1-) Kabir hayatı inkar edilemez (Giriş)
Asrımızın bir kısım insanını anlamak ne kadar da zor! Bilhassa kendini âlim zannedenleri… Zira Müslümanlar 14 asır boyunca kabir hayatına iman ederken ve “Ey Allah’ım, bizi kabir azabından koru.” diyerek kabir azabından Allah’a sığınırken; kendini âlim zanneden bir kısım insanlar, şimdi kabir hayatını inkâr etmekte, sözde buna Kur’an’dan da deliller getirmektedir. Yani -hâşâ- Başta Peygamber Efendimiz olmak üzere, Sahabeler, müçtehitler ve 14 asır boyunca yaşamış bütün allameler Kur’an’ı anlayamamış ve olmayan bir hayatın varlığına iman etmiş de; sonra bunlar gelererek doğruyu bulmuşlar.
Yine kendini âlim zanneden bu kişilerin delil olarak gösterdiği Kur’an ayetlerini 14 asır boyunca hiç kimse görmemiş, okumamış, ya da okumuş da onların anladığı manaları anlayamamış; ama bunlar bir çırpıda bütün gizli manalara ulaşmışlar. Demek bunlar öyle zeki insanlar ki, İmam Maturidileri, Eşarileri, İmam Gazalileri, İmam Rabbanileri ve saymakla bitiremeyeceğimiz bütün allameleri geride bırakmışlar.
Hatta bunlar Kur’an’ı Sahabelerden bile daha iyi anlıyorlar. Öyle ya, -hâşâ- İbni Abbaslar, İbni Mesutlar, Abdullah İbni Ömerler ve diğer Sahabeler de kim oluyor, Sahabeler hiç bunların zekâsına yetişebilir mi? Yine başta 4 mezhep imamı olarak diğer müçtehidler ve âlimler de bunların gerisinde, bu inkârcılar onlardan çok daha zeki. Hatta bütün âlimlerin zekâsını toplasak, bunların zekâsına yetişemez…
Ya hu ne diyelim, ne yapalım, bunların bu hallerine gülelim mi ağlayalım mı, biz de şaşırdık! En iyisi şunu yapalım: Kabir hayatını iki kere iki dört eder katiyetinde ispat edelim ve onların delil diye ileri sürdükleri ayetlerin gerçek manalarını beyan edelim. Bu sayede, Ümmet-i Muhammed’i kötü âlimlerin şerrinden muhafaza edelim. Bu yolla da Rabbimizin rızasına nail olmaya çalışalım.
Konunun dah iyi anlaşılabilmesi için iki hayali arkadaşa misafir olacak ve karşılıklı konuşmalarını dinleyeceğiz. Kim bu eseri akıl ve vicdanını hakem yaparak seyretse, kabir hayatının hak olduğuna iman edecektir. İnayet ve tevfik Allah’tandır. Şimdi iki arkadaşın münazarasına misafir oluyoruz:
A- Ben kabir hayatına inanmıyorum. Hem benimkisi sadece kuru bir inkâr da değil. Kabir hayatının olmadığına dair sana birçok ayet-i kerimeler gösterecek ve seni ikna edeceğim. Sen de sayemde, olmayan bir hayata inanmaktan kurtulacaksın.
B- Evvela şunu bil: İnkâr, cehaletten; kabul ise, ispat ve ilimden gelir. Sen kabir hayatını inkâr ediyorsun, biz ise kabul ediyoruz. Senin inkârın, kabir hayatı hakkındaki bilgisizliğinden; bizim kabulümüz ise, ilmimizden ve ispatımızdandır.
A- Nasıl yani… Niye benim inkârım cehaletimden olsun? Benim inkârım da ilimden ve ispattan geliyor.
B- Senin inkârın ilim ve ispattan gelemez. Şimdi bu meseleyi sana izah edeyim. Bu izahla, inkârının niçin ilim ve ispattan gelemeyeceğini anlayacaksın. Sabit bir kaide vardır: “Hususi bir yere bakmayan inkâr ispat edilemez.” Şimdi bu kaideyi anlamaya çalışalım:
İnkâr iki kısımdır. Birincisi, hususi bir yere bakar. Böyle bir inkâr ispat edilebilir. Mesela ben: “Evde top yoktur.” desem, bu inkârımı ispat edebilirim. Zira ev, hususi ve küçük bir yerdir. Her köşesinde seni gezdirebilir ve topun olmadığını göstererek yokluğunu ispat edebilirim. Demek, hususi bir yere bakan inkâr ispat edilebiliyor.
A- Tamam anladım hususi bir yere bakan inkâr ispat edilebilir.
B- İnkârın ikinci kısmı ise, hususi olmayan ve umumi yere bakan inkârdır. Mesela ben: “Dünya’da top yoktur.” desem, yani inkârımı bir odaya değil de, bütün Dünya’ya genellesem, bu durumda inkârımı ispat edemem. Çünkü inkârımı ispat edebilmek için, Dünya’nın her yerinde seni gezdirmek, hatta denizlerin diplerine sokmak, dağların zirvelerine çıkarmak ve Dünya’nın her köşesini sana göstermek zorundayım ki, inkârımı ispat edebileyim. Sana Dünya’nın her yerini göstersem, ama sadece bir dağın zirvesine çıkamasak, yine inkârımı ispat edememiş sayılırım. Zira belki top o dağın zirvesindedir, bunu kim bilebilir.
Bir de şöyle desem: “Kâinatta top yoktur.” Yani inkârımı Dünya’ya değil de kâinata yaysam, bu sözümü asla ispat edemem. Çünkü bu sözümü ispat edebilmek için bütün kâinatı gezmek ve gezdirmek zorundayım ki, bunu yapmak da mümkün değildir.
Hatta bu sırdan dolayıdır ki, kâfirlerin iman hakikatlerini inkâr etmesinin hiç bir önemi yoktur. Mesela onlar: “Melek yoktur.” dese, bu sözlerini asla ispat edemezler. Bu sözlerini ispat edebilmeleri için, bütün kâinatı gezmek ve bize göstermek zorundadırlar. Bunu da yapamayacaklarına göre, onların inkârı ilim ve ispat değil, sadece zan ve vehim olur. Zannın ve vehmin de ilimde yeri yoktur. Cennet’in inkârı, Cehennem’in inkârı ve diğer iman hakikatlerinin inkârı da böyledir. Bu inkârlar ispat edilemez. Dolayısıyla bu inkârlar, ilim değil; zan ve vehimdir.
İşte senin kabir hayatını inkâr etmen de böyledir. Asla inkârını ispat edemezsin. Çünkü inkârın, b u Dünya’ya ait değil; ahiret âlemlerinden bir âlem olan kabir hayatına ait. O âlemde bizi gezdirip, o âlemin hakikatini bize gösteremezsin ki, inkârını ispat edebilesin.
A- O zaman, ben de sana şöyle bir soru sorayım: Şimdi ben desem: “Denizkızı diye bir şey yoktur.” Bu inkârımı ispat edemem mi? Yani denizlerin her köşesini sana gösteremiyorum diye, denizkızının varlığına iman mı edeceğiz?
B- Bizim meselemiz olan kabir hayatının varlığı, denizkızının varlığına benzemiyor. Aradaki fark şudur: Denizkızının varlığı hakkında hiçbir söz ve görüş yoktur. Yani kimse onun varlığından söz etmemiş ve bu konuda deliller öne sürmemiştir. Denizkızının varlığı, zatında muhal yani imkânsızdır. Dolayısıyla denizkızının yokluğu için bütün denizleri gezmeye gerek yoktur.
Ama olay şöyle olsaydı: Denizkızının varlığı hakkında denizcilerin tamamı ittifak edip, “Biz gördük.” deselerdi, 3-5 denizci ise, “Denizkızı diye bir şey yoktur.” deseydi, bu durumda biz denizkızının varlığına inanır ve inkâr edenlerin sözüne itibar etmezdik. Çünkü kabul, ilim ve ispattan; inkâr ise bilmemek ve cehaletten gelir. Ayrıca daha önce söylediğim gibi, hususi olmayan ve umuma bakan inkârlar -zatında imkânsız olmamak şartıyla- ispat edilemez.
