18- Ay’ın yarılması mucizesi
Kureyşli müşrikler, Resûl-i Ekrem Efendimizin davasını tasdik eden birçok mucizeye şahit oldukları halde, yine de inat ve inkârlarından vazgeçip ona sadâkat ellerini uzatmıyorlardı. Gördükleri her mucizeye bir kulp takarak nazarlarda küçük ve basit bir hadiseymiş gibi göstermek isteyerek hem kendilerini hem de halkı aldatma yoluna gidiyorlardı.
Zaman zaman da akıllarınca Resûl-i Ekrem’i güç durumda bırakmak niyetiyle kendilerince meydana gelmesini mümkün görmedikleri isteklerde bulunuyorlardı. “Eğer, gerçekten Allah tarafından vazifelendirilmiş bir peygamber isen, şunu şunu yap, şunu şunu göster de görelim!” diyorlardı.
Bu isteklerde bulunurken maksatları iman etmek değildi; bilakis, Kâinatın Efendisini güç durumda bırakmaktı. Fakat Cenab-ı Hak, müşriklere karşı sevgili Resûlünü hiçbir zaman güç durumda bırakmıyor ve hiçbir zaman muavenet ve muhafazasını üzerinden eksik etmiyordu!
Yine bir gün, ileri gelenlerinden Ebû Cehil, Velid b. Muğîre gibilerin de içinde bulunduğu bir grup müşrik, Peygamber Efendimize gelerek, “Eğer sen, gerçekten söylediğin gibi Allah tarafından vazifelendirilmiş bir peygamber isen, bize Ay’ı ikiye ayır; öyle ki yarısı Ebû Kubeys dağı, diğer yarısı Kuaykıan dağı üzerinde görülsün!” dediler.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Şayet bunu yaparsam iman eder misiniz?” diye sordu.
Onlar, “Evet, iman ederiz” dediler.
Davasında haklı ve doğru olduğunu göstermek için mucizeyi istemek, peygamberin vazifesidir; istenilen mucizeyi yaratan ise Cenab-ı Hak’tır.
Ay’ın bedir haliydi; yani en güzel göründüğü on dördüncü gecesiydi.
Kâinatın Efendisi, Allah’ın emir ve iradesi dairesinde hareket eden Ay’a şehâdet parmağıyla işaret etti.
Bu Nebevî işaret kâfi geldi ve Ay ikiye ayrıldı; öyle ki yarısı müşriklerin istedikleri gibi Ebû Kubeys dağı üzerinde, diğer yarısı ise Kuaykıan dağı üstünde iki parça halinde göründü!
Resûl-i Kibriya Efendimiz, orada bulunan halka, “Şahit olunuz! Şahit olunuz!” diye seslendi.
Bu apaçık mucize karşısında da müşrikler, inat ve inkârlarından vazgeçmediler; üstelik, “Bu da Ebû Kebşe’nin oğlunun bir sihridir” diyerek asılsız bir te’vilde bulunup kendi kendilerini aldatma ve teselli etme yoluna saptılar. Gözleri önünde cereyan eden hadiseyi elbette inkâr edemezlerdi. İnkâr edemedikleri için de, çıkar yol olarak “Sihirdir” demek zorunda kalıyorlardı!
Ayın ikiye ayrılması mucizesinin Medine’ye hicretten önce Kureyş müşriklerinin istekleri üzerine -Yüce Allah’ın izniyle- Peygamberimiz (asm) tarafından gösterildiği Enes b. Malik, Hz. Ali, Huzeyfe b. Yeman, Abdullah b. Mes’ud, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr b. Âs Cübeyr b. Mut’im (r.anhum ecmain) gibi pek çok sahabeden nakledilmiştir.
Sırf Resûl-i Ekrem Efendimizin davasını tasdik etmemek için bu apaçık mucizeye “Sihirdir” diyen müşrikler, aralarında şöyle konuşmadan da edememişlerdi:
“Şayet Muhammed büyü yaptıysa, bu büyüsü bütün yeryüzünü kaplayamaz ya! Etraftan gelecek olan yolculara soralım; bakalım onlar da gördüklerimizi görmüşler mi?”
