Kur’an’ın manasındaki belagat harikadır.
Bizler iki misal ile Kur’an’ın manasındaki belagatı zevk ettireceğiz. Diğer ayetlerin manalarında ki kuvveti, belagatı ve ulvi ifadeyi sen bunlara kıyas et.
1.Misal:
سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Bu ayetin manasındaki belagatı zevk etmek istersen, kendini, Kur’an’ın nuru inmeden evvel, cahiliyet asrında farz et.
Bak gör ki; Her şey cehalet karanlığı ve gaflet perdesi altında ölü, cansız, vazifesiz, şuursuz, perişan olarak, şu boş ve ıssız fezada ve kararsız ve fani bir dünya da bulunuyor. Küfrün gözüyle kâinat; manasız, kıymetsiz ve tesadüfün oyuncağı.
İşte böyle bir zamanda Kur’an, “Yerde ve gökte her şey Allah’ı tesbih eder” ayetiyle, kâinatın üstünde ve dünyanın yüzünde öyle bir perde açtı ki, bu kâinatı bir mescit hükmüne getirdi. Başta gökyüzü ve yeryüzü olarak, içindeki bütün varlıklar bu mescit de zikir ve tesbihte, ve vazife başında coşup taşarak, mesut ve memnun bir vaziyette bulunuyorlar.
Adeta o ölü, perişan ve vazifesiz zannedilen mevcudat “sebbeha” (tesbih ediyorlar) sedasıyla, ayeti dinleyenlerin zihninde diriliyor, uyanık oluyor ve kıyam edip zikrediyor.
Ve ayetin manasındaki ulviyet ile gökyüzü sanki bir ağız, yıldızlar o ağzın hikmetli kelimeleri ve yeryüzü bir baş, deniz ve karalar o başın dilleri ve bütün hayvan ve bitkiler ise, o dilin, çok tesbih eden kelimeleri suretinde gözükür.
2. Misal:
Rahman suresi 33 ve 36. ayetler arası:
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَن تَنفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانفُذُوا لَا تَنفُذُونَ إِلَّا بِسُلْطَانٍ * فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ* يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِّن نَّارٍ وَنُحَاسٌ فَلَا تَنتَصِرَانِ * فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
İmtihan sırrından dolayı insanlara ve cinlere, kötülüğü, fenalığı ve inkârı tercih etme izni verildiğinden, nihayetsiz bir inat ve inkârda bulunabilirler. Ve kendilerini yoktan var eden Allaha düşman olurlar.
İşte bunun için Kur’an-ı Kerim öyle belagatlı ve yüksek bir üslupla hitap eder ki, cin ve insanları, mananın kuvvetiyle isyandan ve azgınlıktan sakındırır. Okuduğumuz ayetin manasına kulak vererek bu belagata şahit ol:
“Ey acz ve küçüklüğü içinde gururlu ve hakka karşı direnen ve zaaf ve fakirliği içinde asi ve inatçı olan insanlar ve cinler! Emirlerime itaat etmezseniz, haydi elinizden gelirse mülkümün sınırlarından çıkınız.
Nasıl cesaret edersiniz ki, öyle bir sultanın emirlerine karşı gelirsiniz ki, yıldızlar, aylar, güneşler itaatkâr askerler gibi emirlerine boyun eğerler.
Hem azgınlığınız ile öyle celal sahibi bir hâkime karşı mücadele ediyorsunuz ki, O’nun öyle azâmetli, itaatkar askerleri var ki, faraza şeytanlarınız dayanabilseler, onları dağ gibi güllelerle taşlarlardı.
Hem inkârınızla öyle celal sahibi bir mâlikin memleketinde isyan ediyorsunuz ki, Onun askerlerinden öyleleri var ki, değil sizin gibi küçük, aciz mahluklar, belki farzı muhal olarak dağ ve yer büyüklüğünde birer kafir düşman olsaydınız, dağ ve yer büyüklüğündeki yıldızları, ateşli demirleri size atabilir ve sizi dağıtabilirlerdi.
Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki, onunla öyleleri bağlıdır ki, eğer lüzum olsa dünyanızı yüzünüze çarpar, gülleler hükmünde ki yıldızları üstünüze Allah’ın izniyle yağdırabilirler”
Diğer ayetlerin manalarındaki kuvvet ve belagatı ve ayetlerin ifadesindeki ulviyeti sen bunlara kıyas et.
Peygamber efendimiz (S.a.v.) ümmî idi. Yani okuma yazma bilmezdi. Kur’an-ı Kerim efendimizin ümmîliğini Ankebut suresi 48. ayette şöyle ifade eder:
“Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı batıla uyanlar kuşku duyarlardı.”
İşte efendimiz bu ayetin de beyanıyla bir harf bile yazmamıştır. Acaba böyle ulvi ifadelerin ümmi olan yani okuma yazma bilmeyen bir zattan çıkması hiç mümkün müdür?