Tefsir Dersleri

O halde siz beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim.

فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُواْ لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ

O halde siz beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, nankörlük etmeyin. (Bakara 152)

Cenab-ı Hak anılarak, kast ve yâd edilerek işlenen her iş, söz, fiil ve hatta sükût dahi Mevla’yı zikir sayılır. Mesela, herhangi bir uzvu hak için kullanmak, o uzvun zikridir Yoksa zikir sadece zannedildiği gibi “Allah” ya da “Sûbhanallah” gibi kelimeleri dil ile tekrardan ibaret değildir… Zikirden gaye, gafleti yok etmek ve onu kovmaktır. Öyleyse Allah’ın emirlerini yerine getirmeyi ve yasaklarından kaçınmayı ifade eden her şey zikrin kapsamı içindedir.

Ancak bu zikirlerin içinde, Cenab-ı Hakk’ın isimlerini ve sıfatlarını söylemek suretiyle yapılan zikrin tesiri çok süratli olup, beklenen muhabbeti oluşturarak kişiyi Mevla’ya çok daha çabuk ulaştırır. Zikirden asıl kastedilen mana da budur.

İmam Gazali hazretleri zikri üçe ayırmıştır:

1- Lisanın zikri: Dil ile Mevla’yı tesbih etmek, O’na hamd etmek, O’nu tazim etmek ve Kuran okumak gibi zikirler lisanın zikridir.

2- Azanın zikri: Her azayı yaratılış gayesinde kullanmak azanın zikridir. Mesela, göz ile Allah’ın sanatına bakmak, akıl ile o sanatta tecelli eden ilahi isimleri tefekkür etmek, kalp ile Allah’ı sevmek, ayak ile Allah’ın yolunda adım atmak gibi…

3- Kalbin zikri: Kalbin zikri de üçe ayrılır:

a- Allah-u Teala’nın zat ve sıfatlarına delalet eden delilleri bulmak ve meydana gelebilecek şüphelere karşı cevap hazırlamak için tefekkür etmektir.

b- Allah-u Teala’nın emirlerini, yasaklarını, müjde ve tehditlerini ve bunlara delalet eden delilleri düşünmektir.

c- Mahlukatın sır ve inceliklerini tefekkür ederek Allah-u Teala’nın büyüklüğünü, azametini, hikmetini, rahmetini vs. düşünmektir.

Tefsirini yaptığımız “Siz beni zikredin, ben de sizi zikredeyim.” ayet-i kerimesi hakkında birçok izahlar yapılmıştır. Bu izahlardan bazıları şunlardır:

1- Siz beni itaat etmek suretiyle zikredin ki, ben de sizi rahmetimle zikredeyim. Bu manaya göre Allah’ın kulunu zikretmesinden murad: Ona rahmetiyle muamele etmesidir.

2- Siz beni itaat etmek suretiyle zikredin ki, ben de sizi mağfiretimle zikredeyim. Bu manaya göre Allah’ın kulunu zikretmesinden murad ise: Ona mağfiretiyle muamele edip onu affetmesidir.

3– Siz beni dua ile zikredin, ben de sizi duanıza icabet ve istediğinizi vererek ihsan etmekle zikredeyim.

4- Siz beni övmek için zikredin ki, ben de sizi bahşiş ve nimetimle zikredeyim.

5- Siz beni dünyada zikredin, ben de sizi ahirette zikredeyim.

6- Siz beni tenhalarda yalnız iken zikredin, ben de sizi açık yerlerde zikredeyim.

7- Siz beni rahat zamanlarınızda zikredin, ben de sizi bela ve musibet zamanlarınızda zikredeyim.

8- Siz beni af dileyerek zikredin, ben de sizi mağfiretimle affederek zikredeyim.

9- Siz beni, benim yolumda nefis, şeytan ve onlara uyanlarla harp etmek suretiyle zikredin, ben de sizi hidayet ve yardımımla zikredeyim.

10– Siz beni sıdk ve ihlâsla zikredin, ben de sizi kendi hususi dostluğuma kabul ile zikredeyim.

