Kur’an’ın şebabeti, Allah’ın Kelamı olduğunu ispat eder.
Adeta Kur’an, her asırda nazil oluyormuş gibi gençliğini ve tazeliğini koruyor.
Kelamlar, insana ve elbiseye benzer. Zamanın geçmesiyle ihtiyarlar ve eskir. Kimse yüzlerine bakmaz.
Ama Kur’an, on dört asır önce inmesine ve herkesin eline kolayca geçmesine rağmen tazeliğini ve gençliğini koruyor. Ezeli bir hutbe olarak, bütün zamanlardaki bütün insanlara hitap ediyor. Hatta her asır ahalisi, Kur’an’ı sadece kendine hitap etmiş ve kendileriyle konuşur buluyor. Her ilim grubu, ondan istifade etmek için devamlı yanlarında bulundurdukları ve ifade tarzını taklide çalıştıkları halde, Kur’an-ı Kerim, üslubundaki ve beyanındaki eşsizliği muhafaza ediyor.
Hâlbuki beşerin eserleri, sözleri ve kanunları, beşer gibi ihtiyarlıyor ve değişiyor. Fakat Kur’an’ın hükümleri ve kanunları o kadar sağlamdır ki, asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor. Evet, Kur’an’ın hükümleri, kanunları medeniyet kanunları gibi ihtiyar olup, ölüme mahkûm değildir. Daima gençtir ve kuvvetlidir.
Bu meselenin binler misalinden numune olarak birini beyan edeceğiz:
Bakara suresi 43. ayet de
“Namaz kıl ve zekât ver” buyrularak zekât farz kılınmıştır. Ve “zekât” Kur’an’da 32 defa zikir edilmiştir.
Ve yine bakara suresi 275. ayet de “Allah alışverişi helal, faizi ise haram kıldı” buyrularak faizin haram olduğu beyan edilmiştir.
Şimdi Kur’an’ın zekât emrinin ve faizin haram olması hükmünün ne derece yerinde bir hüküm olduğunu ve bu ikisi olmazsa bir toplumun asla gelişemeyeceğini anlamaya çalışalım, şöyle ki:
İnsanlar arasındaki bütün karışıkların sebebi bir kelime olduğu gibi, bütün kötü ahlakın madeni de bir kelimedir.
Birinci kelime: “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne.”
İkinci kelime; “Sen çalış, ben yiyeyim.”
Evet, toplum hayatında, zenginler ve fakirlerin rahatla yaşamasının ve birbirleriyle güzel bir şekilde geçinmesinin şartı şudur ki; Zenginler, fakirlere merhamet ve şefkat gösterecek, fakirler de zenginlere karşı hürmet ve itaat edecek. Yani yukarıdan aşağıya merhamet, aşağıdan yukarıya ise hürmet olacak.
Hâlbuki medeniyet bütün gayretleri ve kanunlarıyla birlikte beşerin bu iki tabakasını anlaştıramadığı ve aralarında sulh yapamadığı gibi, evvelki iki kelimenin açtığı yarayı da tedavi edememiştir.
Kur’an’ın hâkim olmadığı bütün memleketlerde bu iki grup birbirine düşmandır. Fakirler, zenginlerin mallarını çalar ve yağma eder, zenginler ise fakirleri köleleştirmeye çalışır.
Kur’an ise birinci kelime olan “ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne”yi zekât ile tedavi eder. Kendi malında fakirin de hakkı olduğunu beyan ile onu paylaşmaya davet ve emir eder. Hatta İslamiyet’i inkâr eden gayr-i müslimler dahi Kur’an’ın bu emrindeki hikmeti anlamışlar ve şöyle demişlerdir:
“İslam’ı inkâr ediyoruz ama zekât müessesesini inkâr etmek mümkün değil. Eğer zekât hayata geçirilse, beşeriyet fakirlikten kurtulacaktır.”
İkinci kelime olan “Sen çalış, ben yiyeyim”i ise faizi haram etmekle yok eder.
Evet, Kur’an, âlemin kapısında durup: “İnsan için ancak çalıştığı vardır” ve “Allah alışverişi helal, faizi ise haram kıldı” gibi ayetlerle “Faize ‘yasaktır’” der. “Kavga kapısını kapatmak için, faiz kapısını kapayınız” diyerek insanlara ferman eder ve talebelerine “girmeyiniz” diye emreder.
Şimdi Kur’an’ın diğer emir ve yasaklarındaki hikmeti ve menfaati, zekâtın farziyyeti ve faizin haramlığı hükmündeki hikmetlere kıyas edin.
Ve bununla zaman ihtiyarladıkça Kur’an’ın nasıl gençleştiğini ve tazeliğini nasıl koruduğunu bir derece anlayın.
Elbette on dört asır yaşamasına rağmen, tazeliğini ve gençliğini bu derece muhafaza eden, emir ve yasakları her asırda geçerli olan bir kitap, asla bir beşerin sözü ve fikrinin ürünü olamaz. Olsa olsa ancak, Allah’ın kelamı olabilir.