1. İmam-i Âzam ve İmam Âlusi Hazretleri gerçekten tevessülü inkar etmiş midir?
Eserimizin bu bölümüne kadar, tevessülü hem ayet-i kerimelerle hem hadis-i şeriflerle hem sahabe uygulamalarıyla hem de alimlerinin bu konudaki ittifakını beyanla ispat ettik. Eserin bundan sonraki kısmında, tevessülü inkar edenlerin sözlerine cevap vereceğiz.
Cevabını vereceğimiz Birinci Sözleri şu:
Onlar diyorlar ki: “İmam Azam Hazretleri tevessülü mekruh görmüştür. Yine İmam Alusi Hazretleri de tevessülü caiz görmemiştir. Bu iki büyük İmamın tevessülü caiz görmemesi, tevessülün caiz olmaması için kâfi bir delildir.”
İşte onlar böyle diyorlar. Onlara göre hem İmam-ı Azam Hazretleri hem de İmam Alusi Hazretleri tevessülü çirkin görmüş. Onların bu sözlerine cevap verdiğimizde, onların hakikatleri gizledikleri ve delil göstermedeki acizlikleri ayan-beyan ortaya çıkacaktır. Çünkü mesele, hiç de onların dediği gibi değildir. Dilerseniz önce meseleyi izah edelim, sonra, konuyu nasıl çarpıttıkları üzerinde konuşalım:
Önce İmam-ı Azam Hazretlerinin böyle bir sözü var mıdır, ona bakalım. Evet, İmam-ı Azam Hazretleri şöyle der:
“Dua eden kimsenin, ‘Filanın hakkı için veya nebilerin ve resullerin hakkı için, veya Beytü-l Haram’ın ve Meş’ari’l-Haram’ın hakkı için senden istiyorum.’ demesi mekruhtur.”
Demek İmamı Azam Hazretleri, “hakkı için” denilerek yapılan duaya mekruh görmüştür. İyi ama, bunun sebebi nedir? Niçin “hakkı için” denilerek yapılan duayı mekruh kabul etmiştir?
Bunun sebebi, İmam Azam Hazretlerinin Mutezile mezhebini reddetme niyetidir. Zira Mutezileye göre, bir kişinin yaptığı hayırlı bir işten dolayı, Allah’ın o kişiye sevap vermesi vaciptir. Mutezile, mükafat vermeyi Allah’a vacip görür.
İşte İmam Azam Hazretleri, Mutezilenin bu görüşüne reddiye olarak, “hakkı için” denilmesini mekruh görmüştür. Zira hiçbir mahlukun Allah üzerinde bir hakkı yoktur.
Ama İmamı Azam Hazretlerine göre, “hürmetine veya hatırına” denilerek istemek caizdir. Yine “hakkı için” derken,“hürmetine” manası kastediliyorsa, bu da caizdir.
Demek İmam-ı Azam Hazretleri tevessülü reddetmiyor, sadece Mutezilenin, “İyiliğe karşı Allah’ın mükafat vermesi vaciptir.” sözüne reddiye olarak, Allah’a hiçbir şey vacip değildir, hiçbir varlığın Allah üzerinde bir hakkı olamaz diyor. Ve Mutezilenin bu yanlış görüşünü vehmettirebilir zannıyla, tevessülde “hakkı için” demeyin, “hürmetine” deyin diyor. Ve yine diyor ki, ameller niyete göredir, eğer “hakkı için” derken, “hürmetine” manasını kastediyorsanız, bu da caizdir.
Yaptığımız bu izahın aynısını Hanefi alimlerinden Aliyyü’l-Kari Hazretleri yapar ve “Fethu’l-babi’l inaye” isimli eserinde şöyle der:
“İmam-ı Azam’ın, ‘hakkı için’ sözüne mekruh demesi, ‘hak’ sözüne vaciplik ve mecburiyet manası yüklendiği takdirdedir. Zira vaciplik ve mecburiyet manasında, hiç kimsenin Allah üzerinde bir hakkı yoktur. Eğer ‘hakkı için’ sözü, ‘hürmet’ manasında olursa bunu kullanmak caizdir.” (Fethu’l-babi’l inaye, II, 30)
Aliyyü’l-Kari Hazretleri böyle derken, aynı izahı İbni Abidin Hazretleri de yapmıştır. Hanefi uleması, İmam-ı Azam’ın sözünü bu şekilde izah etmiştir. Bir Hanefi’ye düşen, mezhep imamının sözünü, Hanefi mezhebin alimlerinin izah ettiği şekilde anlamaktır; yoksa mezhepsizlerin izah ettiği gibi anlamak değildir.
