Mezhepler

Sahabelere yetişilememesinin bir sebebi de Asr-ı Saadetin bereketidir.

İkinci sebep: Sahabelere yetişilememesinin bir sebebi de Asr-ı Saadetin bereketidir. Şöyle ki: Cehalet devri karanlığının hâkim olduğu bir asırda birden İslamiyet güneşi doğmuş ve Asr-ı Cehalet yerini Asr-ı Nura ve Asr-ı Saadete bırakmıştır. Vahyin ışığındaki bu büyük inkılap ile hayır ve hak bütün güzelliğiyle, şer ve batıl da bütün çirkinliğiyle ortaya çıkmış ve maddeten hissedilmiştir. Bu asırda şer ve hayır arasında öyle bir ayrılık, yalan ve doğruluk ortasında öyle bir mesafe açılmıştır ki, araları küfür ve iman kadar belki cennet ve cehennem kadar uzaklaşmıştı.

İşte böyle bir zamanda fıtraten yüksek hisler sahibi, güzel ahlâka meftun, izzet ve güzelliğe meyyal olan Sahabeler elbette ihtiyarlarıyla yalan ve şerre ellerini uzatmamış; doğruluğun, hayrın ve hakkın mümessili ve numunesi olan Habibullah’ın (s.a.v.) a’lâ-yı illiyyindeki makamına bakarak bütün kuvvet ve himmetleriyle o tarafa doğru koşmuşlardır. Zaten o tarafa koşmaları onların fıtratlarının ve seciyelerinin bir gereğidir.

Asr-ı Saadetin bu özelliğini şöyle izah edebiliriz: Nasıl ki zaman oluyor medeniyet çarşısında ve sosyal hayatın dükkânında bazı şeylerin verdiği müthiş neticelerden ve çirkin eserlerden öldürücü zehir gibi herkes bütün kuvvetiyle ondan nefret edip kaçıyor. Bazı şeylerin ve manevi metaların verdikleri güzel neticeler ve kıymetli eserler ise faydalı bir ilaç ve bir pırlanta gibi herkesin nazar-ı rağbetini kendine çekiyor. Herkes elinden geldiği kadar onları satın almağa çalışır. Öyle de Asr-ı Saadet çarşısında yalan, şer ve küfür gibi maddeler ebedî sıkıntı ve azap gibi neticeleri verdiğinden yüksek ahlak ve kemale meftun olan Sahabelerin zehirden kaçar gibi onlardan kaçmaları ve nefret etmeleri delil dahi istemez. Bununla birlikte ebedî saadeti netice veren ve nurani meyveler yetiştiren doğruluğa, hakka ve imana en faydalı bir ilaç, en kıymetli bir elmas gibi bütün kuvvetleriyle ve hissiyat ve latifeleriyle müşteri ve âşık olmaları zaruridir.

Hâlbuki o asırdan sonra gitgide sıdk ve yalan ortasındaki mesafe azala azala ta omuz omuza geldi. Bir dükkânda ikisi beraber satılmaya başladı ve ahlak bozuldu. Siyasi propagandalar yalana fazla revaç verdi. Yalanın müthiş çirkinliği gizlenip doğruluğun parlak güzelliği görünmemeye başladı.

Acaba böyle kirlenmiş bir zamanda kimin haddi var ki, Sahabenin adalet, sıdk, ulviyet ve hakkaniyet hususundaki kuvvetlerine, metanetlerine ve takvalarına yetişebilsin veya onları geçebilsin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu