Veyl o kimselere
فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِأَيْدِيهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هَـذَا مِنْ عِندِ اللّهِ لِيَشْتَرُواْ بِهِ ثَمَناً قَلِيلاً فَوَيْلٌ لَّهُم مِّمَّا كَتَبَتْ أَيْدِيهِمْ وَوَيْلٌ لَّهُمْ مِّمَّا يَكْسِبُونَ
Artık veyl o kimselere ki, kitabı elleriyle yazarlar da sonra az bir menfaat satın alabilmek için “Bu, Allah katındandır.” derler. Artık veyl onlara, o elleriyle yazdıkları şeyler yüzünden! Ve yine veyl onlara, kazandıkları şeyler (rüşvet ve günah) yüzünden! (Bakara 79)
Mezkûr ayet-i kerime Yahudi âlimleri hakkında inmiştir. Onlar, Peygamber Efendimizin (sav) Tevrat’ta zikredilen sıfatlarını değiştirip, o sıfatların yerine Efendimizin şeklinin hilafına delalet eden şeyler yazıyor ve bunu kendi cahilleri ve Araplar arasında dağıtarak yayıyorlardı. Yanlarında olan hakiki Tevrat nüshalarını ise gizliyorlardı. Kendilerine Efendimiz (sav)’den sorulduğunda: “O, Tevrat’ta vasfedilen ve haber verilen kişi değildir” diyerek, değiştirdikleri Tevrat’ı çıkarıp okuyorlar ve: “Allah tarafından indirilen Tevrat budur.” diyorlardı.
İşte Cenab-ı Mevla onların bu günahlarından dolayı, “Onlara veyl olsun” demiştir. Ayet-i kerimede geçen “veyl” kelimesi, kendi lafzında fiili olmayan bir masdardır. Manası ise “rüsvalık” ve “pişmanlıktır.” İmam Halil bu kelimeye “şiddetli şer” manasını verirken; İbn-i Mufaddal: üzüntü; diğerleri ise “helak” manasını vermişlerdir.
Bu manaların hepsini cem ettiğimizde ayet-i kerimenin meali kısaca şöyle olur: “Rüsvalık, rezillik, şiddetli şer, üzüntü ve helak o kimseler içindir ki, onlar kitabı elleriyle yazarlar da sonra az bir menfaat satın alabilmek için “Bu, Allah katındandır.” derler. Artık veyl onlara, o elleriyle yazdıkları şeyler yüzünden! Ve yine veyl onlara, kazandıkları şeyler (rüşvet ve günah) yüzünden!”
Ebu Said hazretlerinin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte ise Resulullah (sav) veylin manasını şöyle izah etmiştir:
Veyl, cehennemde bir vadidir ki, kâfir onun içine düşer ve dibini kırk senede bulamaz.
İbn-i Mesud hazretlerinin rivayet ettiği diğer bir hadis-i şerifte de Efendimiz (sav) veyli şöyle izah etmiştir:
Veyl, cehennemde bir vadidir ki, bütün cehennem ehlinin kan ve irinleri orada toplanır.
Said İbn-i Müseyyeb hazretlerinin rivayet ettiği diğer bir hadiste ise Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
Veyl, cehennemde bir vadidir ki, dünyanın bütün dağları ona sürülse elbette hararetinin şiddetinden erirler.
Ayet-i celilede “veyl” kelimesi üç defa tekrar edilmiştir. Bu tekrarın hikmeti hakkında âlimler şöyle demişlerdir: Yahudiler üç suç işlediler:
1. Efendimizin (sav) Tevrat’taki sıfatlarını değiştirdiler.
2. Kendi yazdıklarına “Allah’tan inen Tevrat budur” diyerek, Allah’ın kitabına ve dolayısıyla Allah-u Teâlâ hazretlerine iftirada bulundular.
3. Tevrat’ta yaptıkları değişiklikler için reislerinden rüşvet aldılar.
İşte bu üç suçun her birine karşılık “veyl” ile tehdit edilmişlerdir. Yani üç farklı suça üç farklı tehdit yapılmıştır.
Bu ayet-i kerimede şu noktalara da işaretler vardır:
1. İşaret: Kişinin ilmi, yakîni (şüphesiz inanması) ve Mevla Teâlâ’yı bilmesi hatta Mevla Teâlâ’nın kelamını bizzat duyması bile ona gerçek imanı ve ihlâsı kazandıramaz. Zira Yahudi âlimlerinin ilmi ve yakîni vardı. Tevrat’ı çok iyi biliyorlardı. Cenab-ı Hakk’ı da tanıyorlardı. Hatta Musa (as)’ın seçtiği yetmiş kişi Mevla’nın kelamını bile duymuşlardı. Ama onlar buna rağmen isyandan vazgeçemediler, ihlâsı ele geçiremediler ve iman-ı tahkikinin gereğini yapamadılar. Demek hakiki iman ve ihlâs, Allah-u Teâlâ’nın fazl-u keremi ile kulunun kalbine attığı bir nurdur. Tahsil edilen bütün ilimler, gayretler ve edilen bütün dualar ise, o nurun kalbe atılması için bir nevi fiili duadır. Bu fiili duayı halis bir niyetle takviye etmek gerekir ki beklenen netice hâsıl olabilsin.
Evet, bizler tahkiki imanın dersini veren eserleri çokça okuyacağız ve ihlâsı kazanmak için çok gayret göstereceğiz; ama aynı zamanda bileceğiz ki sadece gayret göstermek ve okumak ile bunlar kazanılmaz. Bu gayretimizi fiili bir dua hükmünde kabul edeceğiz ve bu fiili duamıza kavli duamızı da ekleyerek, bizlere ihlâsı ve tahkiki imanı vermesi için Rabbimize yalvaracağız.
2. İşaret: İnatçı âlim ile taklitçi cahil dalalette müsavidirler. Çünkü âlimin ilmiyle amel etmesi gerektiği gibi, cahilin de taklit ve zanna razı olmayıp ilmî imkânları araması ve itikadını deliller üzerine oturtması gerekmektedir. Âlim, bildiği ile amel etmemekten; cahil ise delil aramayı terk ettiğinden dolayı mesuldür ve her ikisi de cezaya müstehaktır.
3. İşaret: Her kim dinde bir değişiklik yapar veya dinden olmayan bir şeyi dine sokmaya çalışırsa, o da bu tehdide dâhildir. Yani tefsirini yaptığımız bu ayetteki tehdit sadece Yahudiler hakkında olmayıp, Müslümanlar hakkında da geçerlidir. O halde günümüzde yaşayan ve âlim kisvesi altında dini tahrif etmeye çalışan sözde profesörler, yazarlar, gazeteciler ve dinde değişiklik yapmaya çalışan her kim varsa, artık cehennemdeki Veyl vadisine kendilerini hazırlasınlar ve akıllarını kaybetmemişler ise bundan dolayı titresinler. Tabi tevbe etmezlerse…