O sabredenleri müjdele! Onlar ki, başlarına bir musibet geldiği zaman: “Biz Allah’a aidiz ve sonunda O’na döneceğiz.” derler.
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ
Muhakkak ki biz sizi korkuyla, açlıkla ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. O sabredenleri müjdele! Onlar ki, başlarına bir musibet geldiği zaman: “Biz Allah’a aidiz ve sonunda O’na döneceğiz.” derler. (Bakara 155-156)
Bu ayet-i kerimede Müminlerin, Allah-u Teâlâ’nın hikmeti gereğince, hoşlanmayacağı bazı hâllerle karşılaşacaklarını ve o zaman Cenab-ı Hakk’ın takdirine teslimiyet gösterenlerin büyük bir mükâfata kavuşacakları açıklanmaktadır. Şimdi, ayet-i kerimede beyan buyrulan imtihan çeşitlerini teker teker ele alalım:
Muhakkak ki biz sizi korkuyla imtihan edeceğiz… Hazin tefsirinde beyan buyrulduğuna göre bu ayet-i kerimede geçen korkudan murad, düşman korkusudur. İmam Şafi ise bu korkunun “Allah korkusu” olduğunu beyan buyurmuştur.
İkinci imtihan “açlık” iledir. Yine Hazin tefsirinin beyanına göre buradaki açlık, kıtlıklardır. İmam Şafi ise açlığı, Ramazan-ı şerifin orucu olarak tefsir etmiştir.
Üçüncü imtihan “mallardan noksanlaştırmak” iledir. Hazin tefsirine göre bunun manası: Malın çalınması, yağma edilmesi, zorba bir hükümetin alması veya başka bir sebeple telef olmasıdır. İmam Şafi Hazretleri ise “mallardan noksanlaştırma” ayetini, zekât ve sadaka ile tefsir etmiştir.
Dördüncü imtihan “canlardan noksanlaştırmak” iledir. Hazin tefsirine göre bunun manası: Öldürülmek, ölmek, hastalık ve ihtiyarlıktan ibarettir. İmam Şafi’ye göre ise “canlardan noksanlaştırmak” ayetinin manası, hastalıklardır.
Beşinci imtihan “meyvelerden noksanlaştırmak” iledir. Hazin tefsirine göre bunun manası: Soğuk, yakıcı rüzgâr, fırtına, çekirge ve diğer afetler ile meyve ve mahsullerin telef olmasıdır.
Recâ İbn-i Havf Hazretleri bu makamda der ki: “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, bir hurma ağacında ancak bir hurma olacak.”
İ. Şafi Hazretleri ise “meyvelerden noksanlaştırmak” ayetini, çocukların ölümü ile tefsir etmiş ve şöyle demiştir: “Zira çocuk, kişinin gönlünün mahsulü ve meyvesidir.”
Ebu Musa Hazretleri’nden rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Bir kulun çocuğu öldüğünde Allah-u Teâlâ Hazretleri meleklerine: “Kulumun çocuğunu mu aldınız?” diye sorar. Onlar da: “Evet” derler. Mevla Teâlâ tekrar: “Onun kalbinin meyvesini mi aldınız?” buyurur. Onlar da “Evet” derler. Bunun üzerine Mevla Teâlâ: “Kulum ne dedi?” diye sorar. Onlar da: “Sana hamdetti ve istircâ etti.” (Yani إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ : Biz Allah’tan geldik ve sonunda ona dönücüleriz, dedi.) derler. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ: “Kuluma cennette bir köşk bina edin ve ona ‘Beytü-l Hamd’ (Hamd evi) ismini verin.” buyurur.
İbn-i Mesud Hazretleri der ki: “Gökten düşüp parçalanmam, Mevla Teâlâ Hazretlerinin takdir ettiği bir şey hususunda ‘Keşke bu olmasaydı!’ dememden daha sevgilidir.
Hz. Ali de şöyle buyurur: Bir musibet anında elini dizine vuranın muhakkak sevabı yok olmuştur.
Musibetlere sabretmek hakkında birçok hadis-i şerifler vardır. Bazıları şunlardır:
Ebû Yahya Suheyb İbni Sinan (r.a.)’dan rivayet edilmiştir. Resulullah (s.a.v.) buyurdu: “Müminin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece müminde vardır. Sevinecek olsa şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir bela gelecek olsa sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd 64)
Ebû Zeyd Üsâme İbni Zeyd İbni Harise (r.a.)’den nakledilmiştir. O şöyle dedi: Resulullah’ın kızı Zeynep, Nebi (s.a.v.)’e: “Oğlum ölmek üzeredir, lütfen bize kadar geliniz!” diye haber gönderdi. Peygamber (s.a.v.): “Alan da veren de Allah’tır. O’nun katında her şeyin belli bir vakti vardır. Sabretsin ve ecrini Allah’tan beklesin.” buyurarak kızına selam gönderdi. Bunun üzerine kızı, Nebi (s.a.v.)’e: “Ne olur, mutlaka gelsin!” diye tekrar haber yolladı. Bu defa Peygamber (s.a.v.) yanında Sa’d İbni Ubâde, Muaz İbni Cebel, Übeyy İbni Kâ’b, Zeyd İbni Sâbit ve başka bazı sahabeler olduğu hâlde kalkıp kızına gitti. Çocuğu Hz. Peygamber’e verdiler, kucağına aldı. Yavrucak pek zor nefes almaktaydı. Resulullah’ın gözlerinden yaşlar boşandı. Durumu gören Sa’d İbni Ubâde: “Ey Allah’ın Resulü, bu ne hâldir?” dedi. Nebi (s.a.v.) de: “Bu, Allah’ın, kullarının kalbine koymuş olduğu merhamet duygusudur.” buyurdu. (Buhari, Cenâiz 33)
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edilmiştir. Resulullah (s.a.v.): “Allah Teâlâ şöyle buyurdu.” demiştir. “Dünyada sevdiği bir dostunu aldığım zaman, sabredip ecrini Allah’tan bekleyen mümin kulumun katımdaki karşılığı cennettir.” (Buhari, Rikak 6)
Enes İbni Malik (r.a.)’den rivayet edilmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle dedi: “Allah Teâlâ buyuruyor ki: “Kulumu iki gözünü kör etmekle imtihan ettiğim zaman sabrederse, gözlerine karşılık olarak cenneti veririm.” (Buhârî, Merdâ 7)
Enes İbni Malik (r.a.)’den rivayet edilmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle dedi: “Allah, iyiliğini dilediği kulunun cezasını dünyada verir. Fenalığını dilediği kulunun cezasını da kıyamet günü günahını yüklenip gelsin diye, dünyada vermez.” (Tirmizî, Zühd)
Atâ İbnu Yesâr (r.a.)’den rivayet edilmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle dedi: “Kul hastalandığı zaman Allah Teâlâ Hazretleri ona iki melek gönderir ve onlara: “Gidin bakın, kulum yardımcılarına ne diyor, bir dinleyin!” der. Eğer o kul, melekler geldiği zaman Allah’a hamdediyor ve senalarda bulunuyor ise onlar bunu, her şeyi en iyi bilmekte olan Allah’a yükseltirler. Allah Teâlâ Hazretleri, bunun üzerine şöyle buyurur: “Kulumun ruhunu kabzedersem onu cennete koymam, kulumun benim üzerimdeki hakkı olmuştur. Şayet şifa verirsem onun etini daha hayırlı bir etle, kanını daha hayırlı bir kanla değiştirmem ve günahlarını da affetmem, üzerimde hakkı olmuştur.” (Kütüb-i Sitte/Sabır)
Ebu Musa (r.a.)’dan rivayet edilmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle dedi: “İşittiği şeyin verdiği ezaya, Aziz ve Celil olan Allah’tan daha sabırlı kimse yoktur. Çünkü O’na şirk koşulur, evlatlar nispet edilir. O yine de onlara afiyet ve rızık vermeye devam eder.” (Kütüb-i Sitte/Sabır)
Sabır sadece bela ve sıkıntılara sabretmek de değildir. Sabır üçe ayrılır:
1- Günaha girmeme hususunda sabredip takva dairesinde kalmak.
2- İbadetlerin zahmetine karşı sabredip ibadetleri terk etmemek.
3- Bela ve musibetlere karşı sabretmek.
Ayetin devamında geçen إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ ayetinin manası Ruhu-l Beyan tefsirinde zikredildiğine göre şudur: Sabırlı kullar “ إِنَّا لِلّهِ ” diyerek, mülkün ancak Allah’a ait olduğunu ikrar etmektedirler.
Yani bu kelimenin manasıyla şöyle derler: “Biz, Allah-u Teâlâ’nın kulları ve köleleriyiz. Kulun kendisi de elindekiler de Mevla’sına aittir. Allah da bizim Mevlamız’dır. Dilerse verdiklerini bizim elimizde bırakır, dilerse alır. Biz, onun kendi mülkünü almasıyla feryat etmeyiz, biz ancak sabrederiz ve onun hükmüne razı oluruz…”
Bu sabırlı kullar daha sonra da “ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ” diyerek, öldükten sonra dirilerek Mevla Teâlâ’ya kavuşacaklarını ikrar ederler. İşte istircânın manası budur.
Ancak bu, yalnız lisanla değil, kalple de olmalı ve kişi Allah’ın hükmüne ve tasarrufuna gönülden de razı olarak şöyle düşünmelidir: “Ben şu ana kadar nihayetsiz ilahi nimetlere mazhar bulunuyorum. Elhamdülillah Müslüman’ım, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ümmetiyim. Şimdi geçici bir musibete tutuldum, ama bu musibet elbette Allah’ın izniyle gelmiştir ve onun hikmetinin gereğidir. Cenab-ı Hakk’ın bana verdiği nimetler, şimdi elimden aldığı nimetlerden kat kat fazladır. Veren de odur, alan da. Ben de nihayet onun manevi huzuruna varacağım ve ebedî saadete nail olacağım, artık bu geçici belanın ne ehemmiyeti vardır…”
Ancak musibet anında böyle düşünmek de kolay bir iş değildir. Cenab-ı Hak bu ayet-i kerimesinin hürmetine bu zor ameli bizlere kolaylaştırsın!
İstircânın fazileti hakkında da birçok hadis-i şerifler nakledilmiştir. Biz bir hadis ile iktifa edeceğiz:
Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor: “Resulullah (s.a.v.)’i şunları söylerken işittim: “Kendisine bir musibet gelen Müslüman, Allah’ın emrettiği:
‘Biz Allah’ınız ve ancak O’na döneceğiz. Bana bu musibetim için ücret ver ve bana bunun arkasından daha hayırlısını ver!’ derse, Allah o musibeti alır ve mutlaka daha hayırlısını verir.” (Müslim, Cenâiz)
Bütün bu izahlarla birlikte unutulmamalıdır ki asıl musibet, dine gelen musibettir. Dinî olmayan musibetlere, musibet nazarıyla bakılmamalı ve dine gelebilecek musibetlerden de her vakit dergâh-ı ilahiyeye sığınılmalıdır.
Cenab-ı Hak tefsirini yaptığımız ayet-i kerimenin hürmetine, bizlere musibetlere karşı sabrı ve istircayı nasip etsin. Âmin!
Allah(cc) razı olsun