El-Mucib
El-Mucib, dualara cevap veren, demektir. Cenab-ı Hak, Mucib’tir. Her sesi işitir ve her duaya icabet eder. Hatta gönüllerden geçenleri dahi bilir ve o arzulara da Mucib ismiyle cevap verir.
Kur’an-ı Kerim de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır
Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. (Bakara Suresi, 186. Ayet)
Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duânıza cevap vereyim. “ (Mü’min Suresi 60. Ayet)
Evet tüm mahlukatın yapmış olduğu dualara cevap veren, icabet eden isim El Mucib ismidir.
Fıtraten aciz, zayıf ve fakir olarak yaratılan insan bu ismin tecellisine her vakit muhtaçtır.
İnsanın yapmış olduğu duaları iki kısımda inceleyebiliriz
1- Dil ile yapılan dua. 2- Hal ile yapılan dua.
Dil ile yapılan duada kul Rabbi ile konuşur, ihtiyacını ondan ister, ona yalvarır, sesini ona duyurur. Bu dua, bizlerin bildiği ve yaptığı duadır.
İkinci dua olan Hal ile yapılan duaysa, kişinin, haliyle Allah’tan bir şey istemesidir. Mesela, bir çiftçinin tarlayı ekmesi, Hal diliyle yaptığı bir duadır. Çiftçi bu hâli duasıyla, hazine-i rahmet kapısını çalarak Allah’tan ekinlerini bitirmesini ister.
Yine bir öğrencinin ders çalışması, lisan-ı halle yaptığı bir duadır. Öğrenci, ders çalışmasının lisan-ı haliyle Allah’tan başarı ister.
Bir hastanın doktora gitmesi, hal diliyle yapılan bir duadır. Hasta, doktorun kapısını çaldığında, halinin lisanıyla dua etmiş ve Allah’tan şifa istemiş olur. Demek bir hasta elini açıp “Ya Rabbi, bana şifa ver.” dese, lisan-ı kaliyle dua etmiş olur. Doktora gidip kapısını çaldığında da lisan-ı haliyle dua etmiş olur.
Sözün özü, lisan-ı halle dua etmek, sebeplere yapışmak demektir. Kim, hangi işinde, hangi sebebe yapışıyorsa, neticeyi lisan-ı haliyle Allah’tan istiyor demektir. Bir kısım insanlar, sebeplere yapışırken lisan-ı haliyle dua ettiğini bilir, bir kısmıysa bilmez. Lakin bilse de bilmese de Allah aynı muameleyi yapar.
Lisan-ı halle yapılan dualara daha hızlı ve çabuk icabet edilir. Bu sebeple bizler, dilimizle yaptığımız dualara, lisan-ı hali de eklemeliyiz. Yani olmasını istediğimiz şeylerin sebebine yapışmalıyız.
Sadece insan değil bütün mevcudat aslında bir dua içinde olup her vakit Mucib olan Allah’a duasını arz etmektedir. Ya Lisan-ı istidat ile ya Lisan-ı ihtiyaç ile ya da Lisan-ı ızdırar ile. Şimdi bunların ne olduğunu izah edelim:
Lisan-ı istidat, kabiliyet lisanıyla yapılan duadır. Bir çekirdeğin, ağaç olma kabiliyeti vardır. Bir tohumun, çiçek olma kabiliyeti vardır. Bir yumurtanın, kuş olma kabiliyeti vardır. Bir damla suyun, insan olma kabiliyeti vardır. İşte bütün çekirdekler, tohumlar, yumurtalar ve nutfeler, kabiliyet lisanıyla dua ederler ve derler ki: “Ya rab, bizi ağaç yap; bizi çiçek yap; bizi kuş yap, kelebek yap, insan yap… Yap ki, isimlerine ayna olmakla şereflenelim…”
Cenab-ı hak, hikmeti dairesinde bu duaları kabul eder. İşte bütün bahar mevsimi ve içindeki bütün mahlukat, lisan-ı istidat ile yapılan dualara icabetin bir neticesidir.
dua olan lisan-ı ihtiyaç, ihtiyaç lisanıyla yapılan duadır. Mesela bir ağaç, ihtiyacının lisanı haliyle Allah’tan su ister. Ona bulut orduları gönderilir. Demek, yağmurların yağdırılması, hep mahlukatın ihtiyaç lisanıyla yaptıkları dualara icabettir. Yine bir insan göz ister, kulak ister, dil ister, ister de ister… Bir kuş, kanat ister… Bir balık, yüzgeç ister… Bir arı, iğne ister… Ve her mahluk ister de ister… İşte bütün bu isteklerin verilmesi ve ihtiyaçların karşılanması, lisan-ı ihtiyaç ile yapılan dualara Allah’ın Mucib ismiyle tecelli etmesidir.
dua olan lisan-ı ızdırar, zorda kalmanın lisanıyla yapılan duadır.
Mesela; Suyun olmadığı geniş düzlüklerde suya muztar kalmış birçok sürünün sevki ilahi ile su kaynaklarına sevk edilmesi elbette o hayvanların lisan-ı ızdırar ile yaptıkları duaya Mucib isminin icabet etmesidir.
Doktorların iyileşmesinden ümit kestiği bir hastanın sebeplerin çok üstünde harikulade bir tarzda şifaya mazhar olması.
Bir depremde göçük altında haftalarca kalan bir bebeğin harika bir tarzda kurtulması… Fırtınaya yakalanan ve batması kesin olan bir geminin fırtınadan kurtulup selamet bulması lisan-ı ızdırar ile yapılan duaya icabetin bir neticesidir.
Demek şu alemde bizi şaşırtan ve: “Ya bu nasıl oluyor?” dedirten birçok olay; lisan-ı istidatla, lisan-ı ihtiyaçla ve lisan-ı ızdırarla yapılan dualara icabetin bir neticesidir ve Allah’ın Mucib isminin bir tecellisidir!
Bu ismi Şerife karşı insanın vazifesi ise şunlardır;
İnsan bilmelidir ki birisi var, onun hâtırât-ı kalbini işitir, herşeye eli yetişir, herbir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına medet eder. Öyleyse kul dua ve niyaz ile halini ona arz etmelidir.
Duasına icabet edildiğinde ulaştığı nimeti sebeplerden değil sadece Allahtan bilip ona şükretmelidir.
Duası kabul edilmediğinde duama cevap verilmedi dememelidir. Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var. Fakat kabul etmek ve istediğini aynen vermek, Cenâb-ı Hakkın hikmetine tâbidir. Hikmeti vermemeyi iktiza ettiğinde rıza ile karşılamalı hükmüne boyun eğmelidir.
Yine lisan-ı istidatla, lisan-ı ihtiyaçla ve lisan-ı ızdırarla yapılan dualara El Mucib isminin icabetini görmeli Rabbini Ya Mucib Ya Mucib diye zikretmelidir.
Evet dua kapısının açılması demek rahmet kapısının açılması demektir. Zira Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Sizden herhangi bir kimseye dua kapısı açılırsa, ona rahmet kapıları açılmış olur. (Kenzu’l-Ummal, 2/64, h. No: 3130) Çünkü O vermek istemese istemeyi vermezdi. Öyleyse bizi El Mucib ismine ulaştıracak olan dua, hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin sebebidir.
Rabbimiz acz ve fakrını anlayıp Mucib isminin kapısını dua ile çalan kullarından eylesin.