Kur’an’da ki müteşâbihat, ayetler belagat kaidelerine zıt değil midir?
Müteşâbihat denildiğinde; Kur’an-ı Kerimin mecâzi manalara gelen ayetleri anlaşılır.
Başka bir ifadeyle; Kur’an-ı Kerimin yüksek ve derin hakikatlerinin anlaşılmasını kolaylaştırmak ve bu hakikatleri akıllara yakınlaştırmak için insanlarca bilinen üslup ile teşbihler, misaller ve benzetmeler ile hakikati tasvir etmektir. Müteşâbih ayetlerden bazıları şunlardır:
“Allah’ın eli onların eli üzerindedir.”
Bu ayette geçen “el” manasındaki “yed” kelimesi “Allah’ın yardımı” manasındadır. İnsanlar arasında yardım; el üstüne el koymakla ifade edildiğinden, ayette, onların alışık olduğu bir mecaz ile “Allah’ın yardımı” hakikati ifade edilmiştir.
Başka müteşâbih bir ayet:
“Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onun alnından tutmasın.”
Bu ayetteki “alnından tutma” hakikati de mecaz bir ifadedir. Bu ayetten anlaşılan asla Allah’ın maddî bir eli olduğu ve o el ile mahlûkların alnından tuttuğu değildir. Allah bunlardan münezzehtir. İnsanlar arasında “itaat ettirmek” alından tutmak ile ifade edildiğinden, Allah bu ayetinde her mahlûku emrine itaat ettirmesini ve hepsinin dizginlerinin kudret elinde olduğu hakikatini bir teşbih ve benzetme ile anlatmıştır.
Kur’an’da bu ayetler gibi birçok müteşâbih ayetler vardır. Allah Teâla bir çok hakikati mecaz yol ile, teşbihlerle anlatmıştır. Dilerseniz bunun sebeplerini ve niçin Kur’an’da müteşâbih ayetler olduğunu maddeler halinde inceleyelim:
Kur’an-ı Kerim tüm insanlığa inmiş onlara ilahi hakikatleri ders veren bir öğretmen gibidir. Ders halkasında oturanlar ise tüm insanlardır.
Malumdur ki bir öğretmen anlatacağı dersi sınıftaki anlayış seviyesi en düşük olan öğrencilerinde anlayacağı tarzda anlatmalıdır. Yoksa sadece zeki öğrencilerin anlayacağı şekilde anlatsa o zaman diğer öğrenciler o bilgilerden mahrum olacaktır bu ise öğretmen için bir kusurdur.
Aynen öylede Kur’an’ın ders halkasında oturan insanların ilim seviyeleri ve anlayışları bir değildir. Madem Kur’an tüm insanlık için indirilmiştir o halde bütün insanların anlayacağı tarzda bir üslupla konuşması ve bazen de hakikatleri daha anlaşılır bir hale getirmek için misaller ve teşbihlerde bulunması zaruridir.
Nasıl ki Peygamberimiz (s.a.v.) mucizelerinden ve özelliklerinden başka, fiil ve halleri ve tavırlarında beşeriyette kalıp, beşer gibi ilâhi adetlere ve yaratılış kanunlarına boğun eğmiş ve itaat etmiş. O da soğuk çeker, elem çeker ve bunlar gibi.
Her bir hali ve tavrında harikulâde bir vaziyet verilmemiş. Tâ ki ümmetine halleriyle îmam olsun, tavırlarıyla rehber olsun, umum hareketleriyle ders versin.
Eğer her tavrında harikulâde olsa idi, bizzat her cihetçe imam olamazdı. Herkese mürşit olamazdı. Bütün halleriyle “Rahmeten lil-âlemîn” (âlemler için rahmet) olamazdı.
Aynen öyle de: Kur’an-ı Hakîm Ehl-i şuura imamdır, cin ve insanlara mürşittir, Ehl-i kemâle rehberdir, Ehl-i hakikate muallimdir. Öyle ise, insanların konuşmaları ve üslûbu tarzında olmak zarurî ve kat’îdir.
Çünkü cin ve insanlar münacatını ondan alıyor, duasını on-dan öğreniyor, meselelerini onun lisanıyla zikrediyor, edeb-i muaşe-retini ondan öğreniyor ve bunlar gibi. Herkes onu kaynak yapıyor. Öyle ise, eğer Hazret-i Musa (a.s.) Tur-i Sina’da işittiği Kelâmullah tarzında olsa idi, beşer bunu dinlemekte, işitmekte tahammül edemezdi ve kendine rehber yapamazdı.
Hazret-i Musa Aleyhisselâm gibi bir Ulül-azm bir peygamber, ancak birkaç kelâmı işitmeye tahammül etmiştir.
İşte bu sebeplerden dolayı Kur’an, derin hakikatleri mecaz ifadeler ile bazen de misaller ve teşbihler ile anlatır.
Ancak bu ifadelerin hakikat ve gerçek olduğuna itikat etmemelidir ki, Allah’a cisim ve cihet isnadı gibi muhal şeylere sürüklenmesin. Ancak bu gibi ifadelere, hakikate geçmek için bir vesile nazarıyla bakılmalıdır.
Mesela, Cenab-ı Hakk’ın kâinatta olan tasarrufunun keyfiyeti, ancak bir sultanın, saltanatının tahtında yaptığı tasarrufla tasvir edilebilir.
Buna binaendir ki, “Rahman, arşa oturdu” buyrulmuş, Allah’ın kâinatta ki tasarrufu bir teşbih ile anlatılmıştır. İşte hissiyatı bu merkezde olan kimselere yapılan irşadlarda, avamın anlayışına riayet, hislerine hürmet etmek ve fikirlerine ve akıllarına göre yürümek lazımdır.
Nasıl ki, bir çocuk ile konuşan çocuklaşır ve çocuklar gibi çat-pat ederek konuşur ki, çocuk onu anlayabilsin. Aynen bunun gibi, Kur’an-ı Kerimin ince hakikatleri, insanların anlayışlarına göre anlatılmıştır. Bu anlatım, insanların zihinlerini hakikatten kaçırtmamak için ilâhi bir okşamadır.
Bunun için müteşâbihat denilen Kur’an-ı Kerim’in üslupları, hakikatlere geçmek için ve en derin incelikleri görmek için insanların gözüne bir dürbün veya numaralı bir gözlüktür.
Hem bu sırra binaendir ki, söz söyleme sanatının dâhileri, ince hakikatleri tasavvur ve dağınık manaları tasvir ve ifade için teşbih ve mecaza müracaat ediyorlar.