21. “Allah ahirette baldırını açar.” hadisinin izahı
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) Hazretlerinden rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
يَكْشِفُ رَبُّنا عن ساقِهِ فَيَسْجُدُ له كُلُّ مُؤْمِنٍ ومُؤْمِنَةٍ فَيَبْقَى كُلُّ مَن كانَ يَسْجُدُ في الدُّنْيا رِياءً وسُمْعَةً فَيَذْهَبُ لِيَسْجُدَ فَيَعُودُ ظَهْرُهُ طَبَقًا واحِدًا
Rabbimiz baldırını açar; her mümin erkek ve her mümin kadın O’na secde eder. Dünyada iken riya ve gösteriş olarak secde edenler geri kalırlar. Onlar da secde etmek için kalkarlar ancak sırtları bükülmeyen yekpare bir tabakaya dönüşür (ve secde edemezler). (Buhârî, 4919)
Allah’ın baldırını (veya baldırı) açmasıyla ilgili daha başka hadis-i şerifler de vardır. “Baldırı açma” ifadesinin manasını izah etmeden önce teşbih ve temsil üzerine biraz konuşalım:
Bir kelime kendi manasında kullanılırsa “hakikat” olur. Eğer asıl manasından başka bir manada kullanılır ve kendi manasında kullanılmasına engel bir hâl bulunursa “mecaz” olur.
Mesela “bülbül” kelimesini kuş için kullandığımızda “hakikat” olur; güzel sesli birisi hakkında kullandığımızda “mecaz” olur.
Teşbih ise aralarında maddi veya manevi bir münasebet bulunan iki şeyi birbirine benzetme sanatıdır.
Hem Kur’an’da hem de hadis-i şeriflerde mecaz ve teşbih vardır. Bunun sebebi şudur:
Kur’an insana inmiştir ve Allah’ın muhatabı insandır. Yine Peygamberimiz (a.s.m.) bizlerle yani insanla konuşmaktadır.
Madem Kur’an’ın ve hadisin muhatabı insandır, o hâlde tarz-ı beyanı insanın anlayabileceği şekilde olmalıdır. Yani hitabı insanların konuşma tarzına uygun olmalı ve bu sayede Kur’an’ı ve hadisleri okuyanlar manasını kolayca anlamalıdır.
Malumdur ki çocukla konuşan çocukça konuşur. Çocuklar gibi çat-pat ederek konuşur ki çocuk onu anlayabilsin.
Bir doktor size hastalığınızı anlatırken anlayabileceğiniz şekilde anlatır. Eğer anlatımında sizi esas almayıp kendi bilgisini esas alsa ve tıbbi terimlerle konuşsa siz bundan hiçbir şey anlamazsınız.
Yine bir avukata gitseniz, avukat meseleyi size hukuk diliyle anlatmaz; sizin anlayabileceğiniz şekilde anlatır. Bu, her meslek erbabı için geçerlidir.
Zira konuşmaktan murad, meramımızı karşımızdakine anlatmaktır. Karşımızdakinin fehmini ve anlayışını göz önünde bulundurmadan konuşuyorsak ve o kişi bizi anlayamıyorsa, bu konuşmanın manası yoktur ve hikmetsiz bir konuşmadır. Bundan dolayıdır ki edipler ve ehl-i belagat ince hakikatleri tasavvur, dağınık manaları tasvir ve ifade için temsil ve teşbihlere müracaat ederler.
Allahu Teâlâ da hikmeti ve merhameti icabı, Kur’an’da insanların anlayabileceği tarzla konuşmuş ve bizlerin ülfeti olan temsil ve teşbihleri kullanmıştır. Bizler nasıl ki aramızda konuşurken mecaz ve teşbih yapıyorsak, Allahu Teâlâ da bazı yüksek hakikatleri mecaz ve teşbih yoluyla bizlere bildirmiştir. Bu hakikat hadis-i şerifler için de geçerlidir.
