35. Bölüm: Abdülaziz Bayındır’a cevap
Abdülaziz Bayındır: Bizde yanlışlık şefaat kelimesini kurtarıcılık anlamına almaktır. Şefaatin manası, cehenneme giren büyük günah işlemiş birini cezasını çektikten sonra yanına almaktır.
Mustafa İslamoğlu şefaati inkar ediyor. Mehmet Okuyan ise şefaati cennette makamın katlanması olarak kabul ediyor. Yine bu sözler bir derece cevaba layık. Çünkü bu sözlerin tarihte sahipleri gözükmüş.
Aslında biz Mustafa İslamoğlu’na cevap verirken aynı zamanda Haricilere cevap veriyoruz. Çünkü şefaati inkar edenler Haricilerdir.
Yine Mehmet Okuyan’a cevap verirken, aynı anda Mutezileye cevap veriyoruz. Çünkü Mehmet Okuyan’ın söylediği sözün asıl sahibi Muteziledir.
Abdülaziz Bayındır ise çok özel birisi. Baksanıza, kimsenin söylemediğini söylüyor. Yani on dört asırdır, Ehl-i bid’a denilen sapık görüşler dahil, hiç kimsenin bulamadığını o bulmuş; şefaat, cehennemden çıktıktan sonra cennette birinin yanına sığınmakmış. Vay be!.. Bravo sana… Sen ne kadar zekisin ya… On dört asırdır kimsenin bulamadığını sen bulmuşsun. Demek on dört asır bu şefaat hep yanlış anlaşılmış. İyi ki sen varsın, geldin ve bizi kurtardın…
Kardeşlerim, Bayındır’ın bu sözüne karşı söyleyecek başka bir söz bulamıyorum? Bu söze hangi ilmi cevabı verelim?!. Bakın hazret diyor ki:
1. Mahşer meydanında şefaat yokmuş.
2. Cehennemde de şefaat yokmuş.
Peki şefaat nerdeymiş? Hazrete göre şefaat, kişi cehennemde günahları kadar ceza çekermiş, sonra cehennemden çıkar ve cennete girermiş. Cennet ehlinden birisi de onu yanına alırmış. İşte bu yanına almak şefaatmiş.
Şimdi ben Bayındır’a soruyorum:
– Cehennemden çıkıp cennete giren kişiye Allah cennette yer vermiyor mu ki, o başka birisinin yanına sığınıyor?
Yani şöyle mi oluyor: Kişi cehennemden çıkıyor ve cennete giriyor. Ama cennette her yer parsellenmiş. Bu kişiye hiç yer yok. Allah da bu kişiye yer ayırmamış. Şimdi bu kişi nerde kalacak?!. Cennet ehlinden birisi bu kişiye diyor ki: “Gel, şu benim evin yanında küçük bir ev yap, şimdilik burada idare et…” Bu durumda, cennet ehli olan kişi onu yanına aldığı için ona şefaat etmiş oluyor?!. Şefaat bu mu yani?
Ey Abdülaziz Bayındır, sen cenneti böyle mi tahayyül ediyorsun? Aslında hayret ettiğim şey, senin bu fikre sahip olman değil; hayret ettiğim şey, senin bu sözlerini kabul edip senin peşinden giden insanlar. Yani azıcık düşünen bir insan, senin bu şefaat tanımını nasıl kabul eder?..
Eğer Bayındır’ın has müritlerinden, “Şefaat niye böyle olmasın?” diyen varsa, olamayacağını hemen ispat edelim. Kur’an’da şefaatin geçtiği birkaç ayete bakalım ve şefaat kelimesine “Cennette yanına almak” manasını verelim. Bakalım, meal ne olacak?
Mesela, Necm suresi 26. ayette şöyle buyrulur:
“Göklerde nice melek vardır ki, Allah’ın dileyip razı olduğuna izin vermeden önce onların şefaatleri hiçbir fayda vermez.”
Şimdi ayetteki “şefaat” kelimesine Bayındır’ın manası olan “cennette yanına alma” manasını verelim. Bakalım mana oturacak mı?
“Göklerde nice melek vardır ki, Allah’ın dileyip razı olduğuna izin vermeden önce onların yanlarına almaları hiçbir fayda vermez.”
Bu mana oturdu mu? Yoksa meleklerde mi cehennemden çıkanları yanlarına alacaklar?
Başka bir ayete bakalım: Meryem suresi 86. ayette şöyle buyrulur:
“Suçluları susuz olarak cehenneme süreceğiz. (O gün) Rahman’ın katında bir söz almış olan kimseden başkasına şefaat edilmez.”
Şimdi ayetteki “şefaat” kelimesine “cennette yanına alma” manasını verelim. Bakalım mana oturacak mı?
“(O gün) Rahman’ın katında bir söz almış olan kimseden başkası yanına alınmaz.”
Bu mana oturdu mu?
Başka bir ayete bakalım: Taha suresi 109. ayette şöyle buyrulur:
“O gün, Rahman’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasına şefaat fayda vermez.”
Şimdi ayetteki “şefaat” kelimesine “cennette yanına alma” manasını verelim. Bakalım mana oturacak mı?
“O gün, Rahman’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasına yanına almak fayda vermez.”
Bu mana oldu mu?
Dilerseniz bir de hadis-i şerife bakalım. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
شَفَاعَتِى لِأَهْلِ الْكَبَائِرِ مِنْ أُمَّتِى Şefaatim ümmetimden büyük günah sahipleri içindir. (Tirmizi, Kıyame:11; İbni Mâce, Zühd:26; Ahmed İ. Hanbel, 3/113)
Bu hadisin manası: “Yanıma almam, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.” şeklinde midir? Bu mana oturuyor mu?…
Sözü uzatmamak için daha başka örnek vermiyorum. Şefaat kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da otuz bir defa geçiyor. Açın bu ayetleri, şefaat kelimesine “cennette yanına alma” manasını verin. Bakın bakalım, ayet bir mana ifade edecek mi?
Şimdi aklınıza şu soru geliyordur: Peki Abdülaziz Bayındır bunu nerden çıkardı?
Cevabını vereyim: Nefsinden çıkardı. Ama maalesef, nefsinin sözlerini dinleyecek ve kabul edecek çok da kişi buldu.
Ama ilmin kaybolduğu bu asırda insanları kandırmak kolaydır. Kişinin elinde doğru bilgi yok ki, muhatabının sözünü mihenk taşına vurabilsin, onu bir süzgeçten geçirebilsin. İş böyle olunca, kim önüne Kur’an’ı alıp konuşsa, “Dediği doğru mudur, değil midir?” buna bakılmaksızın, hemen taraftar buluyor.
Ancak bilinsin ki, her batılın peşinden koşan mesuldür. Dünyanın en gereksiz meselelerini öğreneceğine, dinini öğrenseydi; fani işlere ayırdığı zamanın onda birini dinini öğrenmeye ayırsaydı. Lakin böyle yapmadı, imanına kıymet vermedi, itikadının delillerini öğrenmeye çalışmadı, Ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarını okumadı; sonra da bir hırsız geldi, imanını ve itikadını çalıverdi…
Maalesef, ahir zamanda yaşıyoruz, iman hırsızlarının en çok olduğu zamanda. Cenab-ı Hak bizi ve sizi bu hırsızların şerlerinden muhafaza etsin.
Kardeşlerim, Abdülaziz Bayındır’ın şefaate dair Birinci sözünün tahlilini burada noktalayalım ve şimdi İkinci sözünün tahliline geçelim.