Kur’an’ın, değişikliğe maruz maddî şeyleri zikredip, onları sabit hakikatler suretine çevirmek için ilahi isimler ile bağlaması harikadır.
Bazen de tefekküre ve ibrete teşvik etmek için bir netice ile son verir. Kur’an’ın bu meziyeti de beşerin taklitten aciz kaldığı bir özelliğidir.
Mesela: Bakara suresi 30, 31 ve 32. ayetlerde şöyle buyrulmuş:
“Bir vakit Rabbin meleklere; “Yeryüzünde bir halife yaratacağım” dedi.
Onlar; “bizler, hamdin ile seni tesbih ve takdis ederken, yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun” dediler.
Allah da onlara; “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi. Ve Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti.
Sonra onları meleklere göstererek; “Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin” dedi.
Melekler; “Ya Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz ki, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz ki sen âlimsin ve hâkimsin” dediler.”
İşte şu ayet, evvela; Hazreti Âdem’in yeryüzüne halife olmasından, meleklere olan üstünlüğünden ve bu üstünlüğün sebebinin “ilim” olmasından bahisle, cüz’i bir meseleyi zikreder. Sonra, o hadisede meleklerin Hz. Âdem’e karşı ilim noktasında mağlup olma hadisesini beyan eder.
Ve sonrada bu iki hadiseyi iki isim ile özetler. Yani melekler, ayetin sonunda Allah’a hitaben; “Entel Alîmul Hâkim” “Sen Âlimsin ve Hâkimsin” der.
Evet, “Âlimsin, her şeyi bildiğinden, Hz. Âdem’e eşyaların ismini öğrettin de bize galip oldu.
Ve Hâkimsin, bize kabiliyetimize göre veriyorsun, bizi melek yapıyorsun, ona kabiliyetine göre veriyorsun, yeryüzüne halife yapıyorsun.”
İşte ayetin sonu, evvelinde zikir edilen hadiseyi özetleyecek şekilde iki isim ile ne de güzel tamamlanmış. Elbette bu nükteler, ancak Allah’ın kelamına has nüktelerdir. Ve beşerin sözünde böyle ince nükteler bulunmaz.
Kur’an bazen de, değişikliğe maruz olan ve muhtelif tavırlara giren maddî eşyadan bahseder ve sonra tefekküre ve ibrete teşvik etmek için akla havale eder.
Mesela, Nahl suresi 66 ve 67. ayet de şöyle buyrulmuş:
“Muhakkak ki sizin için hayvanlarda bir ibret vardır. Zira size, onların karınlarında ki, kan ve fışkı arasından gelen, içenlerin boğazından kolayca geçen bir süt içiriyoruz.
Hurma üzüm gibi meyvelerden hem içecek hem de güzel gıdalar edinirsiniz.
İşte bunlar da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.
Ve rabbin bal arısına; ‘dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler edin, kovanlar yap. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına git’ diye vahyetti.
Onların karınlarından, renkleri çeşitli bir şerbet bal çıkar. On da insanlar için bir şifa vardır.
Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.”
İşte şu ayetler, Cenab-ı Hakk’ın koyun, keçi, inek, deve gibi mahlûklarını insanlara, halis, safi, leziz bir süt çeşmesi, üzüm ve hurma gibi yiyecekleri insanlara latif, leziz nimet kazanları ve arı gibi küçücük kudret mucizelerini de şifalı ve tatlı güzel bir şerbetçi yaptığını gösterdikten sonra tefekküre, ibrete, başka şeyleri de bunlara kıyas etmeğe teşvik için “Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır” der, ayete son verir.
Bu öyle harika bir hatimedir ki, beşerin en dâhi söz ustaları taklidini getirmekten aciz kalmışlardır.
Nerede kaldı ki, okuma yazma bilmeyen bir beşerden sudur etsin. Elbette böyle bir kelam ancak Allah’ın kelamı olabilir.