Her kim dertleri tek bir dert yaparsa Allah-u Teâlâ …
عَنِ ابْنِ عُمَرَ ، قَالَ رَسُولُ اللَّه صلى الله عليه و سلم مَنْ جَعَلَ الْهُمُومَ هَمًّا وَاحِدًا كَفَاهُ اللَّهُ مَا اَهَمَّهُ مِنْ اَمْرِ الدُّنْيَا وَ اْلآخِرَةِ ، وَ مَنْ تَشَاعَبَتْ بِهِ الْهُمُومُ لَمْ يُبَالِ اللَّهُ فِى اَىِّ اَوْدِيَةِ الدُّنْيَا هَلَكَ
Hz. İbn-i Ömer (r.a.)’den nakledilmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle dedi: “Her kim dertleri tek bir dert yaparsa Allah-u Teâlâ onun, dünya ve ahiret işlerinden dert ettiği her şeye kâfi gelir. Her kim de dertlerini çoğaltırsa Allah-u Teâlâ onun, dünya vadilerinden hangi vadide helak olduğuna aldırmaz.
Bu hadis-i şerif, Cenab-ı Hakk’ın himayesine girmenin yolunu göstermekte ve Allah-u Teâlâ’nın kuluna kâfi gelmesinin bir sebebini açıklamaktadır. Cenab-ı Mevla, rahmetinin hürmetine bu hadis-i şerifte tavsiye edilen ameli hayatımıza geçirmemizi nasip etsin! Şimdi, hadis-i şerifimizin izahına geçelim:
عَنِ ابْنِ عُمَرَ ، قَالَ رَسُولُ اللَّه صلى الله عليه و سلم Hadis-i şerifi Abdullah İbni Ömer Hazretleri (r.a.) nakletmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur.
مَنْ جَعَلَ الْهُمُومَ هَمًّا وَاحِدًا Her kim dertleri tek bir dert yaparsa… Yani her kim geçim derdini, istikbal endişesini, rızık telaşını, mal-mülk sahibi olma derdini ve bunlar gibi diğer bütün dünyevi dertleri bırakıp sadece Allah’ı razı etme meselesini kendine dert yaparsa; dünyadaki tek derdi, Cenab-ı Hakk’ın kendisinden hoşnut ve razı olması olursa,
كَفَاهُ اللَّهُ مَا اَهَمَّهُ مِنْ اَمْرِ الدُّنْيَا وَ اْلآخِرةِ Allah-u Teâlâ onun, dünya ve ahiret işlerinden dert ettiği her şeye kâfi gelir… Yani Allah-u Teâlâ onun, dünyevi bütün dertlerine derman yetiştirir. Bütün sıkıntılarını feraha çevirir. Bütün ihtiyaçlarını deruhte eder.
Değil mi ki o, bütün dünyevi dertlerini sırtının arkasına atıp sadece Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmayı kendine dert yaptı; değil mi ki o, bu dert ile uykularından vazgeçip karanlık gecelerde gözyaşı döktü. İşte Allah-u Teâlâ da onun bu derdi hürmetine diğer bütün dertlerine kefil oldu.
Ne mutlu, derdi sadece Allah olanlara! Ne mutlu, sadece Allah’ın rızasını tahsil için yaşayanlara! Onlar ne bahtiyar kullar ki, bütün gayret ve himmetlerini Cenab-ı Mevla’nın rızası ve hoşnutluğunu kazanmaya hasretmişler. Ondan başka hiçbir şeyi düşünmemişler ve onun rızası için dünya lezzetlerinden ve hayatlarından vazgeçmişler! Ne mutlu onlara…
Evet, Baki-i Hakiki’nin muhabbet, marifet ve rızası yolunda bir saniye, bir senedir. Eğer O’nun yolunda olmazsa, bir sene, bir saniyedir. Belki O’nun yolunda bir saniye, ölümsüzdür, çok senelerdir. Ve dünya cihetinde ehl-i gafletin yüz senesi bir saniye hükmüne geçer…
Hadis-i şerifin devamında ise bütün gayret ve himmetleri, sadece bu fâni ve geçici dünya olanlardan bahsedilmekte ve onları bekleyen acı neticeden haber verilmektedir. Şöyle ki:
وَ مَنْ تَشَاعَبَتْ بِهِ الْهُمُومُ Ve her kim de dertlerini çeşit çeşit yapar ve çoğaltırsa… Yani Allah’ın kendisinden razı ve hoşnut olması meselesini bir kenara bırakıp sadece dünyevi meselelerle uğraşırsa; dünyanın fâni ve geçici işlerini kendine dert yapar ve Allah’ı unutursa,
لَمْ يُبَالِ اللَّهُ فِى اَىِّ اَوْدِيَةِ الدُّنْيَا هَلَكَ Allah-u Teâlâ onun, dünya vadilerinden hangi vadide helak olduğuna aldırmaz… Yani Allah-u Teâlâ onun yardımına koşmaz, dert ettiği şeylerle onu baş başa bırakır, dünyevi sıkıntıları içinde boğulmasına müsaade eder.
Demek, Cenab- Hakk’ın yardımını celbetmenin ve kifayeti altına girmenin yolu; bütün dünyevi dertleri kalben terk edip, tek derdi Cenab-ı Hakk’ın rızası yapmaktır. Eğer Cenab-ı Hakk’ın rızası bizim için üçüncü, beşinci, onuncu sırada olursa biz de Cenab-ı Hakk’ın katında o sırada oluruz.
Cenab-ı Hak, rızasını bizim için her şeyden daha kıymetli yapsın! Onun rızası yolunda her meşakkate katlanmayı ve sadece O’nun rızasını kazanmak için yaşamayı nasip etsin!
Bu hadis dersimizi, Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin bu makama uygun bir beyanı ile tamamlıyoruz:
وَحْدَهُ (Allah birdir): Şu kelimede şifalı, saadetli bir müjde vardır. Şöyle ki: Kâinatın ekser envâıyla alâkadar ve o alâkadarlık yüzünden perişan ve keşmekeş içinde boğulmak derecesine gelen ruh-u beşer ve kalb-i insan, وَحْدَه kelimesinde bir melce, bir halâskâr bulur ki; onu bütün o keşmekeşten, o perişaniyetten kurtarır. Yani وَحْدَهُ manen der: Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. Onlara tezellül edip minnet çekme. Onlara temellük edip boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir. Her şey O’nun emriyle halledilir. O’nu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun…
Ey insan! Sen kendini, kendine malik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatını yerine getiremezsin. Öyle ise, beyhude ızdıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasınındır. O Malik hem kadirdir, hem rahimdir. Kudretine istinad et; rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, sefayı bul.
Hem der ki: Manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadir-i Rahim’in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. Ona bırak; cefasını değil, sefasını çek. O hem hâkimdir, hem rahimdir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi: “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler.” de, pencerelerden seyret, içlerine girme! (20. Mektup)