15. Allah gökte değildir. O hâlde Peygamberimiz (a.s.m.) Allah’ı görmek için niçin göğe yükselmiştir?
Bu dersimizde şu sorunun cevabını vereceğiz:
— Allahu Teâlâ her yerde hâzır ve nâzırdır. Hakikat bu iken, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın miraçta gökyüzüne yükseldiği ifade edilmektedir. Bu nasıl olur? -Haşa- Miraç denen bir yer var da Allahu Teala orada mı bulunuyor? Ve Peygamberimiz (a.s.m.) oraya Rabbiyle görüşmeye mi gitti?
Bediüzzaman Hazretleri Miraç Risalesi’nde bu sorunun cevabını bir misalle vermiş. Bizler bu misalden iktibasla meseleyi izah etmeye çalışacağız:
Mesela her tarafı ışık alan ama içeriden bakıldığında güneşin görülemediği büyük bir bina düşünelim… Bu binada yaşayan kişiler güneşin ışığından ve ısısından istifade etmektedirler. Bu kişilerden güneşi görmek isteyenler sadece ışığını, ısısını ve yedi rengini görebilmektedir.
Faraza güneşin ısısı kudreti olsa, ışığı ilmi olsa, yedi rengi de görmesi, işitmesi ve konuşması gibi sıfatları olsa, güneş bu sıfatları ile bu binada olan herkesi görür, işitir, konuşur, tanır ve hakeza…
Bu noktadan bakıldığında, güneş ısıttığı ve ışıklandırdığı her şeyin ve her kişinin yanında olup onlarla sohbet edebilir. Her bir kişinin de güneşin kendisine bakan miktarı kadar bir sohbeti ve alakadarlığı olur.
İşte bu cihetten, güneş her şeye yakındır ancak her şey güneşin zatından çok uzaktır. Eğer birisi güneşin zatına yaklaşmak, güneşi bizzat görmek ve onunla sohbet etmek isterse, ilk önce bu binayı terk etmeli ve o bölgenin en yüksek dağına çıkmalıdır. Ancak bunu yaptığında güneşi bizzat görüp onunla sohbet edebilir.
İşte bu kişilerden birisi binadan çıkar ve yüksek bir dağa tırmanır. Dağa tırmandığında güneşin sadece kendi binasını ısıtıp aydınlatmadığını, dünyanın her tarafına nüfuz ettiğini hatta gezegenleri ve Ay’ı da idare ettiğini bütün açıklığıyla görür. İşte o zaman şöyle diyebilir:
— Ey yeryüzünü ışığıyla yaldızlayan ve zeminin yüzünü ve bütün çiçeklerin yüzlerini güldüren dünya güzeli, gök nazdarı olan nazenin güneş! Onlar gibi benim haneciğimi, bahçeciğimi ısıttın ve ışıklandırdın; bütün dünyayı ışıklandırdığın ve yeryüzünü ısıttığın gibi…
Evet, böyle diyebilir. Hâlbuki binanın içinde iken, güneşi sadece kendisini ve binasını ışıklandıran bir lamba olarak tanıyordu.
Burada dikkat edilmesi gereken temel nokta şudur:
Güneşle görüşmeye ve konuşmaya niyet eden ve bu sevkle dağa çıkan kişi güneşle dağda görüşmüyor, bilakis dağdan görüşüp konuşuyor. Çünkü o dağın, dünyadan 1.300.000 defa büyük olan güneşi içine alması mümkün değildir. Yani güneş dağa sığmaz. Bu sebeple de “Güneş dağa geldi.” denilemez; belki “Dağda güneş ile konuştu.” denilebilir.
Aynen bu misalde olduğu gibi, Cenab-ı Hak maddenin ve mekânın yaratıcısı olduğu için mekânla kayıtlı olması muhaldir ve Allah hakkında böyle bir şey düşünülemez. Allah mekândan münezzehtir; zaten mekânı O yaratmıştır.
Misalimizde olduğu gibi, bu dünya şartlarında insanlar Allah’ın sadece isim ve sıfatlarına muhatap olabiliyor. Peygamberimiz (a.s.m.) ise O’nun nurani zatına ve emsalsiz konuşmasına muhatap olabilmek için bu dünya denilen binadan sıyrılmış ve miraç dağına çıkmış. Rabbi de sonsuz ihsan ve ikramıyla, kulu Muhammed (a.s.m.)’ın ihlaslı ibadetlerine bir mükâfat olsun ve bütün insanlar ve diğer varlıklar onun üstünlüğünü görsün diye onu miraç dağına çıkarmış, bu dağda onunla konuşmuş ve cemaliyle ona tecelli etmiş.
Burada unutulmaması gereken temel nokta şudur:
Misalde demiştik ki: Güneşi dağda görmedi, dağdan gördü. Aynen bunu gibi, Hazreti Muhammed (a.s.m.) da Rabbini miraçta görmedi, miraçtan gördü. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın bu dünya şartlarında görülmesi mümkün değildir. O da görmek için miraca çıktı. Allah da ona orada tecelli etti. Allah’ın bir mekânda olması farklıdır, o mekâna tecelli etmesi farklıdır. Allahu Teâlâ gökte değildir. Sadece Peygamberimize gökte tecelli etmiştir. Cennette olmadığı hâlde cennet ehline cennette tecelli edeceği gibi…
Bediüzzaman Hazretleri bu konuda: “Miraç yoluyla beka âlemine girdi.” diyerek, Allah’ın bu dünya şartlarında görülemeyeceğinden dolayı Peygamberimiz (a.s.m.)’ın farklı bir boyuta geçmesi gerektiğini, bunun yolunun da miraç olduğunu beyan etmektedir.
Nitekim A’raf suresi 143. ayetin beyanıyla, Hazreti Musa (a.s) şöyle demiştir:
رَبِّ اَرِني اَنْظُرْ اِلَيْكَ Ya Rabbi! Bana görün de sana bakayım. (A’raf 143)
Onun bu isteğine karşı Allahu Teâlâ şöyle cevap vermiştir:
لَنْ تَرَانِي Sen beni asla göremezsin. (A’raf 143)
İşte bu ayet-i kerime, mevcut şartlarda bir insanın Allah’ı görmesinin mümkün olmadığını beyan buyurmaktadır.
Hazreti Musa’nın Cenab-ı Hakk’ı görememesi, Allah’ın görünmez olduğundan değil, dünya şartlarının buna müsait olmadığındandır. İnsanoğlunun bu dünya şartlarında Cenab-ı Hakk’ı görmesi mümkün değildir. Bu şartlar sadece Peygamberimiz (a.s.m.)’a özel olan miraçta gerçekleşmiş; Allah’ı görmek de sadece ona mahsus kalmıştır.