Ehl-i ihtisasın, meleklerin varlığı hakkındaki ittifakları meleklerin vücudunu ispat eder.
Sabit bir kaidedir ki: “Bir fende veya sanatta, münakaşaya sebep olan bir meselede, o fen ve sanatın uzmanlarının sözü geçer. O fenden ve sanattan olmayan birisi ne kadar da dâhi olsa sözüne itibar edilmez.”
Mesela küçük bir hastalığın keşfinde büyük bir mühendisin sözüne bakılmaz. Tıp konusunda söz doktorlarındır ve basit bir doktorun sözü bu fenden olmayan büyük bir dâhinin sözüne tercih edilir.
Aynen bunun gibi, dinî konularda ve imani hakikatlerde de bu sahanın âlimlerinin ve muhakkiklerinin sözü geçerli olup, aklı gözüne inmiş bir filozofun sözüne itibar edilemez. Bilhassa maddiyatla çok uğraşan ve gittikçe maneviyattan uzaklaşan ve nura karşı körleşen ve kabalaşan ve aklı gözüne inen en büyük bir filozofun inkâr sözü, maneviyatta nazara alınmaz ve kıymetsizdir.
Demek meleklerin varlığı hakkındaki söz, bu sahanın mütehassısları olan âlimlere mahsustur. Onların tamamı ise meselemiz olan meleklerin varlığı hakkında müttefiktir. Hangi kuvvet var ki, onların sözünü çürütebilsin ve hükümden düşürebilsin?
Evet, meselemiz olan meleklere iman öyle bir meseledir ki:
• Bütün peygamberler ümmetlerine ders vermiş,
• Bütün semavi dinler varlığını kabul etmiş,
• Bütün evliya, gördüklerine dayanarak varlığında ittifak etmiş,
• Ve bütün asfiya ve âlimler, delillerine itimaden varlığına şehadet etmiştir. İşte meselemizde böyle büyük bir icma ve görüş birliği vardır. Bütün ehl-i akıl ve ehl-i nakil bu meselede ittifak etmişlerdir.
• Hatta maddiyatta çok ileri giden filozofların “meşşâiyyun” kısmı dahi melaikenin varlığını inkâr edemeyerek, “Her nevin kendine mahsus mücerred bir ruhu vardır.” diyerek melekleri böyle tabir ediyorlar.
• Filozofların “işrakiyyun” kısmı da melaikenin manasını kabule mecbur kalarak, fakat yanlış olarak “ukul-u aşera” yani “on akıl” ve “erbabü-l enva” yani “nevlerin rableri” diye isimlendirmişlerdir.
• Hatta akılları gözlerine inmiş, görmediğine inanmayan maddeperest tabiatçılar bile melaikenin manasını inkâr edemeyerek “kuvve-i sâriye” yani “cereyan eden kuvvetler” namını vererek yanlış bir surette tasvir ile birlikte bir cihetten tasdikine mecbur kalmışlar. Tabirde ihtilaf ile birlikte, meleklerin manasını kabulde manen ittifak etmişlerdir.
Şimdi meleklerin varlığında şüpheye düşen biçareye deriz: Ey melaikenin kabulünde tereddüt gösteren biçare adam! Neye istinad ediyorsun ve hangi hakikate güveniyorsun ki, ehl-i aklın bilerek veya bilmeyerek kabulüne mecbur oldukları ve bütün ehl-i dinin varlığında ittifak ettikleri bir meseleyi kabul etmiyorsun ve onların ittifaklarına karşı geliyorsun?
Madem ehl-i hikmetle ehl-i din ve ashab-ı akıl ile ashab-ı nakil manen ittifak etmişler ki, mevcudat sadece şu şehadet âlemine münhasır değildir.
Hem madem şu gözümüz önündeki âlem taş, toprak gibi camid olduğu ve hayatın teşekkülüne uygun olmadığı hâlde bu kadar hayat sahipleriyle tezyin edilmiştir. Elbette varlık sadece bu âleme münhasır değildir. Bundan başka birçok vücut tabakaları vardır ki, bu âlem-i şehadet onlara kıyasen nakışlı bir perdedir.