Sözün özü, İmam-ı Azam Hazretleri tevessülü değil; mecburiyet manasına atfedilen “hakkı için” sözünü kerih görmüştür. “Hatırı ve hürmeti” kastıyla yapılan duayı ya da “hakkı için” derken, hürmetin kastedildiği duayı caiz görmüştür.
Şimdi gördünüz mü, bu mezhepsizler sözleri nasıl çarpıtıyor, alimlere nasıl iftira ediyor ve hakikatlerin üzerini nasıl örtüyor.
Eğer yaptığımız bu izahı bilmiyorsanız, onların iftira olan sözlerini doğru kabul eder ve: “Vay be!.. İmam-ı Azam da tevessüle caiz değil, demiş.” dersiniz. Halbuki gördüğünüz gibi, İmam-ı Azam Hazretleri başka bir şeyden bahsediyor ve Mutezileye reddiye yapıyor.
Bu izahla iki şey öğrenmiş olmalıyız.
1. İmam-ı Azam Hazretlerinin tevessülü caiz gördüğünü,
2. Bu mezhepsizlerin, sözlerini ispatlayabilmek için her türlü yalanı söyleyebileceğini…
Bu iki maddeyi de iyi kavrayalım ki, onların her sözüne itimat etmeyelim.
Şimdi de İmam Alusi Hazretlerinin tevessülü kabul etmediği sözlerine geçelim. Bakalım, o ne demiş?
İmam Alusi Hazretleri, “Ruhu’l-Beyan” isimli eserinde, Peygamber Efendimiz (asm)’in zatı ve makamı ile tevessül edilebileceğini beyan ediyor. (Alusi, Ruhul Beyan, VI, 128)
Yine aynı eserde, Allah katında üstün bir yeri olduğu kesin bilinen kimseyle de tevessül edilebileceğini söylüyor. Yani İmam Alusi’ye göre, “dostlarının hatırına” denilebilir, ancak “dostun Ahmed Efendi hatırına” denilemez. Çünkü Ahmed Efendinin Allah katında rütbesi var mı yok mu bilinmiyor. Bu yüzden onunla tevessül, Allah’a karşı bir cürettir.
İşte İmam Alusi Hazretleri böyle diyor. O’na şöyle cevap verilebilir:
“Burada hüsnüzan asıldır. Müminin cenaze namazında mümine şahitlik etmesi de bu hüsnüzanna binaendir. En fazla, olsa olsa kişi yanılmış olur, yanılmış olsa da bir zarar yoktur ve endişe yersizdir.”
Gördüğünüz gibi, İmam Alusi Hazretleri tevessülü inkar etmiyor, Allah katında makamı belli olmayan kişiyle tevessülü reddediyor. Bunun da cevabını verdik.
Yine İmam Alusi Hazretleri, “Ruhu’l-Beyan” isimli eserinde şöyle demektedir:
“Allah Teala, bazen dostlarından dilediklerine, ölmeden önce olduğu gibi, öldükten sonra da dilediği kerameti verir. Allah Teala hastayı iyileştirir, boğulmakta olanı kurtarır, düşmana karşı yardım eder, yağmuru yağdırır ve bunu o kula keramet olarak verir.” (Ruhu’l-Meani, VI, 128)
İşte İmam Alusi Hazretleri böyle diyor. Hani İmam Alusi tevessülü inkar ediyordu. Bu yaptığımız nakiller, Hazretin kendi eserinden yapıldı. Ne dediği ayan beyan bellidir. Eğer İmam Alusi Hazretlerinin tevessülü reddettiğine dair bir sözü varsa, muhtemelen bunun manası; Allah hatıra getirilmeksizin ve yapılan yardımın Allah’tan değil de kuldan bilindiği tevessüldür. Zaten böyle bir tevessül, diğer alimlere göre de caiz değildir. Bu bahsi, bir sonraki derste detaylı bir şekilde işleyeceğiz. Bu yüzden bu bahsi burada açmıyoruz.
Sözün özü, ne İmam-ı Azam Hazretleri ne İmam Alusi Hazretleri ve ne de İbni Teymiye’ye kadar yedi asır boyunca hiçbir alim, tevessülü reddetmemiş ve caizliği konusunda en ufak bir tereddüt oluşmamıştır. Selefin hiçbir kitabında, tevessülün caiz olmadığına dair bir beyan bulamazsınız.
Dilerseniz, sözü daha faza uzatmayalım ve Birinci Sorunun cevabına burada noktayı koyarak İkinci Meseleye geçelim.