Melekler, şuursuz olarak Allah’ı tesbih eden varlıkların mümessilleridir.
Her kim nefsini bir kenara bırakarak dikkat ile şu âleme baksa, bu âlemi büyük bir mescit hükmünde görür ve içindeki varlıkları da kendilerine mahsus bir ibadette bulur. Güneş bu mescidin lambası ve sobası, Ay kandili ve yıldızlar mumlarıdır. Sema bu mescidin çatısı ve yeryüzü bu mescidin zeminidir. Bu öyle bir mesciddir ki, insan ve bazı canavar hayvanlardan başka her şey zerre miktar hadlerini aşmazlar. Tam bir itaat ile vazifelerini yaparlar.
Bu mescidde ibadet yapan iki türlü mahlukat vardır. Birisi, insanlar ve cinler gibi şuurlu ve iradeleri ile ibadet başında olanlar; diğeri ise taş gibi, dağ gibi, Güneş gibi cansız olup şuursuz ibadet yapanlar.
Evvela şunu bilmek gerekir ki, bu cansızların kendilerine yüklenen vazifelerini görmeleri, onların bir nevi ibadetidir. Mesela tavuğun ibadeti yumurtlamaktır, Güneş’in ibadeti ısıtmak ve aydınlatmaktır, koyunun ibadeti süt vermek, arının ki ise bal yapmaktır ve bunlar gibi.
Ayrıca her birinin kendisine mahsus bir zikri ve tesbihi vardır ki, o mahluk şuursuz bir şekilde bu zikri yapmaktadır. Nasıl ki saat zamanı gösterir, ama kendinden haberdar değildir. Öyle de bu mahluklar da Allah’ı tesbih ederler, ama bunu iradeleri ve şuurlarıyla yapmazlar. Belki onları yaratan Allah-u Teâlâ onları bu tesbih vazifesiyle görevlendirmiş ve iradeleri karıştırılmaksızın bu vazifede çalıştırmıştır.
Demek, şu âleme dikkat ile bakılsa görünür ki: Cüz-i ve küçük mahluklar gibi külli ve büyük mahlukların da birer vazifesi ve külli birer hizmeti vardır. Meselâ:
Bir çiçek, kendince bir nakışı ve sanatı gösterip hâl lisanıyla Allah’ın isimlerini zikrettiği gibi, yeryüzü bahçesi dahi bir çiçek hükmündedir. Gayet muntazam ve külli bir tesbih vazifesi vardır.
Hem nasıl ki, bir meyvenin intizamı içinde, Allah’ın varlığına karşı bir ilanatı ve tesbihatı vardır. Öyle de koca bir ağacın dal, yaprak ve çiçek gibi bütün cüzleriyle gayet muntazam, fıtri bir vazifesi ve bir ibadeti vardır.
Ve nasıl bir ağaç yaprak, meyve ve çiçeklerinin kelimeleri ile bir tesbihat yapar. Öyle de koca semavat denizi dahi, kelimeleri hükmünde olan Güneşler, yıldızlar ve Aylar ile Cenab-ı Hakk’a karşı tesbihat yapar ve celal sahibi sanatkârlarına hamd eder. Ve bunlar gibi…
Mahlukatın bu vaziyetini dikkatli bir nazar ile anlayabileceğimiz gibi, Kur’an-ı Kerim’in şu ve emsali ayetlerine bakarak da anlayabiliriz:
“Yedi semavat, yeryüzü ve içindekiler Allah’ı tesbih etmektedirler. Hiçbir varlık yoktur ki, Allah’ı hamd ile tesbih etmesin. Lakin siz onların tesbihlerini anlayamazsınız. (İsra: 44)
“Biz dağları Davud’un emrine itaatkâr kıldık ki, o dağlar ve toplu hâlde kuşlar sabah akşam onunla beraber tesbih ederler. Her biri Allah’a yönelir.” (Sad: 18-19)
“Görmedin mi, göklerde ve yerde olanlar ve kuşlar saf saf Allah’ı tesbih etmektedirler? Her biri tesbihini bilmiştir. Allah onların yaptıklarından haberdardır.” (Nur: 41)
Demek, kuşlardan tutun çiçeklere kadar ve balıklardan tutun semanın yıldızlarına kadar her şey hatta taş, kaya, dağ gibi cansızlar dahi Allah’ı hamd ile tesbih etmektedirler. Bu meseleyi ya dikkatli bir nazarla mahlukatı tefekkür ederek anlayabilir ya da kulağımızı Kur’an-ı Kerim’e dayayarak öğrenebiliriz.
İşte melekler, bu şuursuz mahlukatın tesbihini temsil etme vazifesiyle görevlidirler. Yani her bir varlık kendisine mahsus özel bir dille yaratıcıları olan Allah’ı zikir ve yâd etmekte, melekler ise bunların şuursuz bir şekilde yaptıkları ibadetleri melekût âleminde temsil etmektedir.
Bu sebeple denilebilir ki: Tesbih vaziyetini gösteren bütün şuursuz mahluklar, kendi tesbihatlarını temsil edecek olan meleklerin varlığını ispat ederler.
Bu izah ile şu hadisinde manası anlaşılmış olmaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Bazı melekler bulunur, kırk bin başı var. Her başta kırk bin ağzı var. Her bir ağzında kırk bin dil ile tesbihat yapar.”
İşte madem cansız ve şuursuz her bir mahlukun üzerinde vazifeli bir melek var. Ve o melek, o mevcudun yaptığı tesbihatı melekût âleminde temsil eder ve onun ibadetini Allah’a arz eder. Elbette Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) haber verdiği şekilde meleklerin olması zaruridir ve makuldür. Mesela:
• Bir ağacın kırka yakın baş hükmünde dalları vardır.
• Her bir başında, yani dalında kırka yakın dili hükmünde çiçekleri vardır.
• O çiçeğin ise incecik muntazam püskülleri, renkleri ve sanatları vardır ki, her bir cihetiyle Allah’ın isimlerinin cilvesini gösteriyor ve bir ismini okutturuyor ve onlarca tarzda Allah’ı tesbih ediyor.
Demek, bu ağaç kırk başlı, her başında kırk dili olan ve her dilde en az kırk tesbihi bulunan şuursuz bir mahluktur.
Acaba hiç mümkün müdür ki, şu ağacın hikmetli sanatkârı olan Allah-u Teâlâ; bu ağaca bu kadar vazifeler ve tesbihler yüklesin de onun manasını bilen, şuurla o manayı ifade edip kâinata ilan eden ve dergâh-ı İlahiyyeye onun tesbihatını takdim eden, o ağacın şekline münasip bir melek yaratıp onu temsil etmesin?
Madem yaratacaktır ve yaratmıştır, elbette o meleğin o ağacın tesbihini temsil edebilecek bir tarzda olması gerekir. Yani onun da ağaç gibi kırk başı olmalı, her başında dallar gibi kırk dili olmalı ve her dilinde çiçekler gibi yüzlerce tesbih olmalı ki, ağacın yaptığı tesbihatı aynen temsil edip Allah’a arz edebilsin.
Şimdi de cansız ve şuursuz bir dağa bakalım:
• Üzerinde bin tane ağaç var. Demek, bu dağın bin başı var.
• Her ağaçta yüz dal var. Demek, bu dağın bin başında toplam yüz bin dili var.
• Ve bu ağaçların her dalında yüzlerce yaprak, çiçek bulunur. Demek, bu dağın milyonlarca tesbihatı var.
Evet, bir dağ ki; bin ağacı, her ağaçta yüz dalı ve her dalda yüz yaprak ve çiçeği olsa, bu dağ bin başlı, yüz bin dilli ve her dilinde yüzlerce tesbih olan bir mahluktur ki, bu mahlukun şuursuzca yaptığı tesbihleri, melekût âleminde temsil edecek meleğin de bu tarzda olması gerekmektedir. Yani bin başının bulunması, her başında yüz bin dilin olması ve her dilde de yüzlerce tesbihin bulunması lazımdır.
Ve şimdi de Dünya’nın yaptığı tesbihatı temsil edecek meleğin büyüklüğünü düşünün. Acaba kaç başı, kaç dili ve her dilde kaç tesbihi olması gerekir?
Ve bir de Samanyolu Galaksi’mizin yaptığı tesbihatı temsil edecek meleğin azametini düşünün:
• Galaksi’mizde üç yüz milyar yıldız vardır. Demek, Galaksi’mizin mümessili olacak meleğin üç yüz milyar başı olmalı.
• Her yıldızda bulunan varlıklar adedince dili olmalı.
• Her varlığın azaları ve cüzleri adedince tesbihleri olmalı.
Rakamların ifade etmekten âciz kaldığı bu meleğin büyüklüğünü hayal edebiliyor musunuz? Eğer Galaksi’miz bir melek olsaydı; işte böyle üç yüz milyar başlı, her başında trilyonların ifade edemediği dilli ve her dilinde rakamlara sığmayan tesbihleri olan bir melek olurdu. Bunu gördükten sonra Galaksi’mizin tesbihatını melekût âleminde temsil edecek meleğin azametini akla sığıştıramamak olur mu? Elbette Galaksi’mizi böyle haşmetle yaratan celal sahibi yaratıcı, Galaksi’mizin yaptığı tesbihatı temsil edecek o haşmette melekleri de yaratmıştır.
Sözün özü: Şuursuz mahlukatın bir nevi ibadetinin ve tesbihinin olduğunu ispat eden âleme dikkatli bir bakış ve Kur’an’ın ayetleri, aynı zamanda bu şuursuz mahlukatın ibadet ve tesbihatını temsil edip, dergâh-ı İlahiyyeye arz edecek meleklerin varlığını da gerektirmektedir. Bu meleklerin vücudu da temsil ettikleri mahlukun vücuduna münasip bir tarzda olacaktır.