Etraftan gelen yolculara sordular. Onlar da aynısını gördüklerini itiraf ettiler.
Bütün bunlara rağmen, ruhen ve kalben sönüp gitmiş, şirkle gönüllerini kirletmiş müşrikler, “İman ederiz” vaadinde bulundukları halde inanmadılar, ebedî saadetin kaynağına koşmadılar; üstelik arkasından da şöyle dediler:
“Ebû Tâlib’in yetiminin sihiri semâya da tesir etti!”
Müşriklerin, Peygamber Efendimizin bu parlak mucizesini inkâr etmeleri üzerine Cenab-ı Hak, indirdiği şu ayet-i kerimelerle hadisenin vuku bulduğunu bildirip, onlarınsa imansızlıkta, yalanda diretip durduklarını beyan etti:
Yüce Allah, Kamer sûresinde bu mucizeye şöyle temas buyurur:
“Saat yaklaştı. Ay (ikiye) yarıldı (ayrıldı). Onlar (ne zaman) bir âyet, bir mucize görseler, yüz çevirirler ve: ‘Bu devam edip gelen bir sihir!’ derler.
(Ayın ikiye ayrılması mucizesini görünce de) hevalarına uydular: ‘Yalan!’ dediler (Peygamberi yalanladılar). Ayın yarılması mucizesi ile ilgili akla gelebilecek bazı soruların cevabını vermek istiyoruz. Sorumuz şu “Ay’ın yarılması mucizesi gerçekleşmiş midir? Neden tarihler ayın yarıldığından bahsetmiyor” Bizler Ayın yarılması mucizesinde bu evham bulutlarını dağıtacak soruların cevabını Üstad Bediüzzaman hazretlerinin Ay’ın yarılması hakkında yazmış olduğu eserden istifade ederek cevaplayacağız.
Neden tarihler ayın yarıldığından bahsetmiyor?
Ay’ın yarılması mucizesi, Allah Resulünü (asm) yalanlayan bazı müşriklere, davasının doğruluğunu göstermek için o dâvâyı işiten ve inkâr eden hazır bir cemaate, gecede, vakt-i gaflette, âni olarak gösterilen Allah’ın izniyle gerçekleşmiş bir mucizedir. Ayın doğuşunun farklı yerlerde farklı olması, sis ve bulut gibi görmeye mâni sebepler ile beraber o zamanda medeniyet ve teknolojinin fazla gelişmemesi ve gökyüzünü gözetleme, izleme gibi astronomi ilminin kemal bulmadığı bir zaman olmasından, dünyanın her tarafında görülmesi ve bütün tarihlere geçmesi elbette lâzım değildir.
Müşriklerin bu hadiseye sihir demeleri bu hadisenin varlığını güneş gibi gösterir.
O zamanda yaşayan müşriklerin gayet şiddetli derecede inatları tarihen bilinip, meşhur olduğu halde, Kur’ân’ın ay yarıldı demesiyle şu hadiseyi tüm âleme haber vermesine rağmen Kur’ân’ı inkâr eden o müşriklerden hiçbir kimse, şu âyeti yalanlayamamış ve haber verilen bu hadiseyi inkâr için ağızlarını açamamışlardır.
Eğer o zamanda ayın yarılması mucizesi, müşriklerce kesin ve vuku bulan bir hâdise olmasaydı, şu sözü bahane ederek gayet dehşetli bir şekilde yalanlayacak ve Peygamberin davasını iptal etmek için hücum edeceklerdi. Halbuki, bu konuya dair siyer ve tarih, o hadise ile münasebeti bulunan müşriklerden “bu hadise olmamıştır” diye tek bir söz nakletmemişlerdir.