11- Siz beni dua ve niyaz ile zikredin, ben de sizi dünya ve ahiretinizin kurtuluşu ile zikredeyim.

Zikrin önemi ve kıymeti hakkında Peygamber Efendimizden de birçok hadis-i şerifler nakledilmiştir. Bazıları şunlardır:

Enes b. Malik’ten (r.a.) rivayet edilmiştir. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah’ı zikretmek için bir mecliste oturanları melekler kuşatırlar. Allah’ın rahmeti onları kaplar ve Allah Teâlâ onları katındaki meleklerle anar.”

Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayet edilmiştir. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Sadece Allah’ın rızası için bir araya gelip O’nu zikredenlere göklerden bir münadi şöyle seslenilir: ‘Bağışlanmış olarak kalkınız! Günahlarınız sevaplara çevrildi. ‘”

Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayet edilmiştir. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Bir araya gelip de Allah’ı zikretmeden ve Resulüne salavat getirmeden dağılan bir kavmin bu toplantıları kıyamet gününde kendilerine üzüntü ve hasret vesilesi olur.”

Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayet edilen kudsi bir hadis-i şerifte Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ben kulumun bana olan zannı üzereyim. O beni zikrettiği zaman onunla beraberim. O beni kendi nefsinde zikrederse, ben onu kendi nefsimde zikrederim. O beni bir toplulukta zikrederse, ben onu ondan daha hayırlı bir toplulukta zikrederim. O bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana bir kulaç yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim.”

Zikrin faziletine dair şu hadisleri de nakledebiliriz:

“Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş bir vaziyette bekler. Kişi Allah’ı zikredince siner ve çekilir; gaflet etse vesvese verir.”

“Yemeğinizi zikrullah ve namazla eritiniz ve öyle yapmadan uyumayınız, çünkü kalbiniz kararır. Çok yemek zulmettir, zikir ise nurdur. Zikrin nuru ile taamın zulmeti gider.”

“Allah ‘a giden yolların en yakını zikir yoludur.”

Efendimize (sav) soruldu: “Ya Resulallah! Mücahitlerin hangisi üstün ve sevabı en büyüktür?” Peygamberimiz (sav) buyurdu ki: “Allah-u Teâlâ’yı en çok zikredendir.” O sahabe tekrar sordu: “Oruç tutanlardan hangisinin sevabı daha büyüktür?” Efendimiz (sav) yine: “Allah-u Teâlâ ‘yı en çok zikredenin sevabı en çoktur.” buyurdu. Sahabe yine sırası ile namaz kılanların, zekât verenlerin, hacca gidenlerin ve sadaka verenlerin hangilerinin sevabının daha çok olduğunu sordu. Efendimiz (sav) hepsine cevaben: “Allah-u Teâlâ’yı en çok zikredenlerin sevabı en çoktur.” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ebubekir (r.a.) Hz. Ömer’e (r.a) dedi ki: “Ya Eba Hafs, şu halde zikredenler hayırları toplayıp gidiyorlar.” Bunun üzerine Resul-u Ekrem (sav) Hz. Ebubekir’i (r.a.) tasdik ederek: “Evet haklısın.” buyurdu.

Ebu Hureyre şöyle buyurmuştur: “Gök ehli, içerisinde Allah’ın zikredildiği evleri tıpkı bir yıldız gibi görür.”

Süfyan b. Uyeyne de şöyle buyurmuştur: “Bir kavim Allah’ı anmak üzere bir araya geldiği zaman şeytan ve dünya onlardan uzaklaşır. Şeytan, dünyaya: ‘Sen bunların ne yaptıklarını görmez misin?’ der. Dünya da şeytana şu karşılığı verir: ‘Sen onlara bakma! Dağıldıkları zaman ben onları teker teker boyunlarından tutup sana getiririm!'”

Tefsirini yaptığımız “O halde siz beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, nankörlük etmeyin.” ayeti kerimesinde Mevla Teâlâ, zikirden sonra şükrü emretmiştir. Şükrün manası: Sana iyilik yapanı, yapmış olduğu iyilikten dolayı övmendir. Şükrün zıttı ise küfran, yani iyiliği bilmemek ve nankörlüktür.

Bir kulun şükrünün üç rüknü ve üç esası vardır. Bir kulun şükredici olabilmesi için bu üç rüknü eda etmesi gerekir:

Birincisi: Kulun, üzerinde bulunan Allah-u Teâlâ’nın nimetlerini itiraf etmesidir.

İkincisi: Kulun, üzerinde bulunan bu nimetlerden dolayı Allah Teâlâ’ya hamd-ü sena etmesidir.

Üçüncüsü: Kulun, kendisine verilmiş olan nimetleri Allah’ın rızasını kazanma yolunda sarf etmesidir.

Bu üç esası yerine getirebilen şükrünü eda etmiş demektir.

Süfyan İbn-i Uyeyne hazretleri şükür hakkında şöyle demiştir: “Şükür, Allah’ın yasaklarından sakınmandır.”

Cüneyd-i Bağdadi hazretleri ise şükrü şöyle tarif etmiştir: “Şükür, Allah-u Teâlâ’nın nimetlerinden hiçbiriyle O’na karşı isyan etmemendir.”

Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri ise şükrü şöyle tarif eder: “Şükür, nimetleri doğrudan doğruya Allah’tan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur.”

Hacı Ali Haydar Efendi, ayet-i kerimede şükrün zikirden sonra zikredilmesinin hikmeti hakkında şöyle demiştir: “Bizim Mevla’yı zikretmemiz bir nimet, buna mukabil Allah’ın bizi zikretmesi ise daha büyük bir nimet olup şeytan bu iki büyük nimeti sahibinden çalmak isteyeceğinden Allah-u Teâlâ bu zikir nimetinin peşinde, onu bağlayıcı olan şükrü zikretmiştir. Çünkü nimete karşı şükredilince o nimet bağlanmış olur ve şeytan onu çalamaz.

Nitekim Ömer İbn-i Abdülaziz de şöyle buyurmuştur: “Allah’ın nimetlerini, ona şükrederek bağlayın. Allah’a şükretmekse isyanı terk etmekten ibarettir.”

Ve yine bu hususta denilmiştir ki: “Şükür, eldeki nimetin bağı; gelecek nimetin de avcısıdır.”

Şükrün önemi ve kıymeti hakkında Peygamber Efendimiz (sav)’den birçok hadis-i şerifler nakledilmiştir. Bazıları şunlardır:

“Allah’ın nimetlerini yiyip şükreden kulun ecir ve sevabı, Allah yolunda oruç tutan kimsenin ecir ve sevabı gibidir. Afiyet ve selamet içerisinde olup şükreden kulun sevabı ise herhangi bir belaya müptela olan ve sabreden bir kulun ecri gibidir. Kendisine nimet verilen ve buna karşı şükreden kulun ecri ise nimetten mahrum olan ama Allah’ın kendisine verdiklerinden kani ve razı olan bir insanın ecri gibidir.”

“Bir kimse, hasta veya sakat birini görünce: “Allah-u Teâlâ’ya hamdolsun ki beni böyle etmedi. Bundan ve daha başka dertlilerden üstün kıldı.” derse, nimetin şükrü olur.”

“Şükrederek yiyen, sabrederek oruç tutan mertebesindedir.”

“İman iki kısımdan oluşan bir bütündür; onun bir yarısı sabır, diğer yarısı da şükürdür.”

“Az veya çok bir nimete kavuşan “Elhamdülillah” derse, Allah-u Teâla o kimseye bu nimetten daha iyisini verir.”

Cenab-ı Hak, tefsirini yapmaya çalıştığımız ayet-i kerimenin hürmetine bizleri zikreden ve şükreden kullar zümresine dâhil eylesin ve bizleri nimetine karşı nankörlük yapmaktan da muhafaza etsin. Âmin!

Bir Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu