Kur’an’ın meydan okumasına karşı acziyet
Kur’an’ın nazil olduğu dönemde Araplar belagatın yani söz söyleme sanatının zirvesinde idiler. Şiir ve edebiyat o kadar revaçta idi ki, her sene yarışmalar düzenlenir ve birinci olan kaside altın yazıyla Kâbe’nin duvarına asılırdı. İşte Kur’an böyle bir zamanda nazil oldu ve bütün dâhi ediplere ve söz söyleme sanatının sultanlarına 8 mertebede meydan okudu.
8 mertebede meydan okumaya geçmeden önce şu sorumuzun cevabını arıyoruz: Acaba birisi şöyle bir iddiada bulunsa: Kimse şu taşı kaldıramaz. Bu taşı kaldırabilecek dünyada kimse yoktur… Siz de bu kişinin davasını çürütmek istiyorsunuz. Acaba bu kişinin davasını çürütmek için o taşı kaldırma yoluna mı gidersiniz? Yoksa o kişiyle kavga etme yoluna mı gidersiniz? Bir de düşünün, bu kişinin taraftarları var. Eğer kavga yoluna giderseniz, bu yolda binler tehlike, mal ve can kaybı da var… Acaba “kaldırılmaz” dediği taşı kaldırarak davasını çürütebilme imkânı varken, hiç uzun ve zahmetli yol olan kavga yolunu tercih eder misiniz? Herhalde aklı olan hiç kimse 2. yolu tercih etmezdi.
Sonra görseniz ki, bu kişinin davasını çürütmek için kimse taşı kaldırmıyor. Herkes onunla kavga yolunu tercih ediyor. Ve kavga yolunda da müthiş zararlara uğruyor. Bu zararlara rağmen de hala basit yol olan “taşı kaldırma” yolunu tercih etmiyor.
Herhalde bunu görseniz derdiniz ki: Demek bu kişinin “taşı kimse kaldıramaz” davası haklı bir davadır. Zira bu düşmanları taşı kaldırabilseydi elbette bu kısa yoldan giderek bu kişinin davasını çürütebilirlerdi. Bunlar ise bu kısa yol yerine, uzun ve tehlikeli yol olan kavga yolunu tercih etmişler. Demek kısa yol olan “taşı kaldırma” yolu kapalıdır.
Aynen bu misalde olduğu gibi, peygamber efendimiz (s.a.v) de bir dava ile ortaya çıkmıştır. Davası: “Bu Kur’an Allah’ın kelamıdır” sözüdür. Bunu inkâr edenlere de 8 mertebede meydan okuyarak, davasını kolayca çürütebilecekleri yolu göstermiştir. Bu 8 mertebe meydan okuma şu şekildedir:
Efendimiz (s.a.v.) Kur’an’ın ayetleriyle şöyle meydan okumuştur:
1- Eğer Bu Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğundan şüpheniz varsa, yani bu kitabı benim yazdığımı iddia ediyorsanız, o zaman haydi sizlerden benim gibi okuma-yazma bilmeyen birisi böyle bir kitap yazsın da görelim. Eğer bu kitabı -hâşâ- ben yazdıysam, benim gibi okuma-yazma bilmeyen sizlerden birisi de yazabilir. Hadi yazsın, getirsin, görelim…
Bu meydan okumaya karşı müşriklerin sesi çıkmayınca 2. mertebede meydan okuma yapıldı:
Madem benim gibi okuma-yazma bilmeyen birisi böyle bir kitap yazamıyor. Hadi o kişi okuma-yazma bilsin. Hem gayet âlim ve söz söyleme sanatının üstadı olsun, Kur’an gibi bir kitap yazsın da görelim…
Bu meydan okumaya karşı da o zamanın dâhi edipleri sessiz kalmış ve Kur’an gibi bir kitap yazamamışlardır.
Bundan sonra Kur’an’ın lisanıyla 3. mertebede meydan okuma yapılmıştır:
Madem tek başınıza böyle bir kitap yazamıyorsunuz, o halde birleşin, kafa kafaya verin, bütün edip ve söz sultanlarınızı toplayın, hatta eski yazılmış eserlerden de istifade edin. Hatta güvendiğiniz ilahlarınızı da yardıma çağırın ve Kur’an gibi bir kitap getirin.
Bu mertebede meydan okumaya da müşrikler sessiz kalmış ve Kur’an gibi bir kitap getirememişlerdir. Sonra Kur’an 4. mertebede meydana okumayı şu şekilde yapmıştır:
Madem Kur’an’ın bütün inceliklerine benzer bir kitap getiremiyorsunuz, o halde gelin sadece belagatına benzer bir kitap yazınız. Bunu yapınız ve Kur’an’ın davasını çürütünüz.
Bu meydan okumaya karşı da müşrikler sessizliğini bozamamış ve Kur’an’ın belagatına benzer bir kitap yazamamışlardır.
