11-) Kabir hayatı ile ilgili hadisleri inkar edenlerin işledikleri cinayetler
B- Bu videoda kabir hayatı hakkındaki hadis-i şeriflerden bahsedeceğiz. Ama burada sana hadis-i şerif nakletmeyeceğim. Çünkü kabir azabı ya da mükâfatı hakkındaki hadis-i şeriflerin bir kısmını zaten işitmişsindir. Hatta dilersen, “kabir hayatı hakkında hadis-i şerifler” yazıp internette tıklar ve bu konudaki hadis-i şeriflere kaynaklarıyla ulaşırsın. Bir tıklamayla ulaşabileceğin hadisleri benim sana nakletmeme gerek yok. Ben bu videoda başka bir şey üzerinde duracağım
A- Dediklerin doğru, kabir hayatı hakkında birçok hadis işittim. Ve dediğin gibi, internette birçok hadisi de kaynaklarıyla bulabilirim. Ama bence bu hadislerin tamamı uydurma. Ben bu hadislere inanmıyorum.
B- İşte benim de üzerinde duracağım nokta burası… Biliyorum ki, bu noktayı açmadan sana bin hadis-i şerif nakletsem, hemen diyeceksin ki: “Bunlar uydurmadır.” Dolayısıyla, delil olarak göstereceğim hadis-i şeriflerin, nazarında bir kıymeti olmayacak. Zaten hadislere inansaydın, kabir azabına da inanırdın. Çünkü “birçok hadisi işittim” dedin. Senin ve emsalinin problemi, hadisleri bilmemek ve duymamak değil; hadislere inanmamak. Bu sebeple eserin bu bölümünde bu mesele üzerinde duracağız.
A- Bence bir sorun yok. Ama yine söyleyeyim, ben Kur’an’da bulduğumdan başkasına inanmam. Bana Kur’an’da göstermelisin.
B- O halde sana çok basit bir soru soracağım. Bu sorumu Kur’an’la cevaplayabilirsen sözüne inanacağım. Söyle bakalım: Öğle namazının farzı kaç rekâttır?
A- Bunu bilmeyecek ne var, her gün kılıyorum, 4 rekât…
B- Peki, öğle namazının 4 rekât olduğunu Kur’an’ın hangi ayetinden öğrendin? Hangi surede yazıyor bu…
A- Tamam, ben de biliyorum bu Kur’an’da geçmiyor.
B- Yo olmaz, sen dedin ki: “Ben hadislere inanmıyorum, Kur’an’da olandan başkasına inanmam.” Öyleyse öğle namazının farzının rekât sayısını bana Kur’an’da göstermelisin.
A- Ama Kur’an’da yok ki, nasıl göstereyim?
B- O zaman Kur’an’da olmadığına göre, sen öğle namazının farzının 4 rekât olduğunu nereden biliyorsun?
A- Hadislerde var. Hem herkes 4 rekât kılıyor, herhalde bir hakikati vardır.
B- İyi ama bu cevabınla kendi kendinle çekişiyorsun. Hem diyorsun ki: Hadislere inanmam, uydurmadır… Sonra da diyorsun ki: Öğle namazının farzının 4 rekât olduğu hadislerde var. Şimdi ben senin hangi sözüne inanayım; hadisleri inkâr ettiğine mi, kabul ettiğine mi?
A- Namaz rekâtları Kur’an’da olmadığına göre elbette hadislere bakmak zorundayız. Ama diğer meselelerde hadislere inanmam.
B- Diğer meseleler dedin. O zaman ben sana yine sorsam:
Kur’an “Zekât verin” diyor. Malımızın kaçta kaçını zekât vereceğiz?
Kur’an “Kâbe’yi tavaf edin” diyor. Kâbe’nin etrafında kaç defa döneceğiz?
Kur’an “Namaz kılın” diyor. Günde kaç defa ve nasıl namaz kılacağız?
Kur’an “Hacca gidin” diyor. Haccı nasıl eda edeceğiz?
Kur’an bunlar gibi birçok emirlerde bulunuyor, ancak çoğunun eda edilme şekillerini beyan etmiyor. Bu ibadetleri nasıl eda edeceğiz?
