Hz.Adem’e isimlerin öğretilmesindeki sır.
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَـؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ قَالُواْ سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا إِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ قَالَ يَا آدَمُ أَنبِئْهُم بِأَسْمَآئِهِمْ فَلَمَّا أَنبَأَهُمْ بِأَسْمَآئِهِمْ قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَأَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ
Bir zaman Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Melekler de: “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz” demişlerdi. Allah-u Teâlâ da: “Şüphesiz ben, sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurmuştu. (2/30)
Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: “Haydi davanızda sadıksanız şunların isimlerini bana haber verin” dedi. (2/31)
Melekler dediler ki: “Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz ki sen âlim ve hakîmsin.” (2/32)
Allah-u Teâlâ şöyle dedi: “Ey Âdem! Onları isimleriyle bunlara haber ver.” Bu emir üzerine Âdem onları isimleriyle meleklere haber verince Allah-u Teâlâ şöyle dedi: “Ben size, ben göklerin ve yerin gaybını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim” dememiş miydim?” (2/33)
Bu ayeti kerime birçok nükteleri içinde saklamaktadır. Bizler, ilk önce bu ayetin kısa bir tefsirini yapacak ve daha sonra da nükteleri zikredeceğiz.
Cenab-ı Mevla, Hz. Âdem’i halife olarak yaratmayı murad edince, Hz. Âdem’in meleklere karşı üstünlüğünü ispat etmek için O’na eşyaların isimlerini öğretti. Eşyaların isimlerinin öğretilmesindeki mana şudur: Allah-u Teâlâ bütün yarattığı eşyaların cinslerini Hz. Âdem’e gösterdi ve ona, mesela: “Şunun ismi attır, şunun ismi karıncadır, şunun ismi çiçektir. Şu şuna yarar, bu buna yarar…” şeklinde bütün eşyanın isimlerini ve her birinin menfaatlerini bütün lügatlarıyla Hz. Âdem’e ilham etti.
İbn-i Abbas hazretleri bu konuda şöyle buyurur: “Mevla Teâlâ, Hz. Âdem’e bütün eşyaların isimlerini hatta çanağı, kepçeyi ve kıyamete kadar icat edilecek bütün eşyanın isimlerini bütün lügatlarıyla öğretti.”
Demek Allah-u Teâlâ bütün eşyanın mahiyetlerini, özelliklerini, isimlerini, bütün ilim ve idraklerini, asıl ve kaidelerini ve bütün sanatların aletlerini ilim yoluyla Hz. Âdem’e ilham etti. Daha sonra da bu eşyaların isimlerini meleklerin kendisine haber vermelerini emretti. Onlar da bunu yapamadılar ve haber veremediler. Bu emirden maksat, onların acziyetlerini bildirip susturmaktır. Yoksa teklifî (sorumlu tutucu) bir emir değildir.
Bundan sonra ise Allah-u Teâlâ, Hz. Âdem’e eşyanın isimlerini meleklere öğretmesini emretti. Bu sayede Hz. Âdem’in üstünlüğü ortaya çıkacak ve yaratılmasındaki hikmet-i ilahi zuhur edecekti. Hz. Âdem de bunu yaptı ve meleklerin Hz. Âdem’e secde etmesiyle kıssa son buldu.
Ayetin kısa bir tefsirini yaptıktan sonra, şimdi mezkûr ayetlerdeki nüktelere geçiyoruz.
1- Bu ayet-i celile, kulun kendi noksanlarından gafil olmamasını ve kendisindeki her güzelliği Cenab-ı Hak’tan bilmesi gerektiğini ders vermektedir. Zira melekler: “Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bir bilgimiz yoktur” diyerek ilimdeki noksanlıklarını itiraf etmişler ve bildiklerini de Cenab-ı Hakk’ın öğretmesiyle öğrendiklerini ikrar etmişlerdir.
O halde bizler de meleklerin bu hali ile ahlaklanıp, kusurlarımızı Allah’ın huzurunda itiraf etmeli ve eğer bir güzelliğimiz varsa onu da Allah’ın ihsanı olarak bilmeliyiz.
2- Bu ayet-i celile, “bilmiyorum” demenin faziletini ders vermektedir. Çünkü melekler, Allah’ın “Şunların isimlerini bana haber verin” buyurmasına karşı, “Bizim bilgimiz yoktur” diyerek cevap vermişlerdir. Bu sırdan dolayı âlimler demişlerdir ki: “Bilmiyorum demek ilmin yarısıdır.”
O halde bizler de her soruya cevap yetiştireceğiz diyerek bilir bilmez konuşmamalı ve bilmediğimiz konularda cesaretle “bilmiyorum” diyerek meleklere tabi olmalıyız.
3- Bu ayet-i celile, ilmin faziletine ve ilmin nafile ibadetten evla olduğuna işaret etmektedir. Şöyle ki: Allah-u Teâlâ, Hz. Âdem’in meleklere olan üstünlüğünü ilim sıfatıyla ispat etmiş ve Hz. Âdem’e eşyanın isimlerini öğreterek, bu isimleri bilmeyen meleklere ders verdirmiştir. Eğer Allah’ın katında ilimden daha kıymetli bir sıfat olsaydı, Allah-u Teâlâ bu üstünlüğü o sıfat ile ispat ederdi. Ayrıca melekler Hz. Âdem’den daha çok ibadet etmelerine rağmen Hz. Âdem’e secde etmekle emrolundular. Bu aynı zamanda ibadetin ilme karşı bir secdesidir. Hatta bu bağlamda İ. Nesefi şöyle der: “Lügat ilmiyle bile meşgul olmak nafile ibadetten evladır.”
O halde bizler de ibadete verdiğimiz önem gibi ilme de önem vermeli ve ilim talebesi unvanını kazanmak için çok gayret etmeliyiz.
4- Bu ayet-i celile, hilafette ilmin şart olduğuna da delalet etmektedir. Zira Allah-u Teâlâ “Ben bir halife yaratacağım” dedikten sonra, Hz. Âdem’e bütün eşyaların isimlerini öğreterek O’na ilim ihsan etmiştir. Demek hilafet ilimsiz olmaz.
ilim önemlidir elbet fakat ahlaksız ilim musibettir.şeytan 4 büyük melekten ilim almış ama hasedi sebebiyle imtihanı geçememiştir.Zamanımızda ne kadar çok hafız ilahiyat mezunu hocalar profesorler interlette bakıp okuyabileceğimiz kaynaklar bulunmakta fakat ne güzel demiş Yunus Emre Hz.leri İlim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır.vesselam