Mezhepler

Beşinci mâni: Şu zamanın ictihadı semavi değil, dünyevidir.

Beşinci mâni: Şu zamanın ictihadı semavi değil, dünyevidir.

Üç nokta-i nazar şu zamanın ictihadatını (ictihadlarını) arziye (dünyevi) yapar, semavilikten çıkarıyor. Hâlbuki şeriat semaviyedir (semaya aittir, yani vahiyle gelmiştir) ve ictihadat-ı şer’iye (şeriata ait ictihadlar) dahi onun (şeriatın) ahkâm-ı mestûresini (gizli hükümlerini) izhar ettiğinden semâviyedirler.

Üstad Hazretlerinin burada bahsettiği nükteyi şöyle izah edebiliriz:

Şeriat ve İslam’ın hükümleri semavidir, yani insan eseri olmayıp vahiyle gelmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) başta olmak üzere hiçbir beşerin müdahalesi yoktur. Bu hakikate Kur’an’da şöyle işaret edilir: “O (Kur’an) âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. O (Hz. Muhammed) bize isnaden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı elbette biz onu bundan dolayı kuvvetle yakalardık. Sonra da onun şah damarını keser atardık.” (Hakka 43-46)

Şeriat ve İslam’ın hükümleri semavi olduğu gibi, şeriatın gizli hükümlerini ortaya çıkaran ictihad da semavidir ve semavi olmalıdır. Yani ictihad yapan müctehid Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarını ortaya çıkarmaya azmetmeli ve o konudaki murad-ı İlahiyyenin ne olduğunu anlamaya çalışarak Allah’ın rızasının nerede olduğunu bulmaya çalışmalıdır. Yoksa nefsinin rahatını ve hevasının tatminini sağlayacak hükümleri çıkarmaya çalışmak nefisperestlik olup ictihad değildir.

İctihadın özü ve amacı, açıkça hükmü bildirilmemiş ve gizlenmiş meselelerde Cenab-ı Hakk’ın muradını, emir ve yasağının ne olduğunu anlamaya çalışmakla rıza-yı İlahiyyenin talebidir. Bu yüzden İslam dini semavi olduğu gibi, ictihad da semavidir.

Hâlbuki şu zamanda yapılan ictihadlar üç noktada semavi değil, dünyevidir. Yani ictihadda Cenab-ı Hakk’ın rızası ve muradı değil, nefsin rahatı esas yapılmaktadır. Amaç daha güzelini bulmak değil, daha kolayını bulmaktır. Hedef Allah’ın o meseledeki muradını ortaya çıkarmak değil, nefsin hevasını tatmin etmektir.

İctihadı semavilikten çıkarıp dünyevi yapan bu üç noktayı Bediüzzaman Hazretleri şöyle izah etmektedir:

Birincisi: Bir hükmün hikmeti ayrıdır, illeti (asıl sebebi) ayrıdır. Hikmet ve maslahat ise tercihe sebeptir; îcaba (vacip olmasına), icada medar (sebep) değildir. İllet ise vücuduna (varlığına) medardır.

Burada anlatılmak istenen ince nükte şudur: İslam’ın her hükmünün bir hikmet bir de illet ciheti vardır. Hikmet ciheti o emrin ve hükmün faydası ve menfaatidir. Mesela içkinin haram edilmesindeki hikmet aklı baştan alması, insanın maddi vücuduna zarar vermesi, israfa sebebi olması gibi şeylerdir. Ancak içkinin haram edilmesinin illeti yani hakiki sebebi bunlar değildir. Buradaki illet Cenab-ı Hakk’ın içkiyi haram kılmasıdır. İçki zarar verdiği için haram değil, Allah “haram” dediği için haramdır. Bir şeyde haramlığın ve helalliğin illeti yani sebebi Cenab-ı Hakk’ın öyle murad etmesi ve öylece emretmesidir. Hikmet ise o emirdeki menfaatler ve faydalardır.

Yine mesela domuz eti haramdır. Haram oluşunun sebebi Allah’ın haram demesi ve haramlığı cihetine hükmetmesidir. Hikmeti hakkında ise onlarca şey söylenebilir. Eğer hikmeti cihetinde söylenecek hiçbir söz olmasaydı hatta eti faydalı da olsaydı bu onu helal yapmazdı. Çünkü hükümler hikmetlere göre değil, illete göre şekil alır. İllet ise Cenab-ı Hakk’ın muradıdır ve hükmetmesidir.

Yine bu meseleyi şu misalle daha iyi kavrayabiliriz: Seferde namaz kısaltılır. Dört rekâtlık bir farz namaz iki rekât kılınır. Bu ruhsatın illeti yani sebebi Allah’ın seferde namazın kısaltılacağına hükmetmesidir. Hikmeti ise seferdeki meşakkattir ve zahmettir. Şimdi eğer sefer bulunsa meşakkat hiç olmasa namaz yine kısaltılır. Çünkü illet yani namazın kısaltılmasının hakiki sebebi olan sefer vardır. Fakat sefer bulunmasa yüz meşakkat bulunsa namazın kısaltılmasına illet olamaz ve zahmetten dolayı namaz kısaltılamaz.

Demek bir hükümde asıl olan illettir, yani Cenab-ı Hakk’ın emretmesidir. Hikmet asla hükmün sebebi olamaz. Sadece hükümdeki menfaatlerin ve faydaların anlaşılabilmesi için bu cihete bakılır.

İşte bu asırda bu hakikatin aksine olarak menfaat ve hikmet illet yerine konulup ona göre hükmediliyor. Allah’ın muradını bir kenara bırakıp hikmet ve menfaatlere göre hüküm veriliyor. Nefse faydası olan helal kabul edilip nefsin hoşuna gitmeyene haram deniliyor. Elbette böyle bir ictihad dünyevidir, semavi değildir. Bu yüzden de kıymeti yoktur.

İkincisi: Şu zamanın nazarı evvela ve bizzat saadet-i dünyeviyeye (dünya saadetine) bakıyor ve ahkâmları (hükümleri) ona tevcih ediyor. Hâlbuki şeriatın nazarı ise evvela ve bizzat saadet-i uhreviyeye (ahiret saadetine) bakar, ikinci derecede -ahirete vesile olmak dolayısıyla- dünyanın saadetine nazar eder. Demek şu zamanın nazarı ruh-u şeriattan yabanidir. Öyle ise şeriat namına ictihad edemez.

Üstad Hazretleri bu noktada şu cihete bakmıştır:

İslam ve şeriatın birinci hedefi ahiret saadetidir ve ilk önce ona bakar. Dünya saadetine ikinci derecede ve ahiret saadetine vesile olması sebebiyle bakar. Şu zamanın insanında ise ahiret saadeti ikinci derecededir. Bu asrın insanı evvela dünya saadetine bakar ve hükümleri bu saadetin teminine göre çıkartır. Bu yüzden de şu zamanın fikri ve nazarı şeriatın ve İslam’ın ruhuna yabanidir. Öyle ise şeriat namına ictihad yapamaz.

Üçüncüsü: اِنَّ الضَّرُورَاتِ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتِ kaidesi yani “Zaruret haramı helal derecesine getirir.”. İşte şu kaide ise külli (umumi) değil. Zaruret eğer haram yoluyla olmamış ise haramı helal etmeye sebebiyet verir. Yoksa sû-i ihtiyarıyla (iradesine kötüye kullanmakla) gayr-ı meşru sebeplerle zaruret olmuş ise haramı helal edemez, ruhsatlı ahkâmlara (hükümlere) medar (sebep) olamaz, özür teşkil edemez.

Üstad Hazretleri bu mâniyi eserinde uzunca izah etmiştir. O uzun kısmı eserin aslına havale ediyor ve meseleyi şöylece izah ediyoruz:

“Zaruretler haramı helal yapar.” bir kaidedir. Mesela içki haramdır, fakat susuzluktan ölmek ile karşı karşıya kalındığında içkiyi içmek helal olur.

Hem mesela domuz eti de haramdır, ama bir kişi açlıktan ölmek ile karşı karşıya kalsa, domuz etinden ölmeyecek kadar yiyebilir. O anda domuz etini yemek ona helal olur. Hatta böyle bir durumda yemeyip açlıktan ölürse bir haram işlemiş olur ve bundan mesuldür.

Hem yine kesildiğinde yenmesi helal olan hayvanlardan kendiliğinden ölenler leş hükmünde olup bunların yenmesi haramdır. Ancak bir insan açlıktan ölmek ile karşı karşıya kalsa ölmeyecek kadar bu leşten yiyebilir, hatta yemesi ona farzdır.

Ancak eğer zaruret kişinin su-i ihtiyarıyla meydana gelmişse yani iradesini şerde kullanarak o zarureti meydana getirmişse bu, zaruret kabul edilmez. Mesela bir adam iradesini şerde kullanarak içki içse ve sarhoş olup hanımını boşasa bu boşaması geçerlidir. Ya da bir cinayet işlese bundan dolayı ceza görür. Çünkü içkiyi iradesiyle içmiştir, neticesinden de mesuldür. Eğer içki içmeyip tedavi maksadıyla bir ilaç içse ve bu ilaç onu sarhoş yapıp sarhoş hâlde karısını boşasa ya da cinayet işlese bu hâlde özür sahibidir. Boşamak vaki olmaz ve cinayetten dolayı kısas edilmez.

Bu iki farklı hükmün sebebi şudur: Birinci durumda iradesiyle içki içmiş ve ihtiyarıyla sarhoş olmuştur. Bu hâlde yaptığı bütün tasarruflardan kendisi mesuldür. Tasarrufu bilerek yapması ya da bilmeden yapması arasında bir fark yoktur. Ama ikinci hâlde iradesini tedavi yolunda kullanmış ve ihtiyarıyla sarhoş olmamıştır. Belki ilacın etkisiyle sarhoş olmuştur ki, bu durumda iradesinin haricinde sarhoş olduğu için tasarrufları geçersizdir ve yaptıklarından mesul değildir.

Hem yine mesela bir içki müptelası zaruret derecesinde içkiye müptela olsa ve içmeden duramasa diyemez ki, “Bu bana zarurettir ve bana helaldir.” Çünkü bu duruma kendi iradesini şerde kullanarak düşmüştür.

O hâlde özetlersek: Eğer zaruret haram yolla olmamışsa haramı helal eder. Eğer haram yolla olmuş ve iradeyi kötüye kullanmakla vukua gelmişse haramı asla helal etmez.

İşte şu zamanda zaruret derecesine geçen ve insanları müptela eden çok şeyler vardır ki, iradeyi kötüye kullanmaktan, gayr-ı meşru meyillerden ve haram muamelelerden meydana geldiklerinden ruhsatlı hükümlere sebep olup haramı helal edemezler. Hâlbuki şu zamanın ictihad heveslileri gayr-i meşru meyillerden gelen zaruretleri şeriatın hükümlerine sebep yaptıklarından ictihadları dünyevidir, heveslerine göredir, felsefidir; asla semavi olamaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu