3. Kadere imanı anlamamakta ısrar edenlere “ilim maluma tabidir dersi”
Misal 2:
Farzedelim ki, kasamda 500 lira var ve ben kasamda 500 liranın olduğunu biliyorum. İşte benim kasamdaki 500 liranın varlığını bilmem, ilimdir. Malum ise, kasamdaki 500 liradır. Şimdi yine aynı soruyu soralım: Ben bildiğim için mi kasamda 500 lira var? Yoksa kasamda 500 lira olduğu için mi ben böyle biliyorum? Yani ilmim maluma mı tabi, yoksa malum olan kasadaki para ilmime mi tabi?
Elbette ilim maluma tabi. Yani ben bildiğim için kasada 500 lira yok, bilakis kasada 500 lira olduğu için ben öyle biliyorum. Eğer bunun tersi olsaydı; yani ilim maluma tabi olacağı yerde, malum ilme tabi olsaydı, ben kasada 500 lira yerine 500 milyon liranın var olduğunu zannettiğimde, kasada o kadar paranın olması gerekirdi. Hâlbuki bu olmuyor. Sebebi ise malumun ilme değil, ilmin maluma tabi olmasıdır.
Kaidemizi bir daha tekrar edelim: “İlim maluma tabidir.” Bu kaide üzerine birazdan bir hüküm bina edeceğiz. Ancak önce, kaideyi biraz daha pekiştirelim. Şimdi bir misal daha görelim:
Yüksek bir tepede oturduğumuzu farz ediyoruz. Tepenin altında da kavisli bir tren yolu olsun. Siz tepenin tam üstünde olduğunuzdan, tren yolunun hem sağını hem solunu, tamamını görebiliyorsunuz. Ve bir baktınız ki, aynı rayda karşılıklı ilerleyen iki tren var. Onların iki dakika sonra çarpışacaklarını gördüğünüzden elinizdeki deftere “Bu iki tren iki dakika sonra çarpışacak.” diye yazdınız. Ve trenler iki dakika sonra çarpıştı.
Şimdi kazadan kurtulan makinistlere deseniz ki: “İşte bu benim defterim. Ben sizin çarpışacağınızı, daha siz çarpışmadan önce bu deftere yazmıştım.”
Acaba makinistlerin size şöyle deme hakları var mıdır? “Biz senin yüzünden kaza yaptık. Eğer sen bizim kaza yapacağımızı yazmasaydın biz çarpışmazdık, sen yazdığın için çarpıştık. Sen bu kazanın sebebisin.” Elbette diyemezler. Çünkü sizin yazınız yani ilim, onların çarpışacağına yani maluma tabidir.
Başka bir ifadeyle: Siz onların çarpışacağını gördüğünüzden dolayı bu yazıyı yazdınız, yoksa onlar siz yazdığınız için çarpışmadılar. Siz yüksek bir yerde olduğunuz için, onların göremediklerini, aynı raydan ilerlediklerini gördünüz.
Hem sizin yazınız sadece bir tespittir. Zorlama ve kaza sebebi değildir. Eğer kaza sizin yazınız yüzünden olsaydı, o hâlde şunun da olması gerekirdi: Siz, çarpışacak bu iki tren hakkında “Çarpışmayacaklar.” diye yazardınız, onlar da aynı raydan karşılıklı ilerlemelerine rağmen çarpışmazlardı. Eğer ilim maluma tabi olacağı yerde malum ilme tabi olsaydı, dünyanın hiçbir yerinde kazalar olmazdı. Bir adam defterine, “Bugün hiç kaza olmayacak.” diye yazardı ve kazaları önlerdi. Hâlbuki bu asla olmaz.
Her misal, “İlim maluma tabidir.” kaidesini daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Bu sebeple misallere devam ediyoruz. Şimdi dördüncü misali dinleyelim.
Daha senenin başında iken aldığınız bir takvimde, senenin bütün günlerindeki Güneş’in doğuş ve batış saatlerinin yazılı olduğunu görürsünüz. Mesela senenin son günü olan 31 Aralığa baksanız, Güneş’in doğuş vaktinin: 7:15 ve batış vaktinin 16:45 olduğunu görürsünüz.
İşte takvimdeki bu yazı ilimdir. Malum ise Güneş’in o saatte doğacak ve batacak olmasıdır.
Yine sorumuz aynı: Acaba takvimde yazıldığı için mi Güneş o saatlerde doğuyor ve batıyor? Yani malum olan Güneş’in doğup batacağı saat, ilim olan takvimdeki yazıya mı tabi? Yoksa Güneş’in o saatte doğup o saatte batacağı önceden hesaplanıp bilindiği için mi takvime kaydedilmiş? Yani ilim maluma mı tabi? Elbette ikinci şık, yani ilmin maluma tabi olması doğru.
Zira Güneş’in doğacağı ve batacağı saatler hesaplanmış ve yazılmış. Eğer tersi olsaydı, malum ilme tabi olup yazıldığı için doğup batsaydı; takvime Güneş’in doğuş vakti olarak 7:15 yerine 12:00 yazdığımızda Güneş’in 12:00′de doğması; hatta “Bugün Güneş doğmayacak.” yazdığımızda Güneş’in o gün doğmaması gerekirdi. Hâlbuki bunların hiçbiri olmuyor. Sebebi ise ilmin yani takvimdeki yazının, maluma yani Güneş’in kendisine tabi olmasıdır.
Şimdi şunu düşünelim: İnsan son derece aciz, zayıf, ilmi noksan, zaman ve mekânla kayıtlı olduğu hâlde, bir sene sonra Güneş’in ne zaman doğacağını ve ne zaman batacağını önceden bilebiliyor ve onu takvime kaydediyor. Ve hiçbir insanın aklına “Takvimde Güneş’in doğma ve batma vakitleri yazıldığı için, Güneş bu saatlerde doğmak ve batmak mecburiyetinde kalıyor; bu yazı olmasaydı, Güneş bu saatlerde doğup batmazdı.” gibi batıl bir fikir gelmiyor.
Hâl böyleyken, acaba ezeliyetin ve nihayetsiz bir ilmin sahibi olan Allah’ın, bir takvim hükmünde olan kader defterine; doğacağımız günü, batacağımız yani öleceğimiz günü ve bu iki gün arasında neler yapacağımızı yazmasını niçin kavrayamıyoruz?.. Herhalde misaller çoğaldıkça kavrayışımız artacak. Bu sebeple, şimdi bir misal daha verelim:
İstanbul-Ankara arası 500 km’dir. Bu mesafenin bizler tarafından bilinmesi ve kitaplarda yazılması ilimdir. Malum ise bu mesafenin kendisidir. Burada da durum aynıdır. İlmimiz maluma tabidir. Bu misaldeki malum İstanbul-Ankara arasının 500 km olduğudur. Eğer ilmimiz maluma tabi olacağı yerde malum ilme tabi olsaydı, yani biz bu mesafeyi böyle bildiğimiz için bu mesafe bu kadar olsaydı; o zaman biz bu mesafenin 1000 km olduğunu zannettiğimizde malum mesafenin 1000 km’ye çıkması gerekirdi. Hatta aradaki mesafenin sadece 1 metre olduğunu zannettiğimizde de İstanbul’dan bir adım atarak Ankara’ya ulaşmamız gerekirdi. Ama bunların hiçbiri asla olmuyor. Biz ne bilirsek bilelim, ilmimizin malum üzerinde bir etkisi gözükmüyor. Sadece mesafenin 500 km olduğunu bildiğimizde doğru biliyoruz, diğer zanlarımızda ise yanlış biliyoruz.
Aynen bu misalde olduğu gibi, doğuşumuz ile ölümümüz arasında ne kadar mesafe varsa ve bu mesafede hangi istasyonlara uğrayıp, o istasyonlarda neler yapacaksak, bunların hepsi malumdur. Bu malumun Allah tarafından bilinmesi ve Allah’ın ilminin bir ünvanı olan kader defterinde yazılması ise ilimdir.
Kaidemiz neydi? “İlim maluma tabidir.” O halde Allah yazdığı için biz yapmıyoruz, bilakis biz yapacağımız için Allah yazmıştır. Burada önemli olan, “ilmin maluma tabi olması” kaidesini, Allah’ın ezeliyetiyle beraber düşünmemizdir. Ezeliyeti kavramadan, bu kaidenin tek başına anlaşılması mümkün değildir. Bu sebepten biz bu kaideye geçmeden önce, bir önceki derste Allah’ın ezeliyetini farklı misallerle anlatmaya çalıştık… Şimdi, ilmin maluma tabi olması kaidesiyle ilgili başka bir misal verelim:
Tren istasyonlarında trenlerin geleceği saatler yazılıdır; işte bu yazı ilimdir. Malum ise trenin o saatte gelecek olmasıdır. Sorumuz yine aynı: “Yazılı olduğu için mi tren geliyor, yoksa trenin o saatte geleceği bilindiği için mi yazılmış?”
Kaidemiz neydi? “İlim maluma tabidir.” O hâlde sorumuzun cevabı: Trenin geleceği bilindiği için yazılmış. Eğer tersi olsaydı, yani malum ilme tabi olsaydı, yaramaz bir çocuk trenin geliş saatini değiştirdiğinde trenin gelmemesi gerekirdi. Hatta trenlerin geliş-kalkış saatlerini bildiren tablo yanlışlıkla kırıldığında, artık hiçbir trenin o istasyona uğramaması gerekirdi. Hâlbuki bunların hiçbiri olmuyor. Çünkü malum asla ilme tabi değildir.
İşte Allah’ın bilgisi ve kader yazısı, istasyondaki, trenin geliş-kalkış saatlerinin yazılı olduğu tabloya benzer ve bu ilimdir. Bizim yapacağımız şeyler ise istasyona gelecek olan tren gibidir, malumdur. Misalimizdeki trenin, tablodaki yazıdan dolayı istasyona gelmemesi, bilakis trenin geleceği için böyle bir yazının yazılmış olması gibi; Allah bildiği için de biz yapmamaktayız, biz yapacağımız için Allah öyle bilmektedir. … “İlmin maluma tabi olması” kaidesini anlayabilmek için tam altı misal verdik. Çünkü bu kaideyi ve ezeliyet bahsini anlamak, kaderi anlamak demektir. Şimdi son bir misal daha verelim ve bu bahsi tamamlayalım.
Misal 7:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ahir zaman fitnelerinden ve kıyametin alametlerinden bahsetmiştir. Efendimiz’in bu bahsi ilimdir. Malum ise bu hadiselerin kendisidir.
Sorumuz yine aynı: Peygamberimiz (s.a.v.) haber verdi diye mi ahir zaman fitneleri çıkacak? Yoksa ahir zaman fitnelerinin çıkacağı için mi Efendimiz onlardan haber vermiş?
İlim, maluma tabi olduğundan dolayı; ahir zaman fitnelerinin çıkacağı için Efendimiz’in haber verdiği şıkkı doğrudur. Zaten bunun tersi düşünüldüğünde, ahir zaman fitnelerinden Peygamberimiz’i mesul tutmak ve “Eğer haber vermeseydi bunlar olmazdı.” demek lazım gelir ki, bunun ne kadar yanlış olduğunu her akıl sahibi takdir edebilir.
Bu yedi misalle anladık ki, “İlim, maluma tabidir.” Şimdi bu kaideyi kader hakkında bir daha tahlil edelim: Allah’ın bizim ne yapacağımızı bilmesi ve bu bilgiyi kader defterinde yazması ilimdir. Bu ilim neye tabidir? Elbette malum olan bizim fiillerimize ve yapacaklarımıza tabidir. Yani biz yapacağımız için Allah öyle bilmiştir ve yazmıştır. Yoksa Allah öyle bildi diye biz mecburen yapmamaktayız.
O hâlde şöyle diyebiliriz: Hem kaderi inkâr eden, hem de suçunu kadere yükleyen kişi iki şeyden habersizdir.
1. Allah’ın ezeliyetini ve ezeliyetin ne manaya geldiğini bilmemektedir.
2. “İlmin maluma tabi olması” kaidesinden habersizdir.
İşte Abdülaziz Bayındır, Mustafa İslamoğlu ve Mehmet Okuyan, ezeliyeti ve ilmin maluma tabi olması kaidesini bilmiyorlar. Bundan dolayı, Allah’ı tenzih etmek için, kaderi inkar ediyorlar. Onlara göre, Allah ne yapacağımızı bilirse, Allah bildiği için yapmış oluruz. Böyle olursa da Allah mesul olur. Bizim mesul olabilmemiz için, Allah’ın bilmemesi gerekir…
İşte böyle düşünmüşler ve sonunda kaderi inkar etmişler. Kaderi inkar edeceklerine Ehl-i sünnet alimlerinin eserlerini okusalardı, kaderi anlarlar, sapmaktan ve saptırmaktan kurtulurlardı…
Sevgili kardeşlerim, bu dersimizi burada tamamlayalım. Bir sonraki dersimizde cüzi iradenin mahiyetini işleyeceğiz. O derste buluşuncaya kadar sizleri Allah’a emanet ediyorum.