Allah'ın İsimleri

El-Kebir

Allahü Azîmüşşan Kebîr‘dir. Kibriyâ sahibidir. El-Kebir, “Çok büyük” manasına gelmektedir. Bu ism-i şerif, hem Allah-u Teâlâ’nın zatının büyüklüğüne hem de isim ve sıfatlarının büyüklüğüne işaret etmektedir.Bizler ilk önce, Allah-u Teâlâ’nın zatının büyüklüğünden bahsedelim ve daha sonra da isim ve sıfatlarının büyüklüğüne geçelim:

Cenab-ı Hak zatı itibariyle çok büyüktür. Ancak insanın bu büyüklüğü kavrayabilmesi ve aklının bunu idrak etmesi mümkün değildir. “Cenab-ı Hak çok büyüktür.” denildiğinde, bununla maddi bir büyüklüğü kastedilmez. Zira Cenab-ı Hak maddeden münezzehtir. Madde ile kayıtlı olan insanın, maddeden münezzeh olan bir zatın büyüklüğünü kavrayabilmesi nasıl mümkün olur! Şu kusurlu ve zayıf anlayışımız , O’nun büyüklüğünü nasıl kavrar? Şu kısa fikirler O’nun büyüklüğüne nasıl ulaşır? Onun büyüklüğünü kelimelerle ifade etmeye çalışmak mümkün değildir. Evet, Cenab-ı Hakk’ın zatı çok büyüktür, bütün büyüklerden nihayetsiz derecede büyüktür. Bütün büyükler ve büyüklük ifadeleri onun büyüklüğü yanında o kadar küçüktür ki tarif edilmez. Bizler buna iman eder, bu büyüklüğü anlamaktaki acizliğimiz sebebiyle işin aslını Allah’a havale ederiz. Dilerseniz bu meseleyi bir misal ile izah edelim:

Malûmdur ki, her eser, bir âyine gibi kendi ustasının kemâlini, ilmini, maharetini gösterir. Ama hiçbir eser mahiyet ve hakikat itibariyle ustasına benzemez. Meselâ, bir saat kendi ustasının hünerini gösterir ve kemâline âyine olur. Ama hiçbir cihetle ustasına benzemez. Bizler saate bakıp bunu yapan ustanın kemalini ilmini kudretini ve iradesini o eser üzerinde görebiliriz ama onu yapan ustanın zatını, erkek mi kadın mı; büyük mü küçük mü; güzel mi çirkin mi; zayıf mı şişman mı olduğunu bilemeyiz. Bileceğimiz tek şey ortada bir eser olduğu ve eseri yapan, hayat, ilim, irade, kudret sahibi bir sanatkar olduğudur.

Aynen bu misalde olduğu gibi, Cenab-ı Hak da bu kâinatı yoktan yaratmıştır. Bizler, yoktan yaratılan bu kâinata ve içindeki varlıklara bakarak bir yaratıcının olması gerektiğini kabul ederiz. Ancak yaratıcımızı, sadece onun kendisini tanıttığı kadarıyla biliriz. Yaratıcımız olan zat, gönderdiği peygamberler ve kitaplar ile kendi isminin Allah olduğunu beyan buyurmuş, isim ve sıfatlarını bizlere öğretmiş ve zatı hakkında değil, isim ve sıfatları hakkında tefekkür etmemizi emretmiştir. Zaten insanın aklı, O’nun zatının mahiyetini kavramaktan acizdir. Evet Allahü Azîmüşşanın, ne zâtında, ne sıfatlarında, nede fiillerinde benzeri yoktur. Akla, hâtıra, hayâle ne gelirse Allah onun başkasıdır. Varlıkların hiçbirisine, hiçbir surette benzemez. Allahü Teâlâ gerek zâtıyla, gerek sıfatlarıyla akla, hayâle, zihne, fikre ve tasavvura gelen ve gelmesi mümkün olan herşeye benzemekten münezzehtir. Mukaddes mahiyeti hiçbir mahiyete benzemez.

O halde, el-Kebir isminin manasını incelerken, “Allah zatı itibariyle çok büyüktür.” dediğimizde, bu cümlenin sonuna bir nokta koymalı ve bu büyüklüğün mahiyetini Cenab-ı Hakk’ın ilmine havale etmeliyiz. Burada bize düşen şey, Allah’ın büyüklüğünün maddi bir büyüklük olmadığını, zira Cenab-ı Hakk’ın maddeden münezzeh olduğunu bilmek ve buna iman etmektir. O’nun zatının büyüklüğünü değil biz, efendimiz S.a.v de kavrayamamış ve bu sebeple O’nu şöyle zikretmiştir:

Ey zihinlerin, yüceliğini idrak edemediği! Ey hayallerin, hakikatine erişemediği! Ey azamet ve kibriya örtüsü olan! Ey gözlerin, kemalini idrak ve ihata edemediği! Ey akılların, sıfatlarına ulaşmaktan aciz kaldığı! Ey fikirlerin, kibriyasının hakikatine ulaşamadığı! Ey insanların, sıfatlarını güzelce tavsif edemediği… Cenab-ı Hakk’ın zatının büyüklüğü hakkındaki izahı burada tamamlayalım ve şimdi isim ve sıfatlarının büyüklüğüne geçelim:

Allah’ın isim ve sıfatlarındaki büyüklük, bu isim ve sıfatlardaki sonsuzluğu ifade etmekte olup, O’nun sınırsız kemaline işaret eder. Cenab-ı Hakk’ın zâtı mahlûkatıyla mukayese edilemeyeceği gibi, sıfatları da mahlûkatın sıfatlarıyla kıyasa girmez. Zira, Allahu Teâlâ’nın bütün sıfatları ezelidir, mutlaktır, nihayetsizdir. Mahlukatın sıfatları ise kendileri gibi mahlûktur, sonradan yaratılmıştır ve sınırlıdır. Bu sıfatlar ne kadar büyük hayal edilirlerse edilsinler Cenâb-ı Hakkın mukades sıfatları ile mukayese edilemezler. Evet, Allah’ın kudreti, ezelîdir, sonsuzdur, nihayetsizdir. Hiçbir şey o kudreti âciz edemez ve kayd altına alamaz. Onun kudretine göre büyük-küçük, az-çok, birdir. Bir zerreyi kolayca yaratıp tanzim ettiği gibi, bütün zerreleri de aynı anda, aynı kolaylıkla yaratıp onlara tasarruf eder.Bir çiçeği yarattığı gibi, aynı kolaylıkla baharı ve Cennet’i de yaratır. Bir çiçeği yaratmakla Cennet’i yaratmak arasında kudretine hiçbir fark yoktur. Yine bir sineği icat etmekle, öldükten sonra bütün insanları diriltmek, O’nun kudretine göre birdir. Dünyamızı güneşin etrafında nihayetsiz kolaylıkla döndürdüğü gibi, bütün sema sistemlerini de aynı kolaylıkla itaat ettirir. Hiçbir şey O’na ağır ve zor gelmez. Kudretinde bir sınır ve nihayet yoktur. İşte Allah-u Teâlâ, kudretindeki bu nihayetsizlik cihetiyle Kebir’dir, yani çok büyüktür.

Allah-u Teâlâ’nın kudret sıfatı gibi; ilmi de sonsuz ve sınırsızdır. Gizli aşikâr, olmuş olacak herşeyi bilir. Allahü Azîmüşşân’ın ilmi zamanla kazanılmaktan müberrâ ve tecrübe ile inkişaftan münezzehtir. Düşünce ve mütalâa ile kemal bulmaktan mukaddestir. Cenâb-ı Hakk’ın ilmi sonradan kemal bulmuş değildir. Ezelde ne idiyse, şimdi de odur. Ezelden ebede, yaratılmış ve yaratılacak bütün eşyanın plân ve programları, mahiyet ve hakikatları, suret ve sîretleri O’nun ilminde mevcuddur. Bütün varlıklar, mazi, hâl ve istikbâl, evvel, ahir, zahir, bâtın, gizli, açık her şey, her an O’nun huzur ve murakabesindedir. Bütün kabarcıklarda, damlalarda, âyinelerde tecelli eden ışık hüzmeleri, güneşin ışığının bir yansıması olduğu gibi, bütün insanlar, melekler ve cinlerin ilimleri de ilm-i İlâhinin bir damlası, bir yansıması ve bir tecellisidir. Dünyaya gelen her insana, Âdem (A.S.)’den kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün insanlardan farklı, değişik, ayrı, bir sima takılması, karakterlerinin hattâ parmak izlerinin birbirinden farklı olması bu hakikatin en açık bir delilidir. İlminde bir sınır ve nihayet yoktur. İşte Allah-u Teâlâ, ilmindeki bu nihayetsizlik cihetiyle Kebir’dir, yani çok büyüktür.

Allah-u Teâlâ’nın kudret ve ilim sıfatı gibi; görmesi, işitmesi, iradesi ve diğer bütün isim ve sıfatları sonsuzdur ve sınırsızdır. İşte El-Kebir ismi, isim ve sıfatlardaki bu sonsuzluğa işaret eder ve Cenab-ı Hakk’ın nihayetsiz kemaline delalet eder. Meseleyi bir daha toplayacak olursak: Cenab-ı Hak Kebir’dir, yani çok büyüktür. Zatı cihetiyle çok büyüktür, ancak bizler bu büyüklüğün mahiyetini anlamaktan aciziz ve el-Kebir isminin bu manasını tefekkür edemeyiz. Yine Cenab-ı Hak, isim ve sıfatları cihetiyle çok büyüktür. Yani isim ve sıfatları nihayetsizdir ve sonsuzdur. Bu büyüklük, O’nun kemaline işaret eder.

İnsanın bu ismi şerife karşı vazifesi ise şudur. Allah’ı zatında isim ve sıfatlarında mutlak büyük olarak bilmek ve dar fikri ve kısa anlayışıyla Allah’ın zatının büyüklüğünü, isim ve sıfatlarındaki büyüklüğü hakkıyla idrak edemeyeceğini anlamaktır. Ayrıca şu alemde kendine büyüklük verilen O yüce dağlara, büyük denizlere, güneşlere, yıldızlara ve galaksilere bakarak Allah’ın Kebir isminin tecellisini o varlıklarda görmek ve onlarla beraber Rabbini Ya Kebir Ya Kebir diyerek tespih etmek, O kibriya ve azamet karşısında Allahu ekber diyerek hayret ve muhabbetle secdeye gitmektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu