Müşkil Hadisler

7. İki rekât namaza hac ve umre sevabı nasıl verilir?

Bazı hadis-i şeriflerde küçük amellere çok büyük sevaplar bildirilmiştir. Mesela:

– “Kim işrak namazını kılarsa ona hac ve umre sevabı verilir.” (Tirmizî, 586) buyrulmuş.

– “Kim şu virdi okursa, ona Hazreti Musa ve Hazreti Harun’un sevapları kadar bir sevap verilir.” denilmiş.

– “Kim falan ameli yaparsa bir hatim sevabı kazanır.” gibi hadisler nakledilmiş.

Hadis inkârcıları bu ve benzeri hadislere ilişip diyorlar ki:

— Bu hadisler sahih olamaz. Çünkü iki rekât namazın zahmeti nerede, hac ve umrenin zahmeti nerede? İki rekât namazla bir hac ve umre sevabı nasıl alınır? Yine bir virdi bir dakikada okumanın zahmeti nerede, Hazreti Musa ve Hazreti Harun’un tebliğ ve ibadetle geçen ömürlerinin zahmeti nerede? Bir dakikalık bir vird ile iki peygamberin sevabı kadar bir sevap nasıl kazanılır?

İşte hadis inkârcıları, amellerin sevabına dair hadisler hakkında böyle şeyler söylüyorlar. Aslında ilk bakıldığında söyledikleri mantıklı da geliyor.

— Yani iki rekât namazla bir hac ve umre sevabı nasıl kazanılır?

— Kısacık bir vird ile iki peygamberin sevabı kadar bir sevap nasıl kazanılır?

— Bir dakikalık bir amel ile bir hatim sevabı nasıl kazanılır?

İnsan bu soruların cevabını bilmiyorsa hadis inkârcılarına biraz meylediyor. Lakin siz sakın meyletmeyin, çünkü birazdan bu hadislerin izahını yaptığımızda meselenin hiç de onların dediği gibi olmadığını göreceksiniz.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, 24. Söz isimli eserinde bu hadislerin manasını şerh ediyor. O eserden iktibasla şimdi meseleyi izah edelim:

Kıyasta bir kaide vardır: Meçhul olan, malum olana kıyas edilir.

Yani bilinmeyeni anlayabilmek için bilinene kıyas ederiz. Mesela büyük bir yeri tarif ederken, “Bir futbol sahası büyüklüğünde.” dersiniz. Burada meçhul maluma kıyas edilmiştir. Meçhul, söz konusu yerin büyüklüğüdür. Malum ise futbol sahasının büyüklüğüdür.

Bu kaideyi çok iyi anlayalım. Çünkü meseleyi bu kaide üzerine bina edeceğiz. Kaideyi bir daha tekrar edelim: Meçhul olan, malum olana kıyas edilir. Meçhul meçhule kıyas edilmez.

Şimdi şu hadis-i şerife bakalım:

— Kim kerahet vakti çıktıktan sonra iki rekât namaz kılarsa, bir hac ve umre yapmış gibi sevap kazanır. (Tirmizî, 586)

Bu hadiste anlatılan namaz işrak namazıdır.

— İşrak namazının sevabı ne kadarmış?

Hac ve umre sevabı kadarmış…

Şimdi şu tahlili yapalım: İşrak namazının sevabı bizce meçhul; sevabının ne olduğunu bilmiyoruz. Sevabını anlayabilelim diye, sevabı hac ve umreye kıyas edilmiş ve onlar kadar sevabının olduğu bildirilmiş.

— Peki, kıyas edilen hac ve umrenin sevabını biliyor muyuz?

Hayır, bilmiyoruz; bu da bizce meçhul…

— Allahu Teâlâ’nın hac ve umre yapana cennette vereceği mükâfatı hakkıyla bileniniz var mı?

Cenneti hakkıyla bilmiyoruz ki haccın ve umrenin mükâfatını bilelim…

Bu durumda hadis-i şerifte, meçhul meçhule kıyas edildi. Meçhul olan işrak namazının sevabı, yine bizce meçhul olan hac ve umrenin sevabına benzetildi. Hâlbuki kıyastaki kaide neydi?

— Meçhul olan, malum olana benzetilmeli. Meçhul meçhule benzetilmez.

O zaman mezkûr hadis-i şeriften murad olan mana bizim anladığımız mana değil. Burada başka bir mana var ve başka bir mana olmalı. Şimdi bu manayı bulalım:

Manayı bulabilmemiz için, hac ve umrenin sevabının meçhullükten çıkıp malum olması gerekir.

— Peki, nasıl malum olur?

Hakiki sevapları cihetiyle malum olamıyor. Çünkü hakiki sevabını bilmiyoruz. Bunun malum olmasının tek yolu, zihnimizdeki farazi sevabıdır. Yani tahminimize giren ve tasavvurumuzda olan sevabıdır. Bu sevap bizce malumdur. İşte hadiste kastedilen sevap, hac ve umrenin gerçek sevabı değil, zihnimizdeki bu farazi sevabıdır.

Şöyle bir misalle bunu izah edelim:

Haberleşmenin olmadığı bir zamanda, köyde yaşayan bir zatı düşünelim… Bu zat padişahı hiç görmemiş ve saltanatının haşmetini bilmiyor. Tek bildiği köydeki ağası… Padişahı köydeki ağasından biraz daha büyük tasavvur ediyor. Sınırlı fikriyle daha ötesini düşünemiyor. Hayali, padişahın hakiki haşmetine ulaşamıyor. Âdeta padişahı bir yüzbaşı haşmetinde düşünüyor; zihninde bu kadar büyütebiliyor.

Şimdi, bu adama desek ki:

— Sen benim için şu işi yaparsan sana padişahlık vereceğim.

Bu söz, “Senin zihnindeki padişahlığı vereceğim.” manasındadır ki bu da yüzbaşı kadar bir haşmettir.

İşte işrak namazını kılana bir hac ve umre sevabının verilmesi de bunun gibidir. Burada verilen, hakiki bir hac ve umre sevabı değil, o kişinin zihninde ve tasavvurunda olan hac ve umre sevabıdır. İşte bu durumda, meçhul maluma kıyas edilmiş olur. Buradaki malum, kişinin zihnindeki sevaptır.

Aynen bunun gibi, “Kim şu virdi okursa Hazreti Musa ve Hazreti Harun’un sevapları kadar sevap kazanır.” meselesi de böyledir. O virdi okuyan, Hazreti Musa ve Hazreti Harun’un gerçek sevaplarını kazanmaz. Zihnindeki sevap kadar bir sevap kazanır.

Şimdi, Hazreti Musa’nın sevabını ve cennetteki makamını hayal etmeye çalışın…

Hayal ettiğiniz şey, Hazreti Musa’nın mükâfatının milyonda biri bile olamaz. İşte o virdi okuyan hayal ettiği kadar sevap kazanır. İnsan ne kadar fazla hayal etmeye çalışsa da ettiği hayal:

– 5-10 dönüm içinde bir ev…

– Belki denize yakın…

– İçinde ağaçlar var, havuzu var ve hakeza…

Hayal daha öteye gidemiyor. Hâlbuki bu dünya -bütün şaşaasıyla- cennete kıyasla bir zindan hükmündedir.

— Böyle bir cenneti ve Hazreti Musa’nın mazhar olduğu nimetleri kişi nasıl hayal edecek?

Dersin özünü bir daha tekrar edelim:

Kıyas yapılırken, meçhul olan malum olana kıyas edilir. Buradaki malum, kişinin zihnindeki sevaptır. Hakiki sevap bizim meçhulümüz olduğu için bu kıyasa dâhil değildir. Amellerin sevabına dair bütün hadis-i şeriflere bu nazarla bakmamız gerekir.

Bu hadisler hakkındaki izahın ikinci ciheti de şudur:

Mesela güneş büyük bir denizde tecelli eder. Denizde tecelli ettiği gibi, küçücük bir aynada da tecelli eder.

— Denizde gözüken güneşle aynada gözüken güneş aynı mıdır?

Evet, aynıdır. Aralarındaki tek fark, büyüklük ve küçüklüktür. Yani bu tecelliler keyfiyeten aynı, kemiyeten farklıdır.

Şimdi birisi dese ki:

— Şu işi yap, sana güneşi vereceğim.

O kişi o işi yapsa ve söz veren kimse onun aynasına güneşin misalini verse, bu durumda, güneşi vermiş midir?

Evet, vermiştir. O aynanın kabiliyeti güneşten ancak o kadarı alabilir. Deniz gibi bir kabiliyeti yoktur ki denizde tecelli ettiği gibi, güneş onda tecelli etsin. Ama hiç kimse aynada tecelli edene, “Bu güneş değildir.” diyemez.

Evet, güneştir; lakin tecellisi aynanın kabiliyetine göredir.

Aynen bu gibi, Allahu Teâlâ da “Şu ibadeti yapana hac ve umre sevabı vereceğim.” demiş. Hac ve umrenin hakiki sevabını, güneşin denizdeki tecellisi olarak kabul edelim. Bu kadar büyük olsun…

O küçük ameli yapana, denizdeki tecelli gibi bir tecelli verilmez; aynadaki tecelli gibi bir tecelli verilir. Ancak aynadaki tecelli de güneştendir. Denizdeki tecelliyle arasındaki tek fark kemiyettir yani azlık ve çokluktur. Yoksa keyfiyeten birdir.

Meseleyi biraz daha somutlaştıralım:

Faraza hac ve umre yapanlara cennetin özel bir köşesinde 1 milyon metrekare bir yer veriliyor olsun. İşrak namazı kılan kişiye de aynı yerde bir bahçe veriliyor…

1 milyon metrekarede hangi nimet varsa -küçük bir ölçekte- o bahçenin içinde de var. Demek, verilen şeyin keyfiyeti aynıdır. Fark kemiyette yani azlık ve çokluktadır. Kimine deniz kadar verilmiş kimine ayna kadar; ama ikisi de aynı cinstir.

Amellerin sevabıyla ilgili hadislere işte böyle bakmalıyız.

Amellerin sevabına dair iki farklı izah yaptık. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, 24. Söz isimli eserinde meseleyi 5 farklı şekilde izah ediyor. Biz ikisini nakletmeye çalıştık. Diğer üç izahı merak edenler, Üstad Hazretlerinin 24. söz isimli eserine bakabilirler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu