12. “Kur’an’da kadere iman yoktur” diyenlere Âl-i İmran Suresi’nin 145. ayeti cevap veriyor
Sevgili kardeşlerim, kader hakkındaki eserimizin bu On ikinci dersinde, “Kur’an’da kader yok.” diyen Mustafa İslamoğlu, Abdülaziz Bayındır ve Mehmet Okuyan’a cevap vermeye devam ediyoruz. Şu meseleyi hatırlatarak dersimize başlamak istiyorum:
Kader, Allah’ın ezeli ilmiyle, istikbalde olacak şeyleri bilmesi ve bu bilgiyi bir defterde kaydetmesidir. “Kader yoktur.” demek, “Allah istikbali bilemez.” demektir. “Kur’an’da kader yoktur.” demek de “Kur’an’da Allah’ın istikbali bildiğiyle ilgili hiçbir ayet yoktur.” demektir.
Bundan önceki derslerde, dört ayetin tahlilini yapmıştık. Bu dersimizde, kaderin varlığına dair Beşinci ayeti tahlil edeceğiz. Tahlil edeceğimiz ayet-i kerime, Âl-i İmran suresinin 145. ayetidir. Bu ayette şöyle buyrulmuştur:
“Hiç kimsenin Allah’ın izni olmaksızın ölmesi mümkün değildir. Ecel, belirlenmiş bir yazıyla yazılmıştır.”
Bu ayet-i kerimede, ecelin belirlenmiş olduğu haber verilmektedir. A’raf suresi 34. ayet; Rad suresi 38. ayet ve Nahl suresi 61. ayette bu hususa dikkat çekilmiş ve ecelin öne alınamayacağı ve ertelenemeyeceği beyan edilmiştir.
Demek, daha bizler yaratılmadan önce Cenab-ı Hak her birimiz için bir ömür takdir etmiş ve bir ecel vakti belirlemiştir. O vakit gelmeden ölmemekte ve o vakti de tehir edememekteyiz. O hâlde şimdi, bir insanın kendisini dağdan attığını ve intihar ettiğini farz edelim. Bu durumda şu şıklardan hangisi doğrudur:
1. Allah Teala o kişi için bir ömür takdir etmişti, ama o intihar ederek ölümünü öne aldı.
Bu şık doğru olamaz. Çünkü ayeti-i kerimelerde, ecelin ertelenemeyeceği ve öne alınamayacağı açıkça belirtilmiştir. Demek, intihar eden ecelini öne alamıyor. O hâlde bu şıkkı eledik.
2. Allah Teala bu kişi için bir ecel takdir etmiş ve takdir ettiği ecelin vakti geldiğinde bu kişiyi intihara mecbur etmiştir. İntihar eden kişi, iradesiz bir şekilde kendini dağdan aşağıya atmıştır. Daha doğrusu Allah onu atmış, o da Allah’ın kudretine karşı koyamamıştır. Bu sayede de takdir edilen ecel, ne bir vakit geri kalmış, ne de tehir olmuştur.
Ancak bu şık da doğru olamaz. Çünkü bu durumda, kulun cüzi iradesi elinden alınmış ve zorla intihar ettirilmiş olur. Halbuki Allah Teala, intiharın büyük bir günah olduğunu bildirmiş ve intihar edeni cehennem azabı ile tehdit etmiştir. Eğer intihar edenin elinden cüzi iradesi alınsaydı, bu tehdit manasız kalır ve ceza zulüm olurdu. O hâlde bu şıkkı da eledik. Çünkü Allah Teala zulümden münezzehtir.
3. Allah Teala, o kişinin cüzi iradesini kullanarak intihar edeceğini ezeli ilmiyle bilmiş ve ona o kadar ömür takdir etmiştir. Eğer o kişi, cüzi iradesini kullanarak intihar etmeyecek olsaydı, belki Allah onun için daha uzun bir ömür takdir eder ya da başka bir sebeple yine ölümünü o zamanda kaza ederdi. Bu bizim bilemeyeceğimiz bir şeydir.
Tek doğru şık bu şıktır. Bu şıkta ne kula zulüm vardır, ne de ecel vaktini öne almak!..
Şimdi gelelim bu tahlilin bizim meselemize bakan yönüne. Mustafa İslamoğlu’na, Abdülaziz Bayındır’a ve Mehmet Okuyan’a şu soruları soruyoruz:
1. Allah Teala, bir kulun cüzi iradesini kullanarak intihar edeceği vakti ezeli ilmiyle biliyor ve ona o kadar ömür takdir ediyorsa, diğer fiillerini de -daha yapmadan önce- bilmez mi?
2. İnsanın ne zaman ve nasıl öleceğini bilen ve bunu “belirlenmiş bir yazıdır” ayetinin fermanıyla levh-i mahfuzda kaydeden Rabbimiz, bizim diğer amellerimizi niçin bilmesin ve kaydetmesin?
3. İnsanın ne zaman öleceğinin, ölümünden önce bilinmesi; diğer amellerinin de vukuundan önce bilineceğini göstermez mi?
Sevgili kardeşlerim, bu dersimizi burada tamamlayalım. Bir sonraki dersimizde, bu meseleye dair Altıncı ayetin tahlilini yapacağız. O derste buluşuncaya kadar, hepiniz Allaha emanet olunuz.