Mezhepler

Bir mezhebe bağlanmayı emreden ayetler – 7

A- Meseleye hiç bu açıdan bakmamıştım. İtiraf edeyim, sorularına verecek cevap bulamıyorum. Ama bu kadarla fikrimden vazgeçip bir mezhebe girecek de değilim. Bana gösterecek başka ayetlerin var mı?

B- Elbette var, sana beş ayet-i kerime daha göstereceğim. Ama şu noktaya tekrar dikkat çekmek istiyorum: Bizler bu ayetler mezhepler hakkında inmiştir demiyoruz. Dediğimiz şey şudur: Kur’an’ın düsturları külli ve kapsamlıdır. Bu düsturları hayatımızın her anında kendimize rehber yapmak ve meselelerimizi bu düsturlarla çözmek zorundayız. Bizim Kur’an’da aradığımız şey Kur’an’ın külli düsturlarına bakarak mezhepler meselesinde nasıl bir yol takip etmemiz gerektiğidir. Bu noktayı kaçırmadan ayetlere yapılan izahları dinlemelisin.

A- Tamam, bu noktayı hep aklımda tutacağım.

B- O hâlde şimdi diğer ayetlerin kapısını çalalım ve mezhepler meselesinden nasıl bir yol takip etmemiz gerektiğini ayetlerin külli düsturlarından çıkaralım.

BİRİNCİ AYET-İ KERİME

“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl sahibi olanlar anlar.” (Zümer 9)

Bu ayetin açık ve net beyanıyla bilenler ile bilmeyenler bir değildir. Madem bilenler ile bilmeyenler bir değildir, o hâlde cevaplandırılması gereken soru şudur: Fıkıh ilmini kimler biliyor ve bu ilmi kimler bilmiyor?

Daha önce izah ettiğimiz gibi, fıkıh ilmini bilenler yedi mertebe olup sadece ilk üç mertebedekiler ictihad yapabilmekte ve fetva verebilmektedir. Bu üç mertebeden de üçüncü mertebede olanlar sadece mezhep imamının ictihad yapmadığı meselelerde ictihad yapabilmekte ve diğer meselelerde mezhep imamının tabi olmaktadır. Demek mutlak ictihad yapabilenler sadece birinci ve ikinci tabakada olan fakihlerdir. Hatta ikinci tabakada olanlar da ictihad yapmanın usul ve kaidelerini koyamamış, ictihadın usul ve kaidelerinde kendi mezhep imamlarını taklit ederek o usul ve kaidelerin dışına çıkamamışlardır.

Hâl böyle iken ve ayetin ifadesiyle, bilenler ile bilmeyenler bir olamazken, hatta asırlarını aydınlatmış olan İmam-ı Gazaliler, İmam-ı Rabbaniler, Celaleddin-i Suyutiler bile ilk üç mertebedeki müctehidlere kıyasla “bilmeyen” olurken bu zamanın sözde âlimlerinin ne olacağını siz kıyas edin!

Fıkıh ilmini dört delilden fetva çıkarma mertebesinde bilenler sadece müctehid-i fi-ş şer, müctehid-i fi-l mezheb ve müctehid-i fi-l mesele mertebesinde olan âlimlerdir. Bu tabakada olmayan bütün âlimler bunlara kıyasla fıkıh ilmini bilmeyenlerdir. Ve bu tabakalarda bir âlim hicri 4. asırdan beri yetişmemiştir. Herhâlde yeni ictihadlara ihtiyaç yoktur ki, Cenab-ı Hakk bu mertebede olan âlimleri göndermemiştir. Demek bu zamandaki bir âlim ne kadar da derin bir âlim olsa bu üç tabakadaki müctehidlere kıyasla cahildir ve âmîdir.

Sözün özü: Madem ayetin ifadesiyle bilen ile bilmeyen bir değildir. Ve madem bu ümmetin âlimlerinin ittifakıyla dört delilden hüküm çıkarma işi sadece ilk üç basamaktaki müctehidler için söz konusudur. O hâlde şu iki ihtimalden birini kabul etmemiz gerekir:

  1. Bu zamandaki mezhepsizler ilk üç tabakadaki fıkıh âlimlerinin mertebesindedir. Yani İmam-ı Gazali ve İmam-ı Rabbanilerin giremediği bu mertebeye bunlar girmiştir. Buna ise kargalar bile güler!
  2. Bu zamandaki mezhepsizler hadlerini aşmış birer mütecavizdir. Fıkıh ilminin yedinci tabakasında bile olmadıkları hâlde kendilerini ilk üç tabakadaki âlimlere eş tutmuşlar ve aldanmışlar ve aldatmışlardır. Doğru şık budur. Ve bundan başka bir şık da yoktur!

Hem şunu da çok merak ediyorum: Acaba bu zamandaki ictihad heveslileri ictihad yaparken hadislere müracaat etmeyecekler mi?  Eğer edeceklerse ki, etmek zorundalar. Zira birçok meselenin hükmü hadislerde açıklanmıştır. O hâlde müracaat edecekleri bu hadis kitapları Ahmed İbni Hanbel’in Müsned’i, İmam-ı Malik’in Muvatta’sı ya da diğer mezhep imamlarının derledikleri hadis kitapları değil midir? Yani hadis ilmini, kendilerini inkâr ettikleri ve onlardan daha üstün olduklarını iddia ettikleri mezhep imamlarının eserlerinden öğrenmeyecekler mi yoksa direk zaman ve mekânları aşıp hadisleri Sahabelerden mi soracaklar?

Ne kadar ilginçtir ki, Efendimizin (s.a.v.) hadislerini öğrenmek için bu zatların kitaplarına müracaat ediyorlar, yani onların kitaplarını okuyarak bu zatları üstad kabul ediyor, rahlesinde oturuyorlar; sonra da onlarla yarışa giriyor ve onları inkâr ediyorlar!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu