Kur’an’ın, cüz’i maksatları zikrederek, zihinleri kapsamlı kurallara sevk etmek için, o cüz’i maksadı, Esma-ül Hüsna içinde yerleştirmesi harikadır.
Kur’an-ı Kerim, kâh olur, cüz’i yani küçücük bazı maksatları zikreder. Sonra o küçücük maksatlar vasıtasıyla, kapsamlı makamlara zihni sevk etmek için, o cüz’i maksadı, kapsamlı bir kaide hükmün-deki Esma-ül Hüsna içinde yerleştirerek ispat eder.
Mesela: Mücadele suresi 1. ayette şöyle buyrulmuş:
“Muhakkak ki Allah, kocası hakkında tartışan ve Allaha şikâyette bulunan kadının sözünü işitti. Allah aranızda geçen konuşmalarınızı işitiyordu. Hiç şüphesiz Allah, her şeyi işiten ve her şeyi hakkıyla görendir”
İşte bu ayetiyle Kur’an der: “Cenab-ı Hak, her şeyi işitir. Hatta en küçük bir macera olan ve eşinden şikâyet eden bir kadının sana karşı mücadelesini Hak ismiyle işitir.
Hem, rahmetin en latif cilvesine mahzar olan ve şefkatin en fedakâr bir hakikatine maden olan bir kadının, haklı olarak eşinden davasını ve Cenab-ı Hakk’a şikâyetini, büyük işler suretinde Rahim ismiyle ehemmiyetle işitir ve hak ismiyle ciddiyetle bakar.
İşte Kur’an, kadının kocasından şikâyet etmesi gibi cüz’i bir hadiseyi, umumileştirmek için, ayetin sonunda der;
إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
“Muhakkak ki Allah, işiten ve görendir.”
Yani, bir kadının kocasından haklı şikâyeti gibi, mahlûkatın en küçük hadiselerini işiten, gören bir zat, elbette her şeyi işitir ve her şeyi görür olmak lazım gelir.
Ve kâinata Rab olanın, kâinat içindeki mazlum, küçük mahlûklarının dertlerini görmesi ve feryatlarını işitmesi gerekir. Dertlerini göremeyen, feryatlarını işitemeyen, Rab olamaz.