Bir mezhebe bağlanmayı emreden ayetler -10
DÖRDÜNCÜ AYET-İ KERİME
“Sana zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, onlara indirileni insanlara beyan edesin. Umulur ki, onlar da düşünürler.” (Nahl 43)
Bu ayet-i celilenin açık ifadesiyle Kur’an’ı izah etmek ve ayetlerinin manasını beyan etmek vazifesi bizzat Peygamber Efendimize (s.a.v.) verilmiştir. Zira ayette, “Kur’an’ı sana indirdik. Ta ki insanlara onu açıklayasın.” buyrulmuş; “Onlar diledikleri gibi anlasınlar.” buyrulmamıştır. Demek ayetleri dilediğimiz gibi değil, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) beyan ettiği gibi anlamak ve öylece amel etmek zorundayız. Zannımızı ve vehmimizi ayetlerin izahına karıştırarak kendimize göre bir tefsir yapmak ve Kur’an’ın ayetlerini hevamıza tabi kılmak ayetin açık beyanıyla yasaktır. Bu bir tercih değil, bir mecburiyettir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kur’an’ı kendi zannı ile tefsir etmeye çalışanları şöyle tehdit etmiş ve onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Kim Kur’an’ı kendi görüşüyle tefsir ederse cehennemdeki yerini hazırlasın.”
İmam Gazali Hazretleri bu hadisi izah ederken şöyle der: “Bu hadis ile tehdit edilenler Kur’an’ı sırf Arapçaya dayanarak hadislere ve ayetlerin nüzul sebebine bakmaksızın açıklayanlardır. Çünkü ayetlerin nüzul sebepleri ve Peygamberimizin (s.a.v.) hadisleri bilinmezse bazı ayetleri anlamak mümkün değildir.”
İşte bu sırdan dolayı Sahabeler içinde belagat ilminin ve Arap lisanının çok derin âlimleri ve dâhileri olduğu hâlde onlar ayetlerin manalarını Efendimizden (s.a.v.) öğrenirler, kendi ilimlerine güvenerek haddi aşmazlardı.
Yine bu sırdan dolayıdır ki, Haşr suresi 7. ayette, “Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan sakının.” buyrularak tamamen Peygamberimize (s.a.v.) tabi olmamız emredilmiş ve işin içine hevamızı ve zannımızı sokmamız menedilmiştir.
O hâlde bir mezhebe bağlanmak netice itibariyle mezkûr ayet ve hadislere itaat etmek demektir. Çünkü mezhebe bağlanmak bir mesele hakkındaki Kur’an’ın hükmünü ve Peygamberimizin beyanını mezhep imamına sorarak öğrenmek demektir. Mesela, İmam-ı Âzam Hazretlerinin eserini okuyan bir kişi meselenin izahını Kur’an’dan ve sünnetten çıkarmaya muktedir olmadığı için bu meseleyi bu işe muktedir olan bir zattan sormakta, o zat da Kur’an ve sünnet ışığında meselenin çözümünü sunmaktadır. Hâlbuki bir mezhebe bağlanmayanlar hadislerin tamamına vâkıf olmadıkları için Kur’an ayetlerini kendi zanlarına göre izah etmekte ve Efendimizi aradan çıkarmaktadırlar. Bu, mezhepsizliğin zaruri bir neticesidir ve ayetin beyanıyla reddedilmiştir.
Şimdi bu bölümden çıkan neticeleri maddeler hâlinde özetleyelim:
- Kur’an’ı izah etmek vazifesi Peygamber Efendimize (s.a.v.) verilmiştir.
- Bizler Kur’an’ı şahsi görüşümüze göre değil, Peygamberimizin (s.a.v.) izah ettiği gibi anlamak zorundayız. Bu, ayetin açık ifadesidir.
- Kur’an’ı kendi görüşümüzle tefsir etmek yasaklanmış ve neticesinin cehennem olduğu bildirilmiştir.
- Peygamberimiz bize ne verdiyse onu almalı ve neyi de nehyetmişse ondan sakınmalıyız. Bu, ayetin açık bir emridir.
Netice: Madem Kur’an’ı beyan yetkisi Efendimize verilmiştir ve O da (s.a.v.) beyan etmiştir. O hâlde bizler Kur’an’ın manalarını, o beyan ve izahları bizzat Efendimizden dinleyen Sahabelerden ve Sahabelerden dinleyen Tabiin’den öğrenmek zorundayız. Kendi kısır anlayışımızı hakem yaparak ayetlere mana vermek ayet ve hadislerin beyanıyla yasaktır. Bunu yapan büyük bir tehdide muhataptır.
Bu makamda şöyle bir soru da akla gelebilir: Peki mezhep imamları kendi görüş ve reyleriyle izah yapmamışlar mıdır?
Cevap: Onlar bir mesele hakkında ilk önce Kur’an ayetlerine ve hadislere müracaat etmişler, eğer mesele Kur’an ve hadislerde açıkça beyan edilmemiş ise ayet ve hadislere kıyas ederek hüküm çıkarmışlardır. Kıyas etmek ise Kur’an’ın bir emri olduğundan dolayı -kıyasa ait delili daha önce zikretmiştik- neticede mezhep imamları ictihadlarını ayet ve hadislere dayandırmışlar, görüşlerinin delillerini ve dayandıkları esasları teker teker beyan etmişlerdir. Şimdikilerin yaptığı gibi hevalarından konuşmamışlardır!