Bak, en basit bir mesele olan namazın rekât sayısını bile Kur’an’da bulamıyor ve hadislere müracaat etmek zorunda kalıyorsun. Hadisler olmadan namazını bile kılamıyorsun. Kaldı ki, ben daha namazın rekât sayısını sordum, namazın içine girmedim. Bir de şöyle sorsam: “Nasıl namaz kılarsın?” Buna nasıl cevap vereceksin?
A- Cevap kolay… Önce niyet edip, tekbir alarak ellerimi kulaklarıma götürürüm…
B- Dur, elleri kulaklara götürmeyi nerden çıkarttın, bu Kur’an’da yok ki…
A- Ya elleri kaldırmasan da olur…
B- Dur, “kaldırmasak da olur” ifadesi de Kur’an’da yok. Sen hani Kur’an’la konuşurdun. Bak, daha namazın başındayız, eller kalkacak mı kalkmayacak mı karar veremiyorsun. Daha rükûa secdeye gelmedik bile… Hem bu sadece namaz… İslam’ın namazdan başka binlerce meselesi var ki, bunları Kur’an’da açıkça bulamayabilirsin. Şimdi ne yapacağız, Kur’an’da bulamadık diye kafamızdan mı uyduracağız, yoksa Peygamber Efendimizin uygulamalarına mı bakacağız?
A- Ya namaz gibi meselelerde hadislere bakabiliriz, ama diğerlerinde bakmaya gerek yok.
B- Hıı… Yani sen şimdi hadislerin bir kısmının doğru olduğunu mu kabul ediyorsun? Başta “Hepsi uydurmadır” diyordun, şimdi “Bir kısmı doğru olabilir” diyorsun. Bu kısa zamanda bayağı yol aldın. Hepsini inkârdan, bir kısmını inkâra geçtin. İyi de bir şey soracağım: Sen bir hadisi kabul veya reddederken neye bakıyorsun? Hadislerin hangi cerh ve tadil kaidelerini uyguluyorsun?
A- Cerh ve tadil de nedir ki? Ben kafama göre hükmediyorum. Aklıma uyarsa kabul ediyorum, uymazsa reddediyorum.
B- Ah senin kafana… Zaten başına ne gelse, bu kafandan geldi. At bu kafanı artık, yenisini tak… Yani bakışını değiştir. Konuştuğumuz bu mesele, yani hadisleri gelişigüzel inkâr etme işi çok tehlikeli bir iştir. Bu hamur çok da su götürür. Bu eserin hacmi, bu konuyu A dan Z ye burada işlememize imkân vermiyor. Am a senden sonra, senin gibi hadisleri inkâr eden bir arkadaşınla bu konuyu enine boyuna, her noktasına kadar işleyeceğiz. Sana, o eseri seyretmeni şimdiden tavsiye ediyorum. Hadisleri inkâr eden o arkadaşının, nasıl ikna olduğunu ve hadisleri kabul etmek durumunda kaldığını o eserde -Allah’ın inayetiyle- göreceksin. Şimdi ben bu kapıyı açmayacağım. Ancak buraya kadar olan konuşmamızdan şu netice çıktı ki, hadisleri inkâr ettiğimizde namazların rekât sayısını bile bilemiyoruz. Değil namaz kılmak, namaza giriş bile yapamıyoruz.
Şimdi sana çok önemli şeyler söyleyeceğim. Bu sözlerime kulak kesil! Sana, kabir hayatı hakkındaki hadisleri inkâr ederek nasıl bir cinayet işlediğini anlatacağım!
Kabir azabı ve mükâfatı ile hadisler bizlere bir grup Sahabeden nakledilmiştir. Bu sahabelerden bazıları şunlardır: Enes bin Malik, Ebu Hüreyre, Hz. Aişe, Abdullah İbni Mesud, Zeyd b. Sabit, Hz. Ebubekir’in kızı Hz. Esma, Peygamberimiz hanımı Hz. Meymûne, Sahabenin büyük müfessirleri İbni Abbas ve Abdullah İbni Ömer, Cabir İbni Abdullah, Hz. Osman, Amr İbnu-l As, Bera bin Azib, Zeyd bin Erkam, Ebu Eyyûbe-l-Ensari, Ebu Saide-l Hudri, Abdurrahman b. Semura, Ebu Katade, Hz. Ali, Ebu Musa el-Eş’ari ve daha başka Sahabeler…
Bu kadar Sahabe –ki bunlar Sahabelerin enüstünlerindendir – kabir azabı ve mükâfatı hakkında hadisler nakletmişler. Sen ise onların naklettiği bütün hadis-i şeriflere uydurma diyorsun. Şimdi sana işlediğin cinayetleri maddeleyeceğim. Belki hidayetten nasibin vardır da bu cinayetler aklını başına getirir ve tövbe edersin!
Cinayetin şu: İsmini saydığımız ve bir kısmını sayamadığımız bu Sahabeler, Peygamber Efendimize isnad ederek kabir hayatı hakkında hadis-i şerifler nakletmişler. Yani “Biz Allah resulünün böyle böyle dediğini işittik.” demişler. Onların bu sözleri de an’aneli bir şekilde, yani bu bundan rivayet etti, bu bundan rivayet etti, denilerek ta bize kadar ulaşmış. Arada hiçbir kopukluk yok. Hadisin senedinde hiçbir kesiklik yok… Durum böyle iken sen diyorsun ki “Bu hadisler uydurmadır.” İşte bu sözün şu manaya geliyor: “Yani bu Sahabeler Peygamberimize iftira etmişler. Peygamberimiz hakkında yalan uydurmuşlar…”
Öyle ya, yol iki: Ya bu hadisleri Peygamberimiz söylemiştir, ya da söylememiştir. Biz söylediğine inanıyor ve bu Sahabeleri tasdik ediyoruz. Sen ise söylemediğine inanıyorsun. Bu durumda da senin nazarında, içinde Hz. Ali, Hz. Osman gibi İslam’ın büyüklerinin de bulunduğu bu Sahabeler yalan uydurmuş ve –hâşâ– Peygamberimize iftira atmış oluyorlar. İşte itikatsızlığın ile ne büyük bir cinayet işlediğini anla! Sahabelerin en büyüklerine yalancı ve iftiracı diyorsun.
A- Ben onlara yalancı demiyorum ki, onların ismini kullanarak sonrakiler uydurmuştur, diyorum.
B- Her ilim dalının kendine özel usulleri ve metodolojileri vardır. Anlaşılan, senin Hadis ilmiyle ilgili bazı metotlardan haberin yok. Hadis ilminde senet diye bir şey vardır. Hadislerin senetleri an’aneli bir şekilde Sahabelere kadar ulaştırılır. Yani kim ne dedi ve kimsen işitti, bunlar son derece açıktır. Bu senedin bir yerinde kesinti olsa, zaten mütevatir olamaz. Kabir hayatı hakkındaki hadisler ise mütevatirdir. Yani, şüphe edilmeyecek kadar çok kişilerden yine şüphe edilmeyecek kadar çok kişilere aktarılarak gelmiştir. Demek kl, senin dediğin gibi, sonrakiler Sahabelere atfen hadis uyduramaz. Bu, hadisin senedinden hemen anlaşılır.
Kabir hayatı hakkında hadisi-i şerif nakleden Sahabelere yalancı ve iftiracı demen birinci cinayetindi. Şimdi gelelim ikinci cinayetine…
Cinayetin de şu: Kabir hayatı ile ilgili hadisler her ne kadar 25 civarında Sahabe tarafından nakledilmiş olsa da, senin kendilerini yalanladığın ve iftiracı saydığın Sahabeler sadece bu 25 Sahabe değildir. Senin iftiran bütün Sahabeleri kapsar. Zira eğer Peygamber Efendimiz (sav) kabir hayatı hakkında hadis-i şerifler söylemeseydi ve bu 25 Sahabe kendilerinden hadis uydursaydı, diğer Sahabeler buna müsaade etmez ve bu konuda hadis nakleden Sahabeleri yalanlardı. Yani derlerdi ki: “Bu kişinin rivayet ettiği şu kabir azabı hadisi uydurmadır. O vakit ben de o meclisteydim, Peygamberimiz böyle bir şey demedi…”
Hâlbuki diğer Sahabeler, kabir hayatı hakkında hadis rivayet eden bu 25 civarındaki Sahabeyi yalanlamıyor ve sükût ediyorlar. İşte onların bu meseledeki sükûtları, bir tasdiktir. Yoksa bu hadisler yalan ve uydurma olsaydı, diğer Sahabeler hemen müdahale eder ve işin hakikatini ortaya koyarlardı. Ancak bunu yapmamışlar. Hiçbir hadis ve siyer kitabında, tek bir Sahabenin bu hadisleri ret ve tenkit ettiğine dair bir bilgi bulamazsın.
