Mezhepler

İkinci mâni: Müslümanların yeni ictihadlara değil, dinin farzlarını ders almaya ihtiyaçları vardır.

İkinci mâni: Müslümanların yeni ictihadlara değil, dinin farzlarını ders almaya ihtiyaçları vardır.

Dinin zaruriyatı ki (iman ve amel edilmesi zaruri olan dini esaslar), ictihad onlara giremez. Çünkü kati ve muayyendirler. Hem o zaruriyat kut (azık) ve gıda hükmündedirler. Şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler (sarsılmaktadırlar). Ve bütün himmet ve gayreti onların ikamesine ve ihyasına sarfetmek lazım gelirken, İslamiyet’in nazariyat (teoriler) kısmında ve selefin (Sahabe ve ondan sonraki asır âlimlerinin) ictihadat-ı sâfiyane ve hâlisanesiyle (safi ve halis ictihadlarıyla), bütün zamanların hâcâtına (ihtiyaçlarına) dar gelmeyen efkârları (fikirleri) olduğu hâlde onları bırakıp heveskârane (nefsin arzularını tatmin edercesine) yeni ictihadlar yapmak bid’akârane (bid’at çıkartırcasına) bir hıyanettir. (Said-i Nursi)

Üstadımızın beyan ettiği ikinci mâniyi şöyle izah edebiliriz:

Namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetler dinin zaruriyatından yani eda edilmesi gereken farzlarındandır. Bu gibi ibadetler hakkında açık nas -Kur’an ayetleri ve mütevatir hadisler- bulunduğundan dolayı bu ibadetlere ictihad girememektedir. Zira daha önce öğrendiğimiz gibi, ictihad sadece hakkında açık hüküm olmayan meselelerde yapılabiliyordu.

Hem dinin bu zaruriyat kısmı bu dünyada insanın kalbine ve ruhuna bir gıda, kabirde nur ve ziya, ahiret yolculuğunda bir azık ve sırat köprüsünde ise bir binek ve buraktır.

Hâl böyle iken dinin bu farzları ve emirleri maalesef bu zamanda terke uğramış ve sarsılmaktadır. İnsanların ekserisi namazını terk etmiş, zekâtını vermemekte, haccına gitmemektedir. Hatta ne acıdır ki, on iki ayın sultanı olan Ramazan geldiğinde bile lokantalar ağzına kadar açık ve içi Müslümanlarla dolu olmaktadır. Müslüman olduğunu iddia eden bu kişiler Ramazan’da aleni bir şekilde oruç yemekte ve bundan hayâ bile etmemektedirler.

Farzların terke uğradığı bu asırda haramlar ise aleni bir şekilde pervasızca işlenmektedir. Her köşede bir meyhane, bir kumarhane ve bir sefahat yuvası ehli imanı isyana davet etmekte ve maalesef bu davetine de icabet görmektedir.

Asrımızın bu hâlini uzun uzadıya anlatmaya herhâlde ihtiyaç yoktur. Zira her şey gözler önünde ve son derece açıktır. İşte böyle bir zamanda bütün himmeti ve gayreti dinin bu farz-ı ayın kısmının ikamesine ve ihyasına sarf etmek lazım gelirken, İslamiyet’in nazariyat kısmıyla meşgul olmak bir insanın bir ömürde bir defa bile karşılaşmayacağı meselelerde mezhep imamlarına muhalefet ederek ictihad yapmaya çalışmak İslam’a karşı bir hıyanet değil de nedir?

Acaba namaz kılmayan insanları namaza teşvik etmek ve onlara namazın ehemmiyetini ders vermek yerine onları, “Ayda namaz nasıl kılınır? Kıble nasıl tayin edilir?” gibi meselelerle meşgul etmek dine bir hizmet midir? Kaldı ki, ayda namaz nasıl kılınacağı ve kıblenin nasıl bulunacağı hususunda da selef âlimlerinin fetvaları mevcuttur. Bu fetvalar sorunun cevabını merak edenlere yeterken, dünyada namaz kılmayan insanların aydaki namazlarıyla uğraşmak ve onları böyle nazariyat ile meşgul etmek hizmet midir?

Ya da üzerinde elbisesi olduğu hâlde namazını kılmayan insanlara, “Çıplak kalan bir insan nasıl namaz kılar?” diyerek bahisler açmak ve bu konuda yeni ictihadlar yapmak hizmet midir? Ve bu çalışmanın kime ne faydası vardır? İnsanın ömründe bir defa bile başına gelmeyecek konuları sözde çözüme ulaştırmaya çalışmak nasıl bir hizmet anlayışıdır? Hem yine kaldı ki, böyle bir hâl başına gelenin nasıl namaz kılacağı da fıkıh kitaplarında mevcuttur.

Ya da üzerine farz olduğu hâlde hacca gitmeyen insanlara, “Hacda ihramlı iken bir sinek öldürür ya da bir otu koparırsanız cezası şöyle şöyledir…” diye dersler yapmak dine hizmet midir? Kaldı ki, ihram yasakları ve bu yasakların çiğnenmesi hâlindeki cezalar bütün fıkıh kitaplarında mevcuttur. İhtiyacı olan bu kitaplara bakarak meselesini halledebilir. Acaba böyle nazari bir meseleyle zihinleri meşgul etmenin ve cevapları selef âlimleri tarafından verildiği hâlde yeni yeni ictihadlar yapmaya çalışmanın ne faydası vardır?

Ya da oruç tutmayan insanlara, “Ağza yanlışlıkla bir sinek kaçsa oruç bozulur mu?” sorusunun cevabını öğretmeye çalışmak ne kadar önemlidir? Acaba şimdiye kadar oruç tutan kaç kişinin ağzına sinek kaçmıştır ki, oruç tutmayan insanlara bu dersi yapmanın bir önemi olsun? Onlara yapılması gereken ders terk ettiği orucun önemi ve ehemmiyeti değil midir? Hem bu gibi meselelerde dört mezhebin müctehid âlimlerinin ictihadları da mevcuttur. Ayrıca onlar bu ictihadları hem safidir, hem halistir, hem de bütün zamanlara kâfidir.

Misalleri çoğaltabiliriz. Sözün özü şu: İctihad hevesiyle ortaya çıkanlar yaptıkları hizmete bir baksınlar! İnsanların imanı çalınmakta ve imanın zafiyeti yüzünden farzlar terk edilmekte iken hangi menfaatli hizmeti yapmışlardır? Kuvveti ve ilmi olanların bütün gayretlerini ve himmetlerini imanın inkişafında ve dinin zaruri kısmının ikame ve ihyasında kullanması gerekirken maalesef bu zamandaki mezhepsizler tabir-i caizse ayda namaz ile uğraşmaktadırlar.

Acaba müslümanların neye ihtiyacı olduğunu göremeyecek kadar kör olan bu kişilerin yaptığı ictihad ne kadar doğru olabilir? Eğer keskin bir görüşleri ve kıvrak zekâları olsaydı ilk önce Müslümanların içine düştükleri bu dehşetli durumun farkına varır ve bu yönde bir hizmeti sürdürürlerdi. Ama amaçları üzüm yemek değil; bağcıyı dövmek olunca hem sapmışlar, hem saptırmışlar, hem de menfaatsiz işlerle ömürlerini tüketmişlerdir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu