Firavuna gelen musibetler
“Andolsun ki biz, Firavun ve çevresini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.” (Araf Suresi: 130)
“Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler olarak üzerlerine tufan, çekirge, haşerat, kurbağa ve kan gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular. (Araf Suresi: 133)
Kur’an’ın bu ve benzeri ayet-i kerimeleri, Firavun ve çevresine gelen musibetlerden haber vermekte; onlara gönderilen kıtlık, tufan, çekirge, kurbağa ve kan musibetlerinden bahsetmektedir. Şöyle ki: Cenab-ı Hak, inkârda ısrar eden Firavun’un kavmine ilk önce şiddetli bir yağmur göndermiştir. Bu yağmur 8 gün 8 gece devam etmiş, kimse dışarı çıkamamış ve Nil nehrinin taşmasıyla seller meydana gelip evleri, ekinleri ve hayvanları telef etmiştir. Bu musibet karşısında Firavun’un adamları Hz. Musa’ya gelerek: “Rabbine dua et. Bu belayı başımızdan kaldırsın da sana iman edelim.” demişlerdir. Hz. Musa da dua etmiş ve duasının bereketiyle tufan sona ermiştir.
Ancak onlar yine iman etmediler ve inkârlarında ısrar ettiler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, bir ayet ve mucize olarak onlara çekirge musibetini gönderdi. Ekin ve meyve bahçelerini yiyen çekirge sürüleri evlerin tavanına ve elbiselerin içlerine kadar ulaştı. Bu durum karşısında onlar yine Hz. Musa’ya gelerek dua etmesini ve bu musibeti kaldırmasını istediler ve bunu yaparsa O’na iman edeceklerini söylediler. Hz. Musa bunun üzerine tekrar dua etti ve duasının bereketiyle bir rüzgâr gelip çekirgeleri nehre döktü. Ancak kalpleri körelmiş Firavun ve çevresi bu mucizeye karşı da iman etmediler ve sözlerinde durmadılar.
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ onların üzerine haşerat musibetini gönderdi. Gönderilen haşerat, çekirgelerden arta kalan ekinleri yediler ve elbiselerine girerek kanlarını emdiler. Buna karşı onlar üçüncü kez Hz. Musa’ya gelerek yine dua etmesini ve bu musibeti kaldırmasını istediler ve bunu yaparsa iman edeceklerini söylediler. Hz. Musa yine dua etti ve Allah-u Teâlâ duasını kabul ederek haşeratı yok etti. Ancak Firavun ve çevresi yine iman etmediler ve Hz. Musa’ya: “Sen bir sihirbazsın. Sihrinle bunları yapıyorsun.” dediler.
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ onların üzerine kurbağaları yağdırdı. Kurbağalar o kadar çoktu ki, yerleri yurtları kurbağalar ile dolmuştu. Kurbağalardan bir türlü kurtulamayan Firavun ve çevresi yine kurtuluş çaresini Hz. Musa’ya gelmekte buldular ve ona gelerek dua etmesini ve bu kurbağaların yok olmasını istediler. Buna karşı, “Bu sefer muhakkak iman edeceğiz.” diye söz verdiler.
Hz. Musa yine dua etti ve duasının bereketiyle bir yağmur yağarak bütün kurbağalar denize döküldü. Lakin onlar yine iman etmediler ve azgınlıklarına devam ettiler. Bunun üzerine de Allah-u Teâlâ onların üzerine kan yağdırmış ve içecekleri dahi her şey kan olmuştur.
İşte Kuran’ın mezkûr ayetleri, Firavun ve çevresinin başına gelen bu musibetleri haber vermekte ve bizlere bir ibret dersi yapmaktadır.
Acaba Kur’an’ın haber verdiği bu hadiseler hakkında tarih kitapları ne demektedir? Şimdi, tarihi yazıtların bu konudaki sözlerini dinleyelim:
Orta Krallık devrinden kalan Ipuwer papirüsü 19. yüzyılın başında Mısır’da bulunmuştur. Bu papirüs bulunduktan sonra, 1909 yılında Leiden Hollanda Müzesi’ne götürülüp Gardiner tarafından çevrilmiştir. Papirüste Mısır’daki kıtlık, kuraklık gibi felaketler ve Mısır’dan kölelerin kaçışı anlatılmaktadır. Ayrıca söz konusu papirüsün yazarı İpuwer’in de bu olayların tanığı olduğu anlaşılmaktadır. Kur’an’da da bildirilen bu felaketlerden Ipuwer papirüslerinde şöyle bahsedilmektedir:
“Felaketler tüm memleketi sarmıştı. Her yerde kan vardı. Nehir kan oldu.
Böyle dün gördüğüm her şey helak oldu. Biçilmiş gibi her toprak çırılçıplak…
Mısır’ın aşağısı mahvoldu. Tüm saray ıssız kaldı. Sahip olunan her şey: buğday ve arpa, kazlar ve balıklar… Gerçekten ekin her yerde mahvoldu. Topraklar tüm kargaşaya ve gürültüye rağmen…
Dokuz gün boyunca saraydan hiçbir çıkış yoktu ve kimse o şahsın yüzünü göremedi.
Şehirler kuvvetli akıntılar tarafından yerle bir oldu. Yukarı Mısır harap olmuştu. Her yerde kan vardı. Ülkede salgın hastalıklar baş gösterdi.
Bugün gerçekten kimse kuzeye Byblos’a gidemiyor. Mumyalarımız için ne yapacağız? Altın azalıyor…
İnsanlar sudan korkar oldu. Su içtikten sonra bile susadılar. İşte suyumuz! Mutluluğumuz! Yapabileceğimiz ne var? Her şey talan…
Şehirler yıkıldı. Yukarı Mısır kurudu. Yerleşim alanları bir dakika içinde altüst oldu.“
20. yüzyılda bilgi sahibi olduğumuz bu papirüste yazılan yazıyı dinlerken sanki ayet-i kerimeleri dinliyormuş gibi oldunuz değil mi? Bunun sebebi, papirüsteki yazıların Kur’an ayetleriyle neredeyse aynı olması Kur’an’ın verdiği haberleri birebir doğrulamasıdır.
O halde şimdi şu soruyu soruyoruz: Firavun ve kavmine gönderilen felaketleri haber veren bu papirüsteki yazıların Kur’an’la büyük bir paralellik içinde olması, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olmasından başka ne ile izah edilebilir?
Bir beşerin hem de okuma yazma bilmeyen bir beşerin kendi başına bunları bilmesi ve haber vermesi hiç mümkün müdür?
Hayır, asla mümkün değildir! Bir beşer kendi aklıyla bu bilgileri keşfedemez. O halde Kur’an asla bir beşer sözü olamaz, ancak ve ancak ezel ve ebed sultanı olan, geçmişi ve geleceği tek bir sayfa gibi gören Allah’ın sözü olabilir.