1. Delil: Bakara suresi 255. Ayet
Sevgili kardeşlerim, bu dersimizde şefaat bahsini işleyeceğiz. Şefaat: Bir kimsenin suçunu affettirmek ve kendisinden cezayı kaldırmak için, o kişi hakkında yapılan bir istektir. Biraz daha açacak olursak: Ahiret günü, bir kısım günahkâr müminlerin affedilmeleri ve itaatkâr müminlerin yüksek mertebelere ulaşmaları için başta peygamberimiz (asm) ve diğer büyük zatların Allah Teâlâ’ya niyaz ve dualarıdır.
Bizlerin inancı olan Ehl-i sünnet itikadına göre, şefaat haktır ve Allah’ın iznine bağlıdır. Hal böyleyken, bir kısım Ehl-i sünnet muhalifleri şefaati inkâr etmekte ve şefaate inananları şirke düşmekle itham etmektedirler. Yani onlara göre, bütün Ehl-i sünnet mensupları şirke düşmüştür, yani müşriktir.
Şimdi ilk önce, Ehl-i sünnetin şefaat inancını reddeden ve şefaate yanlış mana yükleyen bu kişileri tanıyalım ve şefaat hakkındaki sözlerini işitelim.
Mustafa İslamoğlu: Şefaat bir torpildir. Ahirette Allah’tan başka torpil geçecek kimse yok. Şefaat müşriklerin inancıdır. Nasıl olmuş da torpil bu dinin içine girmiş ve dinin bir parçası olmuş. Hak etmeyi dinin temeline yerleştiren bir Kur’an orada dura dura nasıl olmuş da birilerine torpil yetkisi tanınmış. Bunları sormak lazım.
Abdulaziz Bayındır: Allah’tan kaçacaksınız, Peygambere sığınacaksınız, Peygamber sizi kurtaracak. Kimden kurtaracak? Allah’tan. Böyle saçmalık olur mu?
Mehmet Okuyan: Şefaat, dünyada yaptıkları ayrımcılık, kayırmacılık mekanizmasının ahirette de devam ettirilmesini arzu eden bir içeriğe dönüştürülmüştür.
Bayraktar Bayraklı: “Şefaat Ya Resulullah!” demek şirktir.
Mustafa Öztürk: Şefaat inancı müşriklerin “şufaa” dedikleri aracı Tanrı inancıdır; şirktir yani.
Kardeşlerim, bu kişilerden sakının. Çünkü bunlar Ehl-i sünnet itikadını bozmaya çalışmakta ve kendi vehimlerinin ürününü din diye anlatmaktadırlar. Şefaate dair bu eserimiz, bu kişilerin şefaat hakkındaki yanlış sözlerine tam bir cevap olacaktır. Eserin tamamını seyrettiğinizde, bu kişilerin Kur’an’dan ne kadar uzak olduğunu çok daha iyi anlayacaksınız.
Şu noktaya dikkat çekmek istiyoruz: Bizlerin hiç kimsenin şahsıyla bir mücadelesi yoktur. Bizim mücadelemiz fikirlerledir. Ancak, fikir sahiplerini de ifşa ediyoruz ki, bizi seyredenler şunu anlasın: Bunların Kur’an’ı anlamada hiçbir nasipleri yoktur. Kur’an bir vadide, bunlar ise başka bir vadidedir. Bu anlaşılırsa, onların peşinden koşanlar da belki Ehl-i sünnet çizgisine gelir ve büyük bir zarardan kurtulurlar.
Bizler kişilerle uğraşmıyoruz; çünkü önemli olan kişileri değil, fikirleri çürütmektir. Biraz önce sözlerini işittiğiniz kişiler yakın bir zamanda ölecek ve onların yerine başkaları geçecektir. O halde bizlerin ilk yapması gereken şey, itikadımızı delilleriyle öğrenmektir. Bunu yaptığımızda, batılı kim satmaya çalışırsa çalışsın, onu hemen tanır ve ona asla itibar etmeyiz.
Şefaat konusunda Ehl-i sünnetin itikadı şudur: Şefaat haktır ve Allah’ın iznine bağlıdır. Bizler bu itikadın doğruluğunu Kur’an, hadis ve icma ile ispat edeceğiz. Bu ispattan sonra da şefaati inkar edenlerin sözlerine teker teker cevap vereceğiz. Sözü daha fazla uzatmayalım ve şimdi şefaatin hak olduğuna dair Kur’an’dan Birinci Delilimize geçelim.
Şefaatin hak olduğuna dair göstereceğimiz Birinci Kur’an Delili, Bakara suresinin 255. ayet-i kerimesidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulur: أَستعيذ بالله
، مَن ذَا الَّذِي Kimdir o kimse ki يَشْفَعُ عِنْدَهُ O’nun katında şefaat eder yani Allah’ın katında şefaat edecek kimdir إِلاَّ بِإِذْنِهِ O’nun izniyle olması müstesna. Manaya bir daha dikkat kesilelim: O’nun -yani Allah’ın- izniyle olması müstesna, Allah katında kim şefaat edebilir?
Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım.
Ayetin إِلاَّ بِإِذْنِهِ kısmına bakalım. Buradaki إِلاَّ hasr edatıdır. “Sadece, yalnız, hariç, ancak, müstesna” manalarına gelir.
Ayetin başı olan, مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ “O’nun katında şefaat edecek kimdir?” ifadesi, “Onun katında şefaat edecek hiç kimse yoktur.” manasındadır.
بِإِذْنِهِ إِلاَّ “Onun izniyle olması müstesna” beyanıyla, “Şefaat edecek yoktur.” hükmüne bir kayıt konmaktadır. Bu kayıttan anlaşılıyor ki: Allah’ın izni olmadan şefaat edecek yoktur. Demek şefaat, Allah’ın iznini bağlıdır. O’nun izni olursa bir kul başka bir kula şefaat edebilir. İzni olmazsa edemez. Eğer Allah’ın izni dairesinde şefaat olmasaydı, ayette geçen “Allah’ın izniyle olması müstesna” ifadesi gereksiz olurdu.
Öyle ya, eğer şefaat yoksa, Allah’ın izniyle olması niçin müstesna kılınmış? Şefaat olmasaydı, إِلاَّ بِإِذْنِهِ ifadesine gerek olur muydu? Elbette olmazdı. Eğer şefaati inkar ederseniz, Kur’an’da gereksiz bir ifadenin bulunduğuna hükmetmek zorunda kalırsınız. Bu da sizi dinden çıkarır.
O halde, “Allah’ın izniyle olması müstesna” ifadesi, Allah’ın izni dairesinde şefaatin hak olduğunu ispat etmektedir. Şimdi şefaati inkar edenlere bazı sorular soralım.
Ayeti kerimede “Allah’ın izniyle olması müstesna, Allah katında şefaat edecek kimdir?” buyrularak apaçık bir surette şefaatin hak olduğu beyan edilmiştir. Şefaat vardır ve Allah’ın iznine bağlıdır. Ayetin reddettiği şey, şefaatin varlığı değildir; Allah’ın izni olmadan şefaat edilebileceğidir. Ayet, izinsiz şefaati reddeder ve şefaati Allah’ın iznine bağlar.
Şimdi şefaati inkar edenlere soruyoruz: Sizler bu ayet-i kerimeyi okumuyor musunuz? Ayet apaçık bir şekilde, şefaatin Allah’ın izniyle var olduğunu söylerken, sizler bu ayete nasıl gözlerinizi kapıyorsunuz? Ayetteki إِلاَّ بِإِذْنِهِ kaydını görmüyor musunuz? Eğer şefaat yoksa, ayetteki إِلاَّ بِإِذْنِهِ ne demek? Buraya bir mana verin de görelim. إِلاَّ بِإِذْنِهِ demek, “Allah’ın izniyle şefaat edilir.” demektir. Eğer hala “şefaati inkar ederim” diyorsanız, o halde mushafınızdan إِلاَّ بِإِذْنِهِ ifadesini çıkarın.
Şefaatin hak olduğuna dair Birinci Delilimizi burada sonlandıralım ve şimdi Kur’an’dan İkinci Delilimize geçelim…