Ay’ın yarılması mucizesi bütün İslam tarihi ve siyer kitaplarında nakledilen, ayrıca Kur’an’da da Kamer Suresinin ilk ayetlerinde işaret edilen bir mucizedir. Mucizeye tanık olan inatçı müşriklerin bu mucize karşısında Kur’an’ı inkar eden o müşriklerden hiçbiri bu mucizeyi inkar etmemiş, aksine“Sihirdir!..” diyerek iptaline kalkışmışlardır. Tarihte bu hadisenin olmadığına dair hiçbir bilgi nakledilmemiştir. Eğer hadise gerçekleşmemiş olsaydı, İslam aleyhine olan en ufak bir hadiseyi bile ihmal etmeyen ve karalamak için kullanan müşrikler, tarihlerin ve Kur’an’ın naklettiği bu hadiseyi mutlaka yalanlayacaklardı. Yalanlayamamaları ve bilakis buna sihir demeleri gösteriyor ki, bu hadisenin gerçekleşmesi noktasında en ufak bir şüphe yoktur.
Bu hadisenin olduğuna dair sahabelerin ittifakı
Sa’d-ı Taftazanî gibi büyük alimler demişler ki:
“Ay’ın yarılması mucizesi, parmaklarından su akması, umum bir orduya su içirmesi, camide hutbe okurken dayandığı kuru direğin Peygamberimizin ondan ayrılmasından dolayı ağlaması, umum cemaatin işitmesi gibi mütevatirdir. Yani, öyle tabakadan tabakaya büyük bir cemaat nakletmiştir ki, yalanda ittifakları muhaldir. Bin sene önce gözüken ve tarihlerin kaydettiği “Hâle” isimli kuyruklu yıldızının dünyadan göründüğünden nasıl eminsek -çünkü asırdan asıra insanlar o bilgiyi aktarmışlardır, yani mütevatirdir- ya da görmediğimiz sadece duyduğumuz Sri Lanka’nın vücudu gibi varlığı kesindir.” demişler.
Böyle kesin bir ittifakı inkâr etmek akıl ve mantıkla izah edilemediği gibi doğrulukları en büyük düsturları olan sahabeler topluluğunu haşa yalancı kabul etmek demektir.
Böyle vukuu kesin olan bir meselede şüphe duymak ve vehme kapılmak akılsızlıktır.
Hem bu imkânsız bir hadise değildir. Ayın yarılması tıpkı volkanla parçalanan bir dağ gibi imkan dahilindedir ve mümkündür.
Ayrıca unutmamak gerekir ki bir şeyden uzak olan bir kimse, yakın olan adam kadar o şeyi göremez. Ne kadar zeki olursa olsun, o şeyin ahvâli hakkında ihtilâfları olduğu zaman, yakın olanın sözü muteberdir. Bu asrın insanı asrı saadete nispetle o zamandan pek uzağa düşmüştür. Gözümüzle gördük diyen bu büyük sahabeler topluluğunun yanında 1400 sene ötede kalmış ve aklı gözüne inmiş görmediğime inanmam diyenlerin sözleri elbette hiçbir mana ifade etmemektedir. Çünkü ayın yarılması hakkında bu asrın insanı o asra kıyasla pek uzak mesafede kalmışlardır. Böyle bir meselede ihtilaf edildiğinde elbette bu hadiseye yakın olan sahabelerin sözlerine itibar edilir ve bu konuda söz hakkı elbette o hadiseye şahit olan sahabelerindir.
Niçin bu hadise tüm aleme gösterilmedi?
Mucize, peygamberlik davasına inanmayan insanları ikna etmek içindir. Yoksa iradelerini ellerinden alıp zorla iman ettirmek için değildir. Eğer inanmayan insanları, inanmaya zorlayacak olsaydı, o zaman imtihan sırrına zıt olurdu. Çünkü imtihan, akla kapı açar. Eğer iradeyi elinden alacak derecede açık olsa imtihan sırrı bozulur herkes iman etmek zorunda kalırdı.