İşte senin bu hadisleri reddetmen, bütün Sahabeyi –hâşâ- yalancılıkla itham etmektir. Yahu şuna mı ihtimal veriyorsun: Canlarını ve mallarını Allah yolunda feda eden bu yüksek şahsiyetler, Peygamber Efendimiz (sav) vefat ettikten sonra, -hâşâ- el ele vererek İslam’ı yıkmaya ve dinin içine hurafeler sokmaya mı çalıştılar? Bu mu yani inandığın şey!
A- Yok canım buna inanılır mı?
B- Ama hadisleri inkâr ettiğinde inkârın bunu netice veriyor. Bu hadisleri Peygamber Efendimiz söylemediyse, hadi 25 Sahabe –hâşâ– uydurdu diyelim. İyi de diğer yüzlerce Sahabe niçin onlara karşı çıkmadı ve sükût etti. Canlarını İslam için feda eden bu zatların, Peygamber Efendimize yalan isnadı karşısında susması mümkün müdür?
İşte hadisleri inkâr ederek nasıl büyük bir cinayet işlediğini gör. Bu inkârınla bütün Sahabeyi iftiracı konumuna getiriyorsun. Hâlbuki Peygamber Efendimiz onlar hakkında: “Sahabem yıldızlar gibidir, hangisine uysanız doğru yolu bulursunuz.” buyurmuştur. Efendimizin bu şekilde övdüğü Sahabelere, “yalan uyduruyorsunuz, yalancısınız, iftira ediyorsunuz…” demek, nasıl bir cinayettir hâlâ anlamıyor musun?
A- İçimden bir titreme geldi. Söylediğimde basit gibi görünen bir sözün ne büyük neticeleri varmış!
B- Cinayetlerin bununla da bitmiyor.
Üçüncü cinayetin de şu: Bu hadisleri Sahabe Efendilerimizden Tabiin ile başlayan nesil nakletmişler. İmam Buhariler, İmam Müslimler, İbni Mâceler ve diğer hadis âlimleri bu hadisleri eserlerinde cem etmişler. Eğer bu hadisler uydurmaysa, demek ki bu âlimlerin hiçbiri gerçek âlim değilmiş. Baksana, uydurma bir hadisi bile fark edememişler de sahih gibi kitaplarında kaydetmişler. Senin bir bakışta uydurma olduğunu anladığın hadisleri onlar kucaklarında yıllarca taşımışlar da farkına varamamışlar. Demek –hâşâ– bunlar bu kadar cahil… Siyahla beyazın arasını bile fark edemiyorlar.
İşte senin inkârın, ben -farazadan da olsa- söylerken hayâ ettiğim bu neticeleri veriyor. Yarın mahşer günü, iftira attığın Sahabeler ile bu büyük âlimler yakana yapıştığı zaman halin nasıl olacak, bunu hiç düşünüyor musun?
A- Gerçekten de aklımı başıma getirdin. Ya bir hadise uydurma demenin ne kadar büyük neticeleri varmış, bu anlattıklarını hiç düşünmemiştim.
B- Daha işlediğin çok cinayetler var. Ama başta dediğim gibi, bu eserin hacmi bu cinayetleri anlatmaya müsait değil. İnşallah senden sonra bir hadis inkârcısı ile bu meseleyi en ince detayına kadar mütalaa edeceğiz. Kalan kısmı o esere havale ediyor ve sana bu makamda son olarak diyorum ki: Aklını başına al! Tevatür derecesindeki hadis-i şerifleri inkâr ederek, bu hadislerin ravilerini, sükût ederek bu hadisleri tasdik eden diğer Sahabeleri ve bu hadisleri nakleden alimleri yalanlama, onlara iftira atma. Yoksa ahiretteki pişmanlığın o kadar büyük olur ki, aklın ve hayalin tasavvurdan aciz kalır.
Bu meseleye burada nokta koyuyor ve bir sonraki delile geçiyorum. Bir sonraki delilde, bu konudaki icmayı işleyeceğiz.