Zikir ve ibadetten alınan nur ve feyiz cihetiyle Sahabelere yetişilemez.
Üçüncü sebep: Zikir ve ibadetten alınan nur ve feyiz cihetiyle Sahabelere yetişilemez. Bu meseleyi Bediüzzaman Hazretleri şöyle izah eder: Bir zaman kalbime geldi, niçin Muhyiddin-i Arabî gibi harika zatlar Sahabelere yetişemiyorlar?
Sonra namaz içinde سُبْحَانَ رَبِّىَ اْلاَعْلَى dediğimde şu kelimenin manası inkişaf etti. Tam manasıyla değil, fakat bir parça hakikati göründü. Kalben dedim: Keşke bir tek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım, bir sene ibadetten daha iyi idi. Namazdan sonra anladım ki, o hatıra ve o hâl Sahabelerin ibadetteki derecelerine yetişilemediğine bir irşattır.
Evet, Kuran-ı Hakim’in nuruyla ve vahyin bereketiyle hasıl olan o büyük inkılap içinde zıtlar birbirinden çıkıp ayrılırken; şerler bütün çeşitleriyle, karanlığıyla ve teferruatıyla; hayır ve kemâlât da bütün nurlarıyla ve neticeleriyle karşı karşıya geldiği bir zamanda her zikir ve tesbih bütün manasının tabakalarını turfanda ve taze bir surette ifade ediyordu. Ayrıca insanların bütün hisleri, manevi latifeleri hatta vehim, hayal ve sır gibi duyguları o büyük inkılapta uyanık ve heyecana gelmiş bir vaziyette, o zikir ve tesbihteki çeşitli manaları kendi zevklerine göre alıyor ve emiyordu.
İşte şu hikmete binaen bütün hissiyatları uyanık ve latifeleri hüşyar olan Sahabeler imani nurları içinde barındıran mübarek kelimeleri ve zikir sözlerini dedikleri vakit kelimenin bütün manasıyla söyler ve bütün latifeleriyle hisselerini alırlardı.
Hâlbuki o infilak ve inkılaptan sonra gitgide duygu ve latifler uykuya daldı, hisler o hakikatler noktasında gaflete düştü, o mübarek kelimeler meyveler gibi gitgide alışkanlık perdesiyle letafetini ve tazeliğini kaybetti. Artık ancak kuvvetli ve tefekküri bir ameliyatla evvelki hâl hissedilebilir.
İşte bu sırdandır ki, zikir ve ibadet yoluyla kırk dakikada bir Sahabenin kazandığı fazilete ve makama kırk günde hatta kırk senede başkası ancak yetişebilir.