insanlar içinde, Muhammed’in Ashâbının, Muhammed’i sevdikleri kadar, hiç kimsenin hiçbir kimseyi sevdiğini görmedim.” demekten kendisini alamamıştı.
Şimdi de Sevban hazretlerinin Peygamber sevgisine bakalım: Sevban hazretleri bir gün mahzun ve boynu bükük bir şekilde, yüzünün rengi atmış, beti-benzi sararmış bir vaziyette Resulullah’ın huzuruna girer. Onun bu halini gören iki cihanın güneşi: “Ey Sevban! Ne oldu sana?” diye sorar. Sevban hazretleri der ki: “Ey Allah’ın Resulü! Sizi o kadar çok seviyorum ki, bir an görmesem dayanamıyor, hasretinizden ölecek gibi oluyorum. O zaman evde duramıyor, koşup sizi görmeye geliyorum.”
Hz. Sevban bu sözün akabinde ağlamaya başlar. Peygamber Efendimiz ona niçin ağladığını sorunca, Sevban hazretleri şöyle der: “Ya Resulallah! Birden ahiret aklıma geldi de onun için ağlıyorum. Dünyada istediğim zaman senin nur-u cemalini görüp hasretimi dindirebiliyorum. Lakin ahirette, siz Cennet’in en yüksek makamlarında olacaksınız. Oysa ben Cennet’e girsem bile aşağı makamlarda olacağım. Hâl böyle olunca, sizi görmek arzu ettiğim zaman eğer göremezsem, hasretinize nasıl dayanacağım? İşte bu aklıma geliyor da, onun için ağlıyorum.”
Bu olay üzerine Peygamberimiz (sav) şöyle der: “Kişi, sevdiği ile beraberdir.” Hz. Sevban’ı ancak bu söz teskin eder.
Şimdi de Hz. Sümeyra’nın Peygamber sevgisine bakalım: Hz. Sümeyra Uhud günü eşi ve üç çocuğunu Uhud meydanına gönderirken onlara şöyle der: “Siz gidin, Uhud’un meydanında canınızı verin; ama Resulullah’a bir şey olmasın. Eğer siz sağ olarak gelir de O’na bir şey olursa vallahi sizi eve almam. Siz, Resulullah’ı koruma uğruna kendi canlarınızı O’na feda edin.” Hz. Sümeyra kendisi de Uhud’a gidip, Müslümanların yaralılarına yardımcı olmaya ve su dağıtma işini yapmaya karar verir. Bir ara ortalıkta şu acı haber yayılmaya başlar: ”Muhammed öldürüldü, Muhammed öldürüldü…”
İşte bu haber Hz. Sümeyra’yı derinden etkiler. Bunun üzerine savaş meydanına gidip bu haberin doğruluğunu araştırmaya başlar. Onu tanıyan biri: ”Bak, şurada yatan babandır.” deyince; “Allah babamın şehadetini kabul etsin. Siz bana Allah’ın resulünden haber verin! O nasıl? O’na bir şey oldu mu?” der. Savaş meydanında Resulullah’ı aramaya devam ederken, onu tanıyan biri: “Sümeyra! Oğlun Muaz ve Muavviz şehid oldu.” deyince; “Evlatlarım! Size de bu yakışırdı. Size Allah yolunda ölmek yakışırdı. Size verdiğim süt helal olsun. Size hakkımı helal ediyorum.” der. En son Resulullah’ı görünce şu veciz sözü söyler: “Ya Resulullah! Sen hayattasın ya, senden sonra bütün musibetler bana çok hafif gelir.”
İşte sahabeler Hz. Muhammed (sav)’i b öyle seviyorlardı. O’nun sevgisi; canlarına olan sevgiden, eşlerine, ana-babalarına ve evlatlarına olan sevgiden daha büyüktü. Bu konuda size nakletmek istediğimiz o kadar çok hadise var ki, ama hangisini anlatayım! İnanın, bu meseleyi günlerce konuşsak bitiremeyiz. Çünkü sahabelerin hepsi O’na âşıktı. O’nu canlarından daha çok severlerdi.
Şimdi Hz. Muhammed (sav)’in kalplerde yaptığı bu müthiş icraatı görmeyenlere şunları sormak istiyoruz:
Tarihte hiç kimse, bu zat kadar sevilmiş midir?
Sahabelerin bu zatı, bu kadar çok, canlarını feda edecek seviyede sevmelerinin sebebi nedir?
Muhammed (sav) nasıl bir insandı ki, onların kalplerinin sevgilisi, ruhlarının maşuku, akıllarının mürşidi ve vicdanlarının hâkimi oldu?
Peygamber olmayan birisi bunları yapabilir mi?
Bu zatın peygamberliğini kabul etmeyen, bakınız nasıl bir hurafeyi kabul etmek zorunda kalır: Eğer bu zat peygamber değilse, -hâşâ yüz bin defa hâşâ- dünyanın en yalancı insanıdır. Bunun ortası yoktur. Acaba dünyanın en yalancı insanının bu kadar sevilmesi mümkün müdür?
Bütün sahabelerin ve ondan sonra gelen nesillerin, bu zata karşı olan, canlarını feda edecek seviyedeki sevgisini, O’nun peygamberliğinden başka ne ile izah edilebilir?
Delilimizin başında şu kaideyi beyan etmiştik: Maddi kuvvetle ve zorlamayla sadece bedenlere hâkim olunabilir; kalplere, ruhlara ve fikirlere hâkim olunamaz. Yani bir zorbanın büyük bir kuvveti varsa, bu kuvvetle insanları korkutarak sözüne itaat ettirebilir. Dilediği her şeyi onlara yaptırabilir. Ama kalpleri, ruhları ve fikirleri ele geçirmek; yani kalplerin sultanı, ruhların sevgilisi ve fikirlerin mürşidi olmak ve hâkimiyetini vicdanlar üzerinde kurmak, baskı ve zorlamayla mümkün değildir.
Şimdi bu kaideyi göz önüne alarak, Hz. Muhammed’in kalplerde, ruhlarda, akıl ve vicdanlarda yaptığı bu muhteşem fetih O’nun Allah’ın resülü olmasından başka ne ile izah edilebilir?