2. Kaderi inkâr eden veya yanlış anlayanlara “Ezeliyet Dersi”
Ezel ise bu zaman çizgimizin, geçmiş noktasının sol tarafı değildir. İşte kaderi anlayamamamızın sebebi, ezelin burası olduğunu zannetmemiz ve ezeli, zaman çizgisi üzerinde bir yere oturtmamızdır. Zira ezeli, burası zannettiğimizde, Allah’ın yarını bilmesi için yarının gelmesi gerekecektir. İşte bu zan ve ezeliyet kavramını yanlış anlamamız ise şu soruyu sormamıza sebep olacaktır: “Allah günahkâr olmamı yazmışsa benim suçum ne?”
Şimdi ezel kavramını, zaman çizgimizde resmettiğimizde bu sorunun ne kadar manasız bir soru olduğu anlaşılacaktır.
İşte ezel bu çizginin üst kısmındaki noktadır. Geçmiş zamanın sol tarafı değil, bir zamansızlıktır. Hâl, geçmiş ve geleceği aynı anda tutan ve gören bir makamdır. Dolayısıyla Allah bugünü gördüğü ve bildiği gibi, yarını da öbür günü de ve cennet ile cehennem hayatının yaşanacağı sonsuzluk hayatına kadar her şeyi de bugün ile birlikte görmektedir.
İşte Abdülaziz Bayındır’ın, Mustafa İslamoğlu’nun ve Mehmet Okuyan’ın anlayamadığı nokta burası: Ezeliyeti, zamanın başlangıcı zannediyorlar… Böyle zannettikleri için de kaderi inkâr ediyorlar.
Şu noktaya bir daha dikkat çekelim:
Allah için hâl, geçmiş ve gelecek gibi kavramlar yoktur. Bu kavramlar, zaman ile kayıtlı olan bizler içindir…
Şimdi bu meseleyi diğer bir örnek ile inceleyelim:
Şu tablo bizim zaman çizgimiz olsun. Ortası hâl, yani şimdiki zaman, sol tarafı geçmiş zaman, sağ tarafı ise gelecek zaman. Şimdi şu zaman tablomuzun üzerine bir ayna tuttuk. Ayna, zemine yakın olduğu için sadece “hâl” aynada aksetti. Geçmiş ve gelecekten içine hiçbir şey girmedi. Şimdi aynayı biraz kaldıralım. Ve şu pozisyonda aynamızda hâl ile birlikte geçmiş ve geleceğinde bir bölümü aksetti. Aynayı biraz daha kaldırdığımızda, bir önceki pozisyonda aynada gözükmeyen geçmiş ve geleceğin bir bölümü daha onda aksetti. Demek aynayı kaldırdıkça, aynada gözüken zaman dilimi genişlemektedir. Şimdi aynayı en tepeye kaldıralım.
İşte bu noktada ayna hâl, geçmiş ve geleceğin tamamını içine aldı. İşte bu noktaya ezeliyet noktası denilir ki, üç zamanın tamamını aynı anda görmektir.
Demek, “Allah ezelidir.” dediğimizde, Allah’ın bütün zaman ve mekânları aynı anda gördüğünü, bildiğini ve zaman kaydından münezzeh olduğunu anlarız. Abdülaziz Bayındır’ın, Mustafa İslamoğlu’nun ve Mehmet Okuyan’ın anlayamadığı nokta burası. Onlar ezeliyeti, zamanın başlangıcı zannediyorlar. Böyle zannettikleri için de yanılıyorlar…
Sevgili kardeşlerim, daha ezeliyeti anlamaktan aciz olan bu kişilerin, din namına söyledikleri hangi sözlerine güvenilir ve hangi sözleriyle amel edilir?.. Bunu sizlerin takdirini bırakıyorum…
Ezeliyeti anlamak, kaderi anlamak için çok önemlidir. Bu sebeple örneklere devam ediyoruz. Şimdi meseleyi üçüncü bir örnekle inceleyelim:
Erzurum’dan İstanbul’a doğru üç vasıtanın yola çıktığını farz ediyoruz. Bu vasıtalardan bir tanesi İstanbul’a girmek üzere İzmit’te, diğeri İzmit’tekine kıyasla biraz daha geride Eskişehir’de ve üçüncü vasıtamız da ikisinin gerisinde Ankara’da olsun.
Şimdi bu üç vasıtaya dikkat ettiğimizde şunları görürüz:
İzmit’te olan vasıtamız, Eskişehir ve Ankara’da olan araçlara kıyasla önde, yani istikbaldedir. Zira onların geçeceği yollardan çoktan geçmiştir.
Eskişehir’de olan vasıtamız ise, İzmit’te olana göre geçmiştedir. Zira öndeki araç Eskişehir’den çoktan geçmiştir. Ancak Ankara’da olana kıyasla istikbaldedir. Zira daha bu araç onun mevkiine ulaşmamıştır.
Ankara’da olan vasıtamız ise diğer iki araca kıyasla da geçmiştedir. Zira bu iki araç da Ankara’yı çoktan geçmiştir.
Araçlar arasında geçmiş, gelecek gibi tabirler kullanılırken yukarıda olan ve üç vasıtayı aynı anda aydınlatan Güneş için zaman ifade eden bu tabirler kullanılmaz. Yani “Güneş şuna göre geçmiştedir, buna göre gelecektedir.” denilemez. Çünkü Güneş bu üç vasıtayı aynı anda aydınlatmakta, ışığı ile üçünü aynı anda kuşatmaktadır. İşte Güneş’in bu hâli, yani yerdeki vasıtalar için geçerli olan zaman kaydıyla kayıtlı olmaması ve üç zamanı aynı anda kuşatması ezeliyete misaldir.
Aynen bunun gibi, bizler de kâinatın yaratılmasıyla başlayan zaman yolunun bir noktasındayız. Bizden önce geçen her şey bize göre mazide, yani geçmişte kalmıştır. Bugünden, hatta bu andan sonraki zamanlar ve o zamanlarda yaratılacak mahluklar ise bize kıyasla istikbaldedir. Evet, şu anda bizim dedelerimiz geçmişte kaldılar. Hâlbuki bir zaman, onların dedeleri de istikbalden torun bekliyorlardı. İşte dedelerimiz, kendi dedelerine göre istikbal olan zaman diliminde bu dünyaya uğrayıp teneffüs ederek maziye döküldükleri gibi, dedelerimize göre istikbalde olan bizler de bir gün maziye döküleceğiz. Ve bize göre istikbalde olan torunlarımız, hâle yani şimdiki zamana çıkacaklar.
Görüldüğü gibi, geçmiş, gelecek ve hâl gibi tabirler bizler için kullanılmaktadır. Hâlbuki her şeyi ve zamanı yaratan Allah için mazi, hâl ve istikbal gibi kavramlar yoktur. O, misalimizdeki Güneş gibi bütün bu zamanları ayna anda ilminin ışığı ile kuşatmıştır. O hâlde “Allah yazdı diye biz yapıyoruz.” denilemez; zira Allah ezeliyeti ile bütün zamanları aynı anda kuşattığından, bizim hür irademiz ile ne yapacağımızı bilmiş ve ne yapacaksak kader defterimize onu yazmıştır. Allah yazdı diye biz yapmamaktayız, bilakis biz yapacağımız için Allah yazmıştır.
Ezeliyeti anlamak, kader meselesini anlamanın anahtarıdır. Kader bahsinde bocalamanın en birinci sebebi, Allah’ın ezeliyet sıfatının anlaşılamaması ve Allah’ın zaman mefhumuyla kayıtlı olduğunun zannedilmesidir. Şimdiye kadar ezeliyete dair ü misal verdik. Şimdi son bir misal daha verelim ve meseleyi iyice pekiştirelim.
Bir şiirin tamamını bildiğiniz takdirde, sizin ilminizin, şiirin bütün mısralarına olan münasebeti aynıdır. Yani önceki misalde Güneş’in üç vasıtayı aynı anda seyretmesi gibi, sizin ilminiz de bütün mısralara aynı anda vâkıftır. Fakat şiirin mısraları için, kendi aralarında öncelik ve sonralık söz konusu olmaktadır. Mesela, altıncı mısra; dördüncü mısradan sonra, onuncu mısradan ise öncedir. Siz şiirin ilk beş mısrasını yazıp altıncıyı yazmaya başladığınızda, artık beşinci mısra mazide kalmış, yazılmıştır. Altıncı mısra ise hâlde yani şimdiki zamandadır. Onuncu mısra ise henüz istikbaldedir. Yani daha vücuda gelmemiş ve yazılmamıştır. Hâlbuki vücuda gelmeyen bu onuncu mısra sizin ilminizde mevcuttur. O hâlde öncelik ve sonralık sizin ilminiz için söz konusu değildir.
Aynen bunun gibi, XIX. asır ve o asırda yaşayanlar; XVIII. asra ve bu asırda yaşayanlara göre istikbalde, XX. asra göre ise mazidedir. Ancak zamandan münezzeh olan Allah için bütün bu asırlar; geçmiş, hâl ve istikbal aynı anda ilim ve şuhud dairesindedir.
Demek “Allah’ın ezelî ilmi” dediğimiz kader, geçmiş zamanda yapılmış bir plan olmayıp zaman dışı bir plandır. Bütün geçmiş ve gelecek zamanları aynı anda tutan zaman üstü bir ilimdir.
Buraya kadar verdiğimiz misallerle, Allah’ın ezeliyetini anlamaya çalıştık. Ancak şu unutulmamalıdır ki, verdiğimiz bütün misaller, akılların anlamaktan aciz kaldığı bir hakikati akla yakınlaştırmak için, sadece küçük birer dürbündür. Yoksa akıllar, nasıl ki Allah’ın kudretinin ve azametinin büyüklüğünü hakkıyla anlamaktan acizdir; aynen bunun gibi, Allah’ın ezeliyetini ve zamandan münezzeh olduğunu tam idrakten de acizdir. Ancak şu sönük dürbünler bile, meselenin tam anlamıyla anlaşılmasını sağlamaktadır.
Abdülaziz Bayındır, Mustafa İslamoğlu ve Mehmet Okuyan, ezeliyetin manasını bilmediklerinden, Allah’ı tenzih etmek için, kaderi inkar ediyorlar. Onlara göre, Allah ne yapacağımızı bilirse, Allah bildiği için yapmış oluruz. Böyle olursa da Allah mesul olur. Bizim mesul olabilmemiz için, Allah’ın bilmemesi gerekir… İşte böyle düşünmüşler ve sonunda kaderi inkâr etmişler. Herhalde meseleyi anladınız…
Allah’ın ezeliyetini öğrendikten sonra, bir şeyi daha öğrenmeliyiz. Bu, “İlim maluma tabidir.” kaidesidir. Bu kaide anlaşılınca göreceksiniz, kader hakkında cevapsız zannedilen bütün sorular, birden cevaplarını bulacaklar.
Bu dersimizi burada tamamlayalım. Bir sonraki dersimizi mutlaka seyretmelisiniz. Bir sonraki dersimizde görüşünceye kadar sizleri Allah’a emanet ediyorum.