Bundan sonra Kur’an 5. mertebede şöyle meydan okumuştur:
Madem Kur’an’ın belagatına benzer bir kitap da getiremiyorsunuz, o halde, verdiği haberlerin doğru olmasını da sizlerden istemiyorum. Verdiği haberler yalan olsun, önemli değil, sadece belagatına benzese yeter. Bunu yapınız…
Müşrikler bu meydan okumaya karşı da çaresizce susunca, Kur’an 6. meydan okumasını yaptı:
Madem Kur’an’ın tamamına benzer bir kitap getiremiyorsunuz, öyleyse 10 suresi kadar bir kitap yazınız ve Kur’an’a benzetiniz.
Müşrikler 10 suresinin de benzerini getiremeyince, Kur’an 7. meydan okumasını yaptı:
Hadi madem 10 sureye benzer bir kitap yazamıyorsunuz, 10 sure olmasın, sadece bir suresine benzesin bu da yeter. Bunu yapınız ve Kur’an’ın davasını çürütünüz.
Müşrikler bunu da yapamadılar ve Kur’an’ın bir suresine benzer getiremediler. Bunun üzerine Kur’an 8. ve son meydan okumasını yaptı:
Madem uzun bir sureye benzer getiremediniz, o halde o sure uzun olmasın kısa olsun, kısa bir surenin benzerini getiriniz. Hiç değilse bunu yapınız. Zira bu dünyada haysiyet ve namusunuz, izzet ve dininiz, asabiyet ve şerefiniz, can ve malınız, dünya ve ahiretiniz bunu yapmakla kurtulabilir. Eğer bunu da yapamazsanız –ki yapamayacaksınız- o halde bilin ki, dünyada haysiyetsiz, namussuz, dinsiz, şerefsiz, zillet içinde yaşayacak, can ve malınız helakette mahvolup gidecek. Ahirette de Cehennemin ebedî hapsi ile mahkûm olup, putlarınız ile beraber ateşe odun olacaksınız…
Kur’an’ın bu meydan okumasına karşı da müşrikler sessizliklerini bozamadılar. Kur’an’ın davasını çürütmek için, kısa yol olan Kur’an’ın benzeri bir suresini yazamayıp, uzun ve tehlikeli olan, canların ve malların heder edildiği savaş yolunu tercih ettiler. Hâlbuki Kur’an’ın kısa bir suresinin benzerini yapabilselerdi, savaşa gerek kalmayacak ve Kur’an’ın davasını iptal edeceklerdi. Ama onlar savaşı tercih ettiler. İşte bu hal gösterir ki, kısa yol olan, Kur’an’ın benzerini getirmek mümkün değildir. Madem Kur’an’ın benzerini getirmek mümkün değildir, o halde Kur’an bir beşer sözü olamaz. Okuma- yazma bilmeyen bir beşerden asla sudur edemez.
Bu makamda şöyle bir soru akla gelebilir: Kur’an’ın 8 mertebede bu meydan okumasına karşı müşriklerin benzer bir kitap yazamadıklarını nereden bilelim. Belki de yazmışlardır.
Bu soruya karşı cevabımız şudur: Eğer onlar Kur’an’ın bir suresine benzer bir şey yazabilselerdi, elbette bu, âlemde şöhret bulacak ve Kur’an’ın davasını iptal etmek isteyen insanlar ona taraftar olacaktı. Hem nasıl ki onlar Kur’an’ın aleyhine zannettikleri her şeyi âleme neşretmişler, o halde bunu da neşredecekler ve bu da tarih ve siyer kitaplarına girecekti. Hâlbuki bütün tarih ver siyer kitapları araştırılsa, Kur’an’a benzer olarak yazılmış bir kitap, hatta kısa bir sure bile bulunamaz. İşte bu durum ispat eder ki, O asrın dâhi edipleri Kur’an’a benzer bir kitap yazmaktan aciz kalmışlardır.
Hatta bir edip, onların bu aczini şöyle ifade etmiştir: “Muarazayı bi-l huruf mümkün olmadı, muharabe-i bis-suyûfa mecbur oldular.” Yani “harfler ile karşı gelmek mümkün olmadığından, kılıçlar ile savaşmaya mecbur oldular.”
İşte Kur’an’ın 8 mertebede onlara meydan okuması, onların ise bu meydan okumaya karşı aciz kalmaları ve birkaç satır yazmak gibi kısa bir yolu bırakarak, uzun ve tehlikeli yol olan savaş yolunu tercih etmeleri ispat eder ki: Kur’an Allah’ın kelamıdır ve Onun sözüdür.
Güzel bir yazı Allah razı olsun
Thanks for this nice article. Keep it up. 🙂
Allah razı olsun. çok güzel ve ayrıntılı bir yazı olmuş. çok istifade ettim, sağolun.