7. Delil: Enbiya suresi 28. Ayet
Şefaatin hak olduğuna dair göstereceğimiz Yedinci Kur’an Delili, Enbiya suresinin 28. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulur:
أَستعيذ بالله ، وَلاَ يَشْفَعُونَ Onlar şefaat edemezler إِلاَّ لِمَنْ ancak o kimseye şefaat edebilirler ارْتَضَى Allah ondan razı oldu.
Manaya bir daha dikkat kesilelim: Onlar, ancak Allah’ın razı olduğu kimseye şefaat edebilirler. Şöyle de manalandırabiliriz: Onlar, Allah’ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler.
Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım.
Ayet-i kerimenin başında وَلاَ يَشْفَعُونَ Onlar şefaat edemezler buyrulmuş. Buradaki “onlar”la kastedilen meleklerdir. Zira bu ayette, meleklerin sıfatları anlatılmaktadır. “Onlar şefaat edemezler.” hükmünden sonra إِلاَّ لِمَنْ ancak o kimse müstesna denilerek, meleklerin şefaat edemeyecekleri hükmünden bir kısım insanlar müstesna kılınmıştır.
إِلاَّ لِمَنْ ifadesinden anlıyoruz ki, bir kısım insanlara şefaat edeceklerdir. Eğer şefaat hak olmasaydı, böyle bir istisna yapılmaz; “Onlar şefaat edemezler.” denilerek ayete nokta konulurdu. Ancak nokta konulmamış ve إِلاَّ لِمَن denilerek istisna yapılmıştır.
Peki, bu istisnaya giren kullar kimlerdir? Ayetin devamı bunu beyan eder: ارْتَضَى Allah ondan razı oldu.
Şimdi ayet-i kerimeye bakarak soralım:
– Melekler kime şefaat edemeyecek? Allah’ın razı olmadığı kimselere.
– Peki, kime şefaat edecek? Allah’ın razı olduğu kimselere.
Bakın, ayetin açık beyanıyla: Allah’ın razı olduklarına şefaat edilecektir. Razı olmayı da şöyle izah edebiliriz:
Mesela, bir kulun günahları sevaplarından çoktur. Bu sebeple cehennemi hak eder. Ancak onun bir sözü veya bir ameli vardır ki, Allah o sözden ve o amelden hoşnut olmuştur. Mesela, zalim bir sultanın karşısında hakkı haykırmıştır. Veya Allah’ın isminin küçümsendiği bir yerde, Allah’ın ismini yüceltmiştir. Ya da elindeki son lokmayı Allah için tasadduk etmiş ve mümin kardeşini kendi nefsine tercih etmiştir. Ve hakeza, bunlar gibi ameller işlemiştir…
Evet, belki bu ameller zatında küçüktür, belki çakıl taşı kadardır ve onun dağ gibi günahlarına mukabele edememiştir. Lakin bu ameller, Allah’ın rahmetini ve rızasını celbetmiştir. İşte Allah Teâlâ, o ameli sebebiyle kulunu affetmeyi murad eder. Bunu murad edince de onun hakkında şefaate izin verir.
Şefaat; meleklerin, peygamberlerin veya salih kulların, o günahkar kulun affedilmesi için Allah’a yaptıkları duadır. Allah, kulunu affetmeyi murad edince, onun hakkındaki duayı kabul eder. Bu durumda o kula şefaat edilmiş olur.
Görüldüğü gibi, affeden yine Allah’tır; şefaat ise, Allah’ın affına bir vesiledir. Burada şöyle bir soru akla gelebilir:
– Allah önce kulundan razı oluyor, daha sonra şefaat edilmesine izin veriyor. Demek hakikatte affeden Allah’tır. O halde şefaate ne ihtiyaç var? Şefaat olmadan Allah kulunu direkt affetse olmaz mı?
Bu sorunun cevabını, ileride kendi başlığında özel olarak vereceğiz. Bu sebeple bu bahsin kapısını burada açmıyor, ilerideki dersimize havale ediyoruz. İnanın, cevabı öğrendiğinizde, şefaatin ne kadar hikmetli ve hak olduğunu çok daha iyi anlayacaksınız. Cevabı sonraya bırakalım ve şimdi şefaati inkar edenlere bazı sorular soralım.
Şimdi şefaati inkar edenlere soruyoruz:
– Ayet-i kerimede apaçık bir şekilde, Allah’ın razı olduğu kimselere şefaat edileceği beyan buyrulurken, sizler nasıl oluyor da şefaati inkar ediyorsunuz? Nasıl oluyor da bu ayete gözlerinizi kapıyorsunuz?
Bakın, Allah’ın razı olduğu kişilere melekler şefaat edecektir. Melekler şefaat edebiliyorsa; peygamberler, evliyalar, şehitler ve şefaat etmesine izin verilen diğerleri de şefaat edecektir. Ve bütün bu şefaatler, ancak ve ancak Allah’ın izni ve rızası dahilinde edilecektir. Mesele bu kadar açıktır, daha fazla söze ihtiyaç da yoktur.
Sevgili kardeşlerim, şefaatin hak olduğuna dair Yedinci Delilimizi burada sonlandıralım ve şimdi Kur’an’dan Sekizinci Delilimize geçelim…