7-) Kabir hayatı hakkında ayet-6
B- Nuh suresinin 25. ayet-i kerimesinde şöyle buyrulmuştur: “Nuh’un kavmi günahlarından dolayı boğuldular ve ardından da ateşe sokuldular.”
Şimdi bu ayeti beraber tahlil edelim. Ancak tahlilimize geçmeden önce, 5. videoda bahsi geçen Arapça kuralı burada tekrar etmek istiyorum. Şöyle ki: Arapçada atıf harflerinin farklı görevleri ve manaları vardır. Arapça bilmeyenler için birbirine benzeyen bu edatlar, Arapça bilenler için çok derin manaları ifade etmektedir. Bu edatlardan ikisi, “fe” ve “sümme” edatlarıdır. “fe” edatına “fâ-i takibiye” denilir. Bu edat, yakınlık edatıdır ve bir işin hemen sonra meydana geldiğini gösterir. “sümme” edatı ise uzaklık edatıdır. Bu edat da bir işin çok sonra meydana geldiğini gösterir. Bu farkı istersen iki basit cümle üzerinde görelim:
خَرَجَ عَلِيٌّ فَسَعِيدٌ cümlesi, “Ali ve Said çıktı.” manasındadır. Cümlede atıf harfi olarak kullanılan “fe” edatı sayesinde, Said’in Ali’den hemen sonra çıktığını anlarız. İkisinin çıkması birbirine son derece yakındır. Neredeyse ikisi beraber çıkmış gibidir. Yani biri önce çıkmış, diğeri de bir adım farkla sonra çıkmıştır. Manaya bu yakınlığı veren şey, cümlede kullanılan “fe” edatıdır.
Eğer bu cümleyi: خَرَجَ عَلِيٌّ ثُمَّ سَعِيدٌ şeklinde söylersek, mana: “Ali çıktı, sonra Said çıktı.” şeklinde olur. Bu durumda anlarız ki, Said’in çıkması çok sonradır. İkisinin çıkması arasında zaman bakımından bir uzaklık vardır. Yani faraza, Ali bugün çıkmış ise, Said yarın veya daha sonra çıkmıştır. İşte “sümme” atıf harfiyle bu uzaklığa dikkat çekilmiştir.
Bu izahımızdan sonra şimdi, tahlilini yapacağımız ayetin Arapçasına bakalım:
مِمَّا خَطِيئَاتِهِمْ أُغْرِقُوا “Onlar hatalarından dolayı boğuldular.” فَأُدْخِلُوانَارً “Ve hemen peşinden de ateşe sokuldular.” Ayet-i kerimede, Nuh (as)’ın kavminin hemen ateşe sokulduğundan haber verilmektedir. Ayette geçen “fâ-i takibiye” ateşe girme işinin, tufanda boğulma hadisesinden hemen sonra olduğunu göstermektedir. Demek, Hazreti Nuh’un kavmi boğulduktan hemen sonra ateşe sokulmuştur. Bu ise ancak, kabir hayatı dediğimiz Berzah alemindeki azap olabilir. Zira şu anda Cehennem mevcud olmakla birlikte içi boştur. Cehennem, kıyametin kopması ve hesabın tamamlanmasıyla sakinlerine kavuşacaktır. O halde Hz. Nuh’un kavminin sokulduğu ateş, Cehennem ateşi olamaz.
Acaba kabir azabından başka hangi azap vardır ki, Hz. Nuh’un kavmi denizde boğulduktan hemen sonra o azaba girmiş olsunlar? Eğer kabir hayatı inkâr edilirse, Hazreti Nuh’un kavminin boğulduktan hemen sonra sokuldukları ateş ne ile izah edilebilir? Buna Cehennem diyemezsin, çünkü Cehennem’e giriş mahşerde hesaplar görüldükten sonra olacaktır.
Ayrıca, Hz. Nuh ve kavmi yaklaşık 5.000 yıl önce yaşamışlardır. Eğer kabir azabı olmasaydı ve onlar hemen azaba girmemiş olsalardı, ayetteki yakınlığı ifade eden “fâ-i takibiyeyi” yerine, uzaklığı ifade eden “sümme” edatı gelmez miydi?
A- Ya hu bir “fe” harfinden ne kadar da mana çıkartıyorsun! Bence biraz abartıyorsun!
B- Ben abartmıyorum, ancak sen Allah’ın kelamıyla beşerin kelamını birbirine karıştırıyorsun. Beşer, kelamını ihata edemez ve kelamında bu gibi hikmetleri gözetemez. Ama Allah-u Teâla sonsuz ilim ve hikmetiyle her bir manayı bilir ve kuşatır. Bu sırdandır ki, Kur’an’da geçen her bir harf, bazen birçok manaları medar olmuş ve müfessirler bu manaları izahla bitirememişler.
Yoksa sen Kur’an’da zikredilen kelimelerin ve harflerin tesadüfen olduğunu mu zannediyorsun? Şunu bil ki, Kur’an belagat üzerine nazil olmuştur. Kelime ve harflerinin sıralanışı ile dâhi edipleri ve belagatın üstatlarını kendine aşık etmiştir. Bu meseleye burada girsek, çok uzun kaçar. Bu yüzden bu kapıyı açmıyor, sadece şu kadar demekle yetiniyorum: Kur’an’da hiçbir kelime ya da harfin kullanılışı tesadüfi değildir. Hepsinde yüzlerce hikmet ve mana vardır. Lakin bu manaları bulmak için, ya işin ehli olmak, ya da işin ehline müracaat etmek gerekir.
A- Yani sen şimdi diyorsun ki, Hz. Nuh’un kavminin boğulması ve sonra ateşe girdiklerini beyan eden kısım, yakınlığı bildiren “fe” edatı ile zikredilmiştir. Bu da, olayın hemen olduğunu ve hiç ara verilmediğini ifade etmektedir. Bu olay 5.000 sene önce olmuş ve kıyametin de kopacağına ne kadar var bilinmez; eğer kabir azabı olmasaydı ve onların azabı ahirete kalsaydı; ayette yakınlığı bildiren “fe” yerine, uzaklığı bildiren “sümme” tercih edilirdi. Kur’an’da hiçbir kelime veya harf gelişi güzel kullanılmaz. Her birinin hikmet ve manaları vardır. Buradaki yakınlık “fe” si de azabın hemen başladığını beyan etmek için kullanılmıştır. Ve neticede bu da kabir azabını ve dolayısıyla kabir ve Berzah hayatını ispat etmektedir.
B- Ne de güzel anlamışsın. Aynen bunu dedim. Peki, sen bu anlattıklarımdan hisse alabildin mi? Yani artık kabir hayatına inanıyor musun?
A- Seninle münazaraya başlamadan önce kesinlikle Kabir hayatına inanmıyordum. Şimdi ise şüpheli bir inkara döndüm. Başta “asla yoktur” derken, şimdi “acaba var mı, yok mu” diyorum. Yani beni bayağı ikna ettin. Ama daha alacağım yol var. İnanacaksam, imanımın tahkiki olmasını ve deliller üzerine kurulmasını istiyorum. Bu yüzden “yola devam” diyorum.
B- O halde devam edelim. Zira daha anlatacak çok şeyimiz ve gösterecek çok delilimiz var. Şimdi başka bir ayete geçelim. En’am suresinin 93. ayet-i kerimesinde şöyle buyrulmuştur: