14- Kabir hayatını inkar edenlerin soruları- 1
A- İlk sorumu soruyorum. Gerçi bu sorunun cevabını ben biliyorum, zira bu eserin başından beri seninle beraberim. Bu esere, ilk bu videodan başlayanlar olabilir diye bu soruyu sorma ihtiyacı hissediyorum. Çünkü soracağım soru, kabir hayatını inkâr edenlerin devamlı dillerine doladıkları bir meseledir. Onlar diyorlar ki: Kur’an’da kabir hayatıyla ilgili hiçbir ayet yoktur. Eğer kabir hayatı olsaydı, Kur’an’da zikredilmiş olurdu. Kur’an’da olmaması bu hayatın var olmadığını ispat eder… Bu Konuda ne dersin?
B- Bu, Kur’an’a atılan büyük bir iftiradır, derim. Cenab-ı Hak, En’am suresinin 38. ayet-i kerimesinde: “Biz bu Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” buyurmuştur. Demek her şey, kıymet-i kabiliyeti nispetinde Kur’an’da yerini almıştır. Lâkin bazı meseleler sıkça ve açıkça zikredilirken, bazılarına işaretle yetinilmiştir.
Kabir hayatı gibi bir meselenin Kur’an’da geçmediğini söylemek, Kur’an’ı bilmemekten ileri gelmektedir. Bizler şu anda bu eserin 14. bölümündeyiz. Bu eserin ilk 10 bölümü, Kur’an ayetlerinin kabir hayatı hakkındaki tahlilleriyle geçti. Yani bizler tam 10 bölümde Kur’an ayetlerini inceledik. “Kur’an’da kabir hayatı yoktur.” diyenlerin gözüne ilk 10 bölümü sokuyoruz. Ve 10. bölümü bitirirken şöyle demiştik: “Kur’an’da kabir hayatı ile ilgili daha başka ayetler de var. Biz konuyu daha fazla uzatmamak için bu kadarla iktifa edelim.” İstersen, makam münasebetiyle, o 10 bölümde zikretmediğimiz bir ayeti burada zikredelim. Hem bu sayede, orada dediğimiz, “daha başka ayetler de var.” sözü, burada tasdik edilsin.
A- Evet, güzel olur. İlk 10 bölümde birçok ayet-i kerime nakletmiştin. Ve “daha da çok var.” demiştin. Zikretmediklerinden birini burada zikretsen güzel olur.
B- Yasin suresinin 26 ve 27. ayet-i kerimelerinde şöyle buyrulmuştur: (Ona) Cennete gir, denildi. O da dedi ki: “Keşke Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilen kullarından kıldığını kavmim bilseydi!”
Bu ayette bahsi geçen ve kendisine “Cennet’e gir.” denilen zat Habib-i Neccar isimli bir zattır. Onun kıssası tefsir kitaplarında ayrıntısıyla zikredildiğinden burada o kıssaya girmeyeceğiz. Dileyenler tefsir kitaplarına müracaat edebilirler. Bizim burada üzerinde duracağımız nokta şurası:
Habib-i Neccar şehit edilirken, Melekler tarafından ona: “Cennet’e gir.” denilmiştir. Bu emirden anlaşılıyor ki, ruh bakidir ve ölümsüzdür. Onun kendine ait bir hayatı vardır.
Hâlbuki kabir hayatını inkâr edenler, kıyamete kadar ruhun bir hayatının olmadığını, mükâfat veya cezanın kıyametten sonra olduğunu söylerler. Bu ayet ise onların bu sözünü yalanlamaktadır. Eğer onların dediği gibi olsaydı, yani ruhun bir hayatı olmasaydı, Habib-i Neccar’a “Cennet’e gir” denilmezdi. Habib-i Neccar yaklaşık 2.000 sene önce yaşamıştır. Eğer onun hâlihazırda bir hayatı yoksa, ona: “Cennet’e gir.” denilmesinin ne manası vardır. Yani ona, “Cennet’e gir.” denilmesine rağmen, o hâlâ 2.000 yıldır ölü müdür? 2.000 sene geçmesine rağmen, ona vaat edilen mükâfat hâlâ verilmemiş midir?
Ayrıca ayetin devamı da ruhun bakiliğini ve Berzah âlemini ispat etmektedir. Zira ayetin devamında Habib-i Neccar şöyle der: “Keşke Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilen kullarından kıldığını kavmim bilseydi!”
Habib-i Neccar bu sözü, İbni Abbas ve İmam Mücahid’in beyanıyla, öldürüldükten sonra söylemiştir. Bundan da anlaşılıyor ki, ölümden sonra bir hayat vardır. İşte Habib-i Neccar bu hayatta konuşmuştur. Bu ayet, berzah âleminin ve kabir hayatının varlığına delildir. Bu aşamada ruh cisim olmaksızın diridir, konuşur, işitir, hisseder, memnun olur, üzülür, dünyadakiler gibi duyar.
Hani ölümden sonra bir hayat yoktu. Şimdi soruyoruz, eğer hayat yoksa, Habib-i Neccar nerede konuşuyor? Hem ona, “Cennet’e gir” denildiği halde, ruhu hâlâ ölü mü? Eğer Cennete hemen sokulmayacak olsaydı, “Cennet’e gir.” yerine, “Cennet’e gireceksin.” denilmez miydi?”
Şunu da ekleyelim: Peygamber Efendimizin beyanıyla, şehitlerin ruhları kıyamete kadar Cennet’tedir ve orda nimetlenirler. Bu nimete, diğer ehli iman ulaşamaz. Habib-i Neccar öldürülüp şehit edildiği için bu nimete kavuşmuştur. Bu makamda İbni Kayyim’den şu izahı da nakletmek istiyorum:
İbni Kayyim da şöyle der: “Ruhun kaldığı bir yerin olduğunu söylemek, onların ne kabirde olduğuna ve ne de kabrin havlusunda olduğuna delalet etmez. Bilakis ruhun bu yerlerle bir bağlantısının bulunduğuna delalet eder ve bu manada ona bir mekân izafesi sahih olur. Burada güneş misali verilebilir. Zira güneş semada olduğu hâlde, ışığı yerdedir. Gerçi bu benzetmede eksiklik vardır. Çünkü ışık, güneşin zatı değil, ârazıdır. Ruh ise ârazıyla değil, zatıyla başka yerdedir. Resulullah (s.a.v.)’in Miraç’ta peygamberleri semavatta görmesi de bu meselemize bir delildir. Zira Resulullah (s.a.v.) orada ruhları misali bedenlerinde görmüştür. Bununla birlikte onlar kabirlerinde canlı olarak namaz kılıyorlardı.”
Daha bu konuda söyleyebileceğimiz çok söz ve gösterebileceğimiz çok ayet var. Ama biz ilk 10 videoda naklettiğimiz ayetlerle iktifa edelim. Burada da farklı bir taneyi zikrettik. Bütün bu ayetlerden anlaşılıyor ki: “Kur’an’da” kabir hayatı yoktur” diyenler, Kur’an’ı bilmeyen zavallılardır. Kur’an’da her şey vardır; lâkin görmek için göz ister…
A- Sana katılıyorum, zaten ben ilk 10 bölümdeki ayetlerden Kur’an’da kabir hayatının olduğunu çok iyi biliyorum. Lakin başta dediğim gibi, kabir hayatını inkâr edenler “Kur’an’da yoktur” dedikleri için üzerinden bir daha geçmek istedim. Şimdi 2. sorumu soruyorum. 2. sorum şu: