32. Bölüm: Mehmet Okuyan’a cevap
Mehmet Okuyan’ın tahlilini yapacağımız İkinci sözü şu:
Mehmet Okuyan: Din gününün sahibi sadece Allah’tır. Ve o gün Rabbinizin hiçbir danışmanı yoktur. Dolayısıyla buradan hiçbir kimse Allah’a orada kiminle ne karar vereceğinin dersini veremez.
İnsan bu kişilerin sözlerini işitince söyleyecek söz bulamıyor. Yani öyle saçmalıyorlar ki, sözlerinin neresine cevap vereceksiniz…
Şimdi Mehmet Okuyan diyor ki: Din gününün sahibi Allah’tır… Tamam doğru, Din gününün sahibi Allah’tır, buna itirazımız yok.
Sonra diyor ki: “Rabbimizin hiçbir danışmanı yoktur. Kimse Allah’a ne karar vereceğinin dersini veremez.”
– Ya biz, Rabbimizin danışmanı vardır mı dedik? Ya da şefaate böyle danışmanlık manası mı yükledik?
Eserimizin başında şefaati şöyle tarif etmiştik:
Şefaat: Bir kimsenin suçunu affettirmek ve kendisinden cezayı kaldırmak için, o kişi hakkında Allah’a yapılan bir duadır ve niyazdır. Bu tarif, Ehl-i sünnet alimlerinin yaptığı tariftir.
Ey Mehmet Okuyan! Sen bu tarifin neresinden danışmanlık manasını çıkarıyorsun? Hangi Ehl-i sünnet alimi şefaati, Allah’ın bunu affedelim mi affetmeyelim mi diye kullarına danışması olarak tarif etmiş de sen bu tanımı onlara yamıyorsun? Ehl-i sünnet alimlerinden kimsenin söylemediği bir sözü, sanki onlar söylemiş gibi söylüyor, sonra da “Bu olur mu canım?”diyorsun. Senin yaptığına cerbeze, yani aldatma denir.
Önce vicdanların kabul etmeyeceği bir tarif yapıyor ve şefaate danışmanlık diyorsun. Sonra da o tarif üzerinden şefaati inkar ettiriyorsun. Yani önce diyorsun ki: “Allah’ın danışmanı olur mu?” Seni dinleyen vicdan sahipleri de “Olmaz tabi.” diyorlar. Sonra da şefaati danışmanlığa benzeterek “O zaman şefaat yoktur.” diyorsun.
Şimdi karşındaki “Şefaat vardır.” dese, “Allah’a danışman mı atadın?” diyeceksin. İyi de şefaati kim danışmanlık olarak tarif etmiş ve şefaati danışmanlığa benzetmiş. Şefaat, bir dua ve niyazdan ibarettir. Allah’ın o kulu affetmesi için yapılan bir duadır. Allah bu duayı kabul ederse “Falan kul, falan kula şefaat etti.” denilir. Eğer bu duayı kabul etmezse “Falan kula şefaat etmek istedi, ancak şefaati kabul edilmedi.” denilir. Dolayısıyla Allah dilemedikçe kimse kimseye şefaatçi olamayacaktır.
Bunun danışmanlıkla ya da -haşa- Allah’a ders vermekle ne alakası var? Bir kulun affı için Allah’a dua etmek, Allah’a ders vermek midir? Halbuki bizler her namazımızda ربنا اغفرلى duasını okuyarak hem anne-babamız için, hem de bütün müminlerin affı için Allah’a dua ediyoruz. Şimdi biz -haşa- Allah’a ders mi vermiş oluyoruz?… Bu nasıl bir mantıktır…
Ey Mehmet Okuyan, şimdi sana başka bir soru soracağım: Sen diyorsun ki: “Şefaat Cennette derecelerin katlanmasıdır.” Bu sözünün izahını bir önceki derste yaptığımızdan sözün izahına girmeyeceğiz. Sadece şunu sormak istiyorum: Sana göre şefaat, cennette derecelerin katlanması için Allah’a yapılan istektir.
İyi de senin mantığına göre bu da danışmanlık ve Allah’a ders vermek olmaz mı? Neticede Allah o kişiye Cennette bir makam takdir etmiş. Bundan sonra Allah’a o kişinin derecesinin artırılması için istekte bulunmak yine senin mantığına göre Allah’a ders vermek ve danışmanlık manasına gelecektir. Günahların affı için olan şefaat ile bunun ne farkı var?
Demek sana göre, cennette derecelerin artırılması için danışmanlık yapmak ve –haşa- Allah’a ders vermek caiz, ama günahların affı için bunu yapmak caiz değil. Ben sana ne diyeyim Mehmet Okuyan, işte sözlerinde bu kadar çelişkin var.
Kardeşlerim, herhalde Okuyan’ın sözünün haktan ve hakikatten ne kadar uzak olduğu anlaşılmıştır. Meseleyi daha fazla uzatıp söz israfı yapmayalım ve şimdi Mehmet Okuyan’ın şefaat hakkındaki Üçüncü sözüne geçelim.