Hayatın mahiyeti meleklerin varlığını ispat eder.
Hayatın mahiyeti ve kıymeti, semavatın meleklerden ve ruhanilerden boş kalamayacağına bir delildir. Şöyle ki:
• Hayat, şu kâinatın en ehemmiyetli gayesidir.
• En büyük neticesidir.
• En büyük bir nimetidir.
• Mevcudatın keşşafıdır.
• Her şeyin başı ve esasıdır.
• En parlak nurudur.
• En latif mayasıdır.
• Her şeyden süzülmüş bir hülasasıdır.
• En mükemmel meyvesidir.
• En yüksek kemalidir.
• En güzel cemalidir.
• En latif ziynetidir.
• Hem sırrı vahdetidir.
• Kâinatın birlik bağıdır.
• Kemalâtının menşeidir.
• Âlemin kıymet ve mahiyetçe en harika sanatıdır.
• En küçük bir mahluku, bir kâinat hükmüne getiren mucizekâr bir hakikattir.
• Kâinatın küçük bir mahlukta yerleşmesine vesile olan, âdeta koca kâinatın bir nevi fihristsini o hayat sahibinde gösteren bir iksirdir.
• Bir mahluku kâinatla münasebettar eden ve bir şeyi bütün eşyaya malik hükmüne getiren bir mucizedir. Hayat ile her bir hayat sahibi diyebilir ki: “Şu bütün eşya benim malımdır, dünya hanemdir, kâinat malikim tarafından verilmiş bir mülktür.”
• Hayat, girdiği her mahluku küçük bir kâinat yapan bir hakikat-i nuraniyedir.
• Hem küçük bir mahluku, büyük bir mahluk gibi büyüten ve bir ferdi bir nev gibi âlem hükmüne getiren ve rububiyet cihetinde, kâinatı bölünme ve iştirak kabul etmez bir bütün hükmünde gösteren fevkalade harika bir sanat-ı ilahiyedir.
• Hem kâinat içinde Allah’ın varlığına işaret eden delillerin en parlağı, en mükemmeli ve en kat’isi olan ilahî bir nakıştır.
• Hem diğer varlıkları kendine hizmet ettiren, nazdar, nazik ve nazenin bir cilve-i rahmettir.
• Hem ilahî fiillerin gayet cami bir aynasıdır.
• Hem birçok ilahî isimlerin cilvelerini içine alan ve o isimleri kendine tabi kılan bir hakikattir.
• Hem görmek, işitmek, hissetmek gibi umum duyguların menşei ve madeni olan bir esastır.
• Hem hayat, kâinat fabrikasında öyle bir tezgâhtır ki, öyle bir istihale makinesidir ki; mütemadiyen her tarafta işliyor, tasfiye yapıyor, temizlendiriyor, terakki veriyor ve nurlandırıyor.
• Hem atom kafilelerine, güya hayatın yuvası olan cesedi, o atomlara vazife gördürmek, nurlandırmak ve talimat yaptırmak için bir misafirhane, bir mektep ve bir kışla yapan kumandandır. Âdeta Hayy ve Kayyum olan Allah-u Teâlâ bu karanlıklı, fâni ve süfli olan dünya âlemini hayat vasıtasıyla latifleştiriyor, tazelendiriyor, ışıklandırıyor, bir nevi beka veriyor ve baki bir âleme gitmeye hazırlıyor.
• Hem hayatın her yüzü parlaktır, kirsizdir, noksansızdır, ulvidir.
• Hem hayatın hakikati, imanın altı şartına bakıp onları ispat eden bir burhandır.
• Hem hayat, kâinatın en büyük maksadı ve neticesi olan şükür, hamd, ibadet ve muhabbeti netice veren bir sırr-ı âzamdır.
Hayatsız bir cisim koca bir dağ bile olsa yetimdir, gariptir, yalnızdır. Münasebeti yalnız, oturduğu mekân ile ve ona karışan şeyler iledir. Kâinatta ne varsa, o dağa nispeten yoktur. Çünkü ne hayatı var ki hayatla alakadar olsun, ne şuuru var ki eşyaya taalluk etsin. Şimdi bak küçücük bir cisme, mesela bal arısına, hayat ona girdiği anda bütün kâinatla öyle münasebet tesis eder ki, bütün âlemle, bilhassa zeminin çiçekleriyle ve bitkileriyle öyle bir ticaret yapar ki, âdeta şöyle diyebilir: “Şu yeryüzü benim bahçemdir, ticarethanemdir.” İşte o arı, hayat sayesinde dünya ile bir ünsiyet kurar ve tasarrufa sahip olur.
İşte hayatın kıymetine dair saydığımız bu otuz bir özellik ki, her biri hakkında özel bir risale yazılabilir. Bizler meseleyi uzatmamak için kısa keserek, cümlelerin izahını sizin fehminize havale ettik. İşte hayatın bütün bu özellikleri sayesinde denilebilir ki hayat olmazsa vücud, vücud değildir. Yokluktan farkı yoktur.
Madem hayat bu kadar ehemmiyetlidir. Ve madem bu ehemmiyetten dolayı şu küçücük dünyamız had ve hesaba gelmeyen hayat sahipleri ile doldurulmuştur. Elbette ve elbette bu hâlden şu neticeye ulaşılır ki; şu semavi saraylar ve yüksek burçlar dahi kendilerine münasip hayat sahibi, şuur sahibi sakinlerle doludur. Balık suda yaşadığı gibi, o nurani sakinlerde oralarda yaşarlar.
Şimdi düşünelim. Dünyamızda hayat sahibi mahluklar olmasaydı, dünyamız nasıl olurdu? Bu durumda dünyanın bir önemi kalır mıydı? Hatta dağları altından, taşları yakuttan ve toprağı zümrütten olsaydı, acaba önemi olur muydu? Hatta bırakın dünyayı, cennet o güzelliği ile birlikte hayat sahiplerinden mahrum kalsaydı ve içinde tek bir canlı olmasaydı, cennetin bir önemi olur muydu? Elbette olmazdı!
O hâlde hayat bu kadar kıymetli ve vücudun olmazsa olmazı iken, nasıl olurda semavatın boş ve hayatsız olduğuna hüküm verilebilir?
Hayata bu kadar kıymet veren ve yeryüzünü hayat sahibi mahluklarla her an şenlendiren ve hayata bu derece büyük neticeler takan Allah-u Teâlâ, hiç mümkün müdür ki o yıldızları boş, hâlî ve çıplak bıraksın? Hikmeti buna hiç müsaade eder mi? Elbette etmez! Ve etmemiştir.
Bu sebeple melaike ve ruhaniler namıyla meşhur taifeleri yaratmış, oraların sakinleri ve seyircileri yapmıştır.