A- Peki neden inkâr edenin sözüne itibar edilmiyor da, “vardır” diyenin sözüne itibar ediliyor.
B- Sebebini biraz önce anlattım: Hususi olmayan inkârlar ispat edilemez. Daha iyi anlaman için bir örnek daha vereyim: Ramazan-ı Şerif, hilalin görülmesiyle başlar. Adil iki kişi: “Biz gördük.” deseler, Ramazan’ın girdiğine hükmedilir. Adil iki kişinin “gördük” sözüne karşılık, bütün şehir ahalisi “biz görmedik.” deseler, sözlerine itibar edilmez.
Bunun sebebi şudur: “Gördük” diyenler, nefislerine değil, harice bakarlar ve birbirlerine kuvvet verirler. Parmaklarını aynı yere basarlar. “Görmedik” diyenler ise, harice ve hakikate bakamazlar. Zira görmeye engel ve mani olan birçok perdeler vardır. Mesela, kimi uyuyakalmış ve ondan görmemiştir. Kimi bulutun perdesi sebebiyle görmemiştir. Kiminin gözü bozuktur, bu sebeple görmemiştir. Kimi hilali tanımaz ve bilmez. Ve bunlar gibi daha birçok sebep… Görmedik diyenler nefislerine ve zanlarına göre hükmediyorlar. Harice bakıp, semayı ihata edip, hakikate göre hükmedemiyorlar. Görmeme sebebi kişiden kişiye göre değişiyor. Bu sebeple, inkâr edenlerin sözü birbirine kuvvet veremiyor ve “görmedik” diyen bir şehir ahalisi, “gördük” diyen iki kişinin sözünü hükümden düşüremiyor. Neticede şer’an Ramazanın başladığına hükmediliyor.
İşte sizin “kabir hayatı yoktur.” sözünüz de böyle bir inkârdır. Ahireti gören gözünüz olmadığından kabirlere bakıp hükmedemiyorsunuz. Zannınızla ve nefsinizle hükmediyorsunuz. Zira hakikatin kendisine bakmak mümkün değildir. Kabir hayatını görmeye engel perdeler vardır. Bu sebeple, siz inkârınızı asla ispat edemezsiniz. Biz ise, ayet ve hadislerin işaretiyle iddiamızı kolayca ispat edebiliriz.
A – Göreceğiz…
B- Benim, bir ayetin işaretini göstererek varlığını ispat edebileceğim kabir hayatını, senin inkâr edebilmen için şunları yapabilmen gerekir:
1- Kabir hayatının varlığına dair göstereceğimiz bütün ayetleri çürütmelisin.
A- Tamam, bence bunu yapabilirim.
B- Yapıp yapamayacağını sonra göreceğiz. Hem sadece ayetleri çürütmen de yeterli değil. İkinci olarak, delil olarak getireceğim bütün hadis-i şerifleri de çürütmelisin.
A- Bu kolay, bunu kolayca yaparım.
B- Ama bunu yaparken, kafandan atıp, zannınla hükmederek: “Bunlar uydurmadır.” demen yetmez. Hadislere, cerh ve tadil yöntemlerini uygulayarak, her bir hadis-i şerifin zayıflık emarelerini teker teker göstermelisin. O hadisleri rivayet eden sahabeleri çürütmelisin, hadisin senedindeki zayıflıkları göstermelisin ve hadis tahlilindeki diğer usulleri uygulamalısın. Yoksa sadece “Bunlar uydurmadır.” sözünün hiçbir kıymeti yoktur. Hatta kabir hayatı hakkındaki bütün hadisleri çürütüp, sadece bir tek hadise ilişemesen, bu benim için yeterlidir. Ben tek bir hadisle kabir hayatının varlığını ispat edebilirim. Gördün mü senin işin ne kadar zor.
A- Tamam anladım. Önce kabir hayatı hakkında göstereceğin ayet-i kerimeleri sonra da hadis-i şerifleri çürütmeliyim. Eee, sonra…
B- Sadece ayet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri teker teker çürütmen de yetmiyor. Üçüncü olarak, kabir hayatının varlığı hakkında âlimlerin icmaı ve ittifakı vardır. Bu ittifakı da çürütmeli ve kabir hayatının yokluğu hakkında bundan daha büyük bir ittifakı göstermelisin. Bunu ise yapamazsın. Çünkü senin gibi üç beş kişi müstesna, bu ümmetin bütün âlimleri ve Ümmet-i Muhammed’in tamamı kabir hayatına iman etmiştir.
A- Tamam bunu da anladım. Bu konudaki icmaı çürütmeli ve daha kuvvetli bir icmanın varlığını göstermeliyim.
B- Bu icmaı ve ittifakı çürütmen de yetmez. Dördüncü olarak, evliyanın “ehli keşfi-l kubur” denilen kısmı ki, bunlar kabir hallerini kalp gözleriyle müşahede edebilen Allah dostlarıdır; bunların verdiği haberleri de teker teker çürütmelisin. Hem onların zatını, hem de verdiği haberleri çürütüp yok hükmüne indirmelisin.
A- Anladığım kadarıyla, önce bu konudaki ayet-i kerimeleri, sonra hadis-i şerifleri, sonra bu ümmetin icmaını ve daha sonra da ehli keşfi-l kubur olan evliyanın sözlerini çürütmeliyim.
B- İyi anlamışsın. Ama bunları yapabilsen bile -ki yapamazsın- bu da yetmez. Beşinci olarak, bütün kabirlere teker teker beni sokup, ahiret âlemlerini görebilecek bir gözü bana verip, bütün kabirleri seyrettirmelisin ki, ben ahiret ahvallerini görebilen o gözümle kabirlere teker teker bakayım ve orada bir hayatın olmadığını yakinen müşahade edeyim. Hatta bana böyle bir göz verip bütün kabirleri gezdirsen, ama sadece bir kabre sokamasan, yine inkârını ispat edememiş olursun. Zira belki o kabirde bir hayat vardır. Bir tek kabirde hayat olması, kabir hayatın varlığını ispat eder.
Gördün mü, sen inkârını ispat edebilmek için ne kadar çalışmalısın. Yani top misalimizden yola çıksak, ben “Dünya’da top vardır.” sözümü, bir topu göstererek kolayca ispat edebilirken; sen “Dünya’da top yoktur.” sözünü ispat edebilmek için tüm Dünya’yı dere tepe dolaşmalı ve bana göstermelisin ki, inkârını ispat edebilesin. Yoksa bütün inkârın, zan ve vehimden öteye geçmez.
A- Anlattıkların çok ilginç. Olaya hiç bu açıdan bakmamıştım. Evet, kabul ediyorum, -varlığı imkânsız olmamak şartıyla- hususi bir yere bakmayan bir inkâr ispat edilemez. Kabir hayatı da hususi bir yere bakmayıp ahiret âlemlerine bakmaktadır ve inkârı ispat edilemeyecektir. Ama sadece bununla kabir hayatına inanacağımı zannetme. Hadi diyelim, ben davamı ispat edemiyorum, o zaman sen davanı ispat et.
B- Ben sana davamı hem ayetlerle, hem hadislerle, hem de âlimlerin ortak görüşüyle ispat edeceğim. Hatta sadece bununla da kalmayıp, senin delil diye ileri sürdüğün bütün sözlerine de cevap vereceğim. Siz: “Kur’an’da kabir hayatı yoktur.” diyorsunuz. Ben bu sözünüze şaşıyor ve “Bunlar hiç mi Kur’an okumuyor.” diyorum. Şimdi sana Kur’an ayetleriyle, kabir hayatının varlığını iki kere iki dört eder katiyetinde ispat edeceğim. Delil olarak göstereceğim ilk ayet Mümtehine suresi, ayet 13.