Meleklere imanın dünyevi bir meyvesi
Meleklere imanın dünyevi bir meyvesini anlayabilmek için, bu meyveyi tadan Bediüzzaman Hazretleri’nin “Şualar” isimli eserinden bir nakil yapacağız. Osmanlıca’yı bilmeyenlerin de tam istifade edebilmesi için bazı kelimeleri sadeleştirerek metni aynen naklediyoruz:
Bir gün bir duada, “Ya Rabbi! Cebrail, Mikâil, İsrafil, Azrail hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cin ve insin şerlerinden muhafaza eyle!” mealinde duayı dediğim zaman, herkesi titreten ve dehşet veren Azrail namını zikrettiğim vakit gayet tatlı ve tesellidâr ve sevimli bir hâlet hissettim. Elhamdülillah dedim. Azrail’i cidden sevmeğe başladım. Melâikeye iman rüknünün bu cüz’i ferdinin pek çok meyvelerinden yalnız bir cüz’i meyvesine gayet kısa bir işaret ederiz: İnsanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur. Onu zayi olmaktan ve fenadan ve başıboşluktan muhafaza etmek için kuvvetli ve emin bir ele teslimin derin bir sevinç verdiğini kat’i hissettim. Ve insanın amelini yazan melekler hatırıma geldi. Baktım, aynen bu meyve gibi çok tatlı meyveleri var.
Her insan kıymetli bir sözünü ve fiilini bakileştirmek için büyük bir arzuyla yazı ve şiir hatta sinema ile hıfzına çalışır. Bilhassa o fiillerin cennette baki meyveleri bulunsa, daha ziyade merak eder. İşte “Kiramen Kâtibin” meleklerinin insanın omuzlarında durup onları ebedî manzaralarda göstermek ve sahiplerine daimî mükâfat kazandırmak için amellerini kaydetmesi, bana o kadar şirin geldi ki tarif edemem.
Sonra ehl-i dünyanın, beni toplum hayatının her şeyinden soyutlamak için bütün kitaplarımdan ve dostlarımdan ve hizmetçilerimden ve teselli verici işlerden ayrı düşürmeleriyle beraber, gurbet vahşeti beni sıkarken ve boş dünya başıma yıkılırken, melaikeye imanın pek çok meyvelerinden birisi imdadıma geldi. Kâinatımı ve dünyamı şenlendirdi, melekler ve ruhanilerle doldurdu, âlemimi sevinçle güldürdü. Ve ehl-i dalâletin dünyaları vahşet ve boşluk ve karanlıkla ağladıklarını gösterdi.
Hem meleklere iman meyvesinden bir cüzü ve Münker ve Nekir’e ait bir numunesi şudur: Herkes gibi ben dahi muhakkak gireceğim diye mezarıma hayalen girdim. Ve kabirde yalnız, kimsesiz, karanlık, soğuk, dar bir haps-i münferidde bir tecrid-i mutlak içindeki vahşet ve ümitsizlikten dehşete düşerken, birden Münker ve Nekir taifesinden iki mübarek arkadaş çıkıp geldiler. Benimle münazaraya başladılar. Kalbim ve kabrim genişlediler, nurlandılar, hararetlendiler. Ruhlar âlemine pencereler açıldı. Ben de şimdi hayalen ve istikbalde hakikaten göreceğim o vaziyete bütün canımla sevindim ve şükrettim.
Arapça sarf ve nahiv ilmini okuyan bir medrese talebesinin vefat edip kabirde Münker ve Nekir’in: مَنْ رَبُّكَ “Senin Rabbin kimdir?” diye suallerine karşı, kendini medresede zannedip Arapça nahiv ilmi ile cevap vererek: “( مَنْ) mübtedadır. ( رَبُّكَ ) onun haberidir. Zor bir meseleyi benden sorunuz, bu kolaydır.” diyerek hem o melaikeleri, hem hazır ruhları, hem o vakıayı müşahede eden orada bulunan bir keşf-el kubur velisini güldürdü ve rahmet-i İlahiyeyi tebessüme getirdi; azaptan kurtuldu.
Ve Risale-i Nur’un bir şehit kahramanı olan merhum Hafız Ali, hapiste Meyve Risalesi’ni kemal-i aşkla yazarken ve okurken vefat edip kabirde meleklerin suallerine mahkemedeki gibi Meyve Risalesi’nin hakikatleri ile cevap vermesi gibi, ben de ve Risale-i Nur talebeleri de meleklerin o suallerine karşı, Risale-i Nur’un parlak ve kuvvetli delilleriyle istikbalde hakikaten ve şimdi manen cevap verip onları tasdike ve tahsine ve tebrike sevk ediyoruz.
Hem meleklere imanın dünya saadetine sebep olan cüz’i bir numunesi şudur ki: İlmihâlden iman dersini alan bir masum çocuk, kardeşinin vefatından dolayı ağlayan diğer bir çocuğa: “Ağlama, şükreyle! Senin kardeşin meleklerle beraber cennete gitti. Orada gezer, bizden daha iyi keyfedecek, melekler gibi uçacak, her yeri seyredebilir.” deyip feryat eden çocuğun ağlamasını tebessüme ve sevince çevirmesidir.
Ben de aynen bu ağlayan çocuk gibi, bu hazin kışta ve elim bir vaziyetimde gayet elim iki vefat haberini aldım. Biri, hem âlî mekteplerde birinciliği kazanan hem Risale-i Nur’un hakikatlerini neşreden yeğenim merhum Fuad; ikincisi, hacca gidip sekerat içinde tavaf ederken, tavaf içinde vefat eden Âlime Hanım namındaki merhume hemşirem. Bu iki akrabamın ölümleri, İhtiyar Risalesi’nde yazılan merhum Abdurrahman’ın vefatı gibi beni ağlatırken; imanın nuruyla o masum Fuad, o saliha hanım insanlar yerinde meleklere, hurilere arkadaş olduklarını ve bu dünyanın tehlike ve günahlarından kurtulduklarını manen, kalben gördüm. O şiddetli hüzün yerinde büyük bir sevinç hissedip hem onları, hem Fuad’ın pederi kardeşim Abdülmecid’i, hem kendimi tebrik ederek Erhamürrahimin’e teşekkür ettim. Bu iki merhumeye rahmet duası niyetiyle buraya yazıldı kaydedildi. Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin sözleri burada tamamlandı.