Eğer Allah, ayın yarılmasını, bu hadiseyi inkâr edenlerin heveslerine göre bütün âleme göstermek için bir iki saat öyle bıraksaydı ve bütün insanlık tarihi kayıtlarına geçseydi, o zaman diğer semâvi hadiseler gibi sıradan bir hadise olacaktı ki bu da peygamberlik davasına delil olmayacaktı. Veyahut öyle açık ve parlak bir mu’cize olacaktı ki, aklı zorlayacak, aklın iradesini elinden alacak, ister istemez herkes peygamberlik davasını tasdik edecekti. İşte o zaman Ebu Cehil gibi kömür ruhlu bir kâfir, Ebu Bekr-i Sıddık gibi elmas ruhlu bir sahabe ile aynı seviyede kalıp, imtihan sırrı yok olacaktı. İşte bu sır içindir ki, hem âni, hem gece, hem uyku anında, hem ayın doğuşunun farklı yerlerde farklı olması, sis ve bulut gibi görmeye mâni sebepleri perde ederek tüm âleme gösterilmedi veyahut tarihlere geçirilmedi.
Ay’ın yarılması hadisesi, başka ülkelerin tarihlerine neden geçmemiştir
Yine akla gelebilir ki, “böyle bir hadise olsaydı İngiltere, Çin, Japon, Amerika gibi milletlerin tarihlerinde yer alması gerekirdi, ancak o tarihler bu hadiseden bahsetmiyor; öyle ise vuku bulmamıştır” Biz bu soruya cevaben deriz ki;
Bu hadise gece vaktinde ve ani bir surette olmuştur, dolayısıyla dünyanın diğer yarısı gündüz olduğundan görünmemesi gayet normaldir. Ayrıca o dönemde cehaleti ve vahşilikleriyle ünlü olan Avrupa ülkelerinin tarihinde olmaması da gayet normaldir. Farklı yerlerde de sis ve bulut gibi farklı engeller görünmemesine sebep olmuş olabilir. Böyle bir hadise bazı fertler tarafından görülse de gözlerine inanamaz ve bu hadiseye birisi tanık olsa bile insanları inandıramaz ve tarihlere geçemez.
Şimdi özet olarak deriz ki:
Doğruluğun ve adaletin temsilcisi olan sahabelerin bu hadisenin gerçekleştiğine dair ittifakları ve ifadeleri bu hadisenin vuku bulduğunu güneş gibi göstermektedir.
Pek çok müfessir “Ve Ay yarıldı.” ayetinin tefsirinde bu ayetin iniş sebebinin ayın yarılması hadisesi olduğu konusunda kuvvetli bir şekilde ittifak etmektedir.
Güvenilir ve sağlam kaynaklardan nakiller yapan hadis âlimlerinin bu olayın gerçekleştiğini ispat eden rivayetleri de bu hadisenin vukunu ispat ettiği gibi yine bütün keşif ve ilham ehli olan evliya ve sıddıkîn bu hadisenin gerçekleştiğini haber vermektedir.
Aralarında bazı fikir ayrılıkları olmasına rağmen, Kelam ilminin pek çok büyük imamları, derin ilim ve ihtisas sahibi alimleri bu hadisenin olduğunu tasdik etmektedir.
Hem dalâlet üzerine birleştikleri vaki olmayan ümmet-i Muhammediyenin (asm) bu hadisenin gerçekleştiğine dair inançları, güneş gibi ayın yarılması hadisesinin gerçekleştiğini ispat eder.
Evet Kur’an’ın haber verdiği gibi Ay yarılmıştır. Onlar (ne zaman) bir âyet, bir mucize görseler, yüz çevirirler ve: ‘Bu devam edip gelen bir sihir!’ derler.
Hem Kur’an’ın açıkça haber vermesi, hem bizzat gözleri ile bu hadiseyi gören veya görenlerden nakleden sahabenin ittifakı, hem hadis âlimlerinin sahih rivayetleri karşısında; bu hadiseyi görmeyen, sönük akılları ile ayeti yorumlayarak, sahih rivayetleri inkâr ederek, bu asırdan ta o asırda olan bir hadise için “böyle bir şey olmadı” demeleri bir kıymet ifade eder mi? Onların bu sözleri safsatadan öteye geçebilir mi?