Kur’an bütün insanlara indirilmiş umumi bir muallim ve mürşittir. Ders halkasında oturan nev-i beşerdir, insandır. İnsanların ekserisi ise âlim değil avamdır. Mürşidin nazarında az çoğa tabidir. Yani umumi irşadını azların hatırı için onların seviyesine göre yapmaz. Zaten avama yapılan konuşmalardan havas hissesini alır. Eğer avam esas kabul edilmeyip havasa göre konuşulursa, avam o yüksek konuşmaları anlayamayacağı için hakikatten mahrum kalır.
İşte Allahu Teâlâ insanların ekserisi Kur’an’ın irşadından mahrum kalmasın diye hitabında avamı esas yapıp, onların ülfetinde olan üslup ve teşbihlerle konuşmuştur.
Avam ülfetlerinde olan ifade ve lafızlardan fikirlerini ayıramadıkları için çıplak hakikatleri anlayamaz. Ancak o yüksek hakikatler onlara ülfet ettikleri ifadelerle anlatılmalıdır. Bu ifade şekline “Tenezzülat-ı İlahiye” denilir. Tenezzülat-ı İlahiye, Allah’ın beşerin anlayışını göre konuşmasıdır. Bu, insanların zihinlerini hakikatten kaçırmamak için İlahî bir okşamadır.
Kur’an üzerinden anlattığımız bu hakikat hadis-i şerifler için de geçerlidir. Peygamberimiz (a.s.m.) da yüksek hakikatleri temsil ve teşbihlerle anlatmıştır. Temsil ve teşbihler hakikate geçebilmek için bir vesiledir. Yoksa o teşbihlerin hakiki manası kastedilmemiştir.
Sözün özü: Müteşabihat denilen Kur’an’ın ve hadisin üslupları, hakikatlere geçmek için ve en derin incelikleri görmek için insanların gözüne bir dürbün veya numaralı birer gözlüktür.
Bu uzun meseleyi kısa kesiyor ve fehminize havale ediyoruz. Şimdi konumuza dönelim:
Hadis-i şeriflerde, Allah’ın baldırını açmasından bahsediliyor. Bu ifade mecaz bir ifadedir. Allahu Teâla maddeden, cisimden, baldırdan, aza ve uzuvdan münezzeh ve mukaddestir. “Baldırını açma” ifadesi Arap dilinde kullanılan mecaz bir ifadedir. Bununla “Bütün hakikatlerin çırılçıplak ortaya çıkması ve bu sebeple hesap ve cezanın bütün şiddet ve dehşetiyle hüküm sürmesi” manası kastedilmiştir.
Bu ifade Arapların sıklıkla kullandığı bir ifadedir. Mesela:
كَشَفَتِ الْحَرْبُ عَنْ سَاقِهَا “Savaş baldırını açtı.” denilir. Bu ifade ile “savaşın çok kızıştığı” manası kastedilir. Yoksa savaşın bizzat baldırını açması söz konusu değildir.
Dil bilimcileri bu sözün ilk çıkış yerini de şöyle anlatırlar:
Devenin karnında yavrusu ölür. Müzzemmir (yavrunun cinsiyetini öğrenmek için elini devenin hayasına koyan kişi) elini devenin karnına sokar ve yavrunun bacağından tutup onu ölü olarak dışarı çıkarır.
İşte baldırın açılması budur. Daha sonraları bu söz her türlü korkunç olay için kullanılır olmuştur.
Sözün özü: Peygamberimiz (a.s.m.) ahiret gününün şiddetini Arap diline uygun bir mecazla anlatmış ve “Allah baldırını açar.” buyurmuştur. Burada -haşa- ne hakiki baldır vardır ne de bunun açılması. Burada anlatılan şey, ahirette bütün şiddet ve dehşetin ortaya çıkması ve peygamberlerin dahi “nefsî, nefsî” diyerek kaçıştığı sahnenin